11.06.2023 © Novelius Edebiyat
Yazar: Ümit YABAN
Umuduyla Direnenler, Ümit Yaban
Kore dağlarında ot kucak kucak
Bilse doğurmayacak bak
Rahmet yerine kurşun yağacak
Gitti de gelmedi buna ne çare
Ah patron ah! Ben Hayata Dönüş operasyonu yazayım istiyorum, ben ambulansın önünde sürüklenen anayı, yakılan kadınları yazayım istiyorum, sen beni bu yaşlı ve bunak kadına yolluyorsun. Orada bir direniş var, orada ölüme yatış var, ben burada bir ihtiyarlığı, bir yokluğu fotoğraflayacağım. Aynı hikâyeyi kim bilir kaçıncı kez dinleyeceğim…
Öyle öfkelenmiştim ki, verip veriştirmekten alamıyordum kendimi;
Yazı İşleri Müdürü olmuşsun da cevval muhabiri tanıyamıyorsun. Yayın yasağını belki kalemle yıkacaktım, belki ben yapacaktım bunu ama satılmış medya organları yine kazandı. Gerçek haber yapan çıkmayacak.
“Baktılar biri cesur hemen başka yere kaydırıyorsunuz adamı,” diye söylene söylene Tarlabaşı’na vardım.
Hayriye Hanım’ın yaşadığı apartmandan içeri girer girmez yoğun bir nem kokusu burnumu tırmaladı. Kapıyı çaldım, az bekledim. Tam ayrılacakken bir tıkırtı duydum. Kapı usulca açıldı. Uzunca boylu, beyaz saçlı yaşlı ama dik duruşlu bir kadın açtı kapıyı. O ise suratını isteksiz ifade kaplamış biri ile karşılaştı.
“Mecmuadan gelen delikanlı olmalısınız.”
“Siz de Hayriye Hanım.”
Direnişin ikinci gününde on bin askere direnen mahkumları görmezden geliyormuşum hissiyle gerginliğim arttı. Direnişten uzakta, başka haberler peşinde koşturmak bana kendimi değersiz hissettirmişti.
Yanık kokusu burnumdayken, söze girdi kadın:
“Sanırım bana Halil amcanı sormak için geldin. Yıllardır o kadar çok insan geldi ki Halil’i sormak için. Her biri geldiğinde hep ümitlendim. Peşine düşerler de bulurlar mı diye. Ama bir süre geçtikten sonra tüm ümitlerim sönüyor. Halil’in ve diğer 174 kişinin kaybı evvela herkesin dikkatini cezbetse de sanırım buradan ayrıldıklarında unutuveriyorlar.”
Ve kapıyı açtığı sakinlikle kasetçaların düğmesine bastı.
Eledim, eledim, höllük eledim
Aynalı beşikte yavrum bebek beledim
Türkünün içindeki acı odayı sardı. Bir an önce ayrılmak istediğimden, ses kayıt cihazına basıp Hayriye Hanım’ı dinlemeye koyuldum.

“Adnan Menderes kimseye sormadan yolladı on binin üstünde askeri Kore’ye. Gönderildikten sonra şehit olacaklar mı diye tartışıldı. Devlet nezdinde varlar mı, yoklar mı belli değildi. Hele Halil amcan kırklara karıştı. Vatan savunması başka insanları ölüme göndermek bambaşka be çocuğum.”
Gitti de gelmedi yavrum buna ne çare
Yaktı yüreğimi canım, buna ne çare
Dağınık saçları, mağrur duruşu, yılların yalnızlığıyla karşıma oturduğundan bu yana tüm ilgimi yaşlı kadına vermekteydim. Teybin stop düğmesine basıp kemikli ellerini birbirine kavuşturduktan sonra tane tane anlatmaya başladı.
“Giden ya kefen ile dönüyordu ya tahta bir değnek koltuk altında, kirli bir sargı bezi kafasında. Halil’den hiç ses yoktu. Birkaç ay haber alamamak rahatsız etmemişti. Uzaktı, çok uzak ama başka haber bekleyen anaların, bacıların, eşlerin mektupları gelmeye başlamıştı. İlk mektubunu alan anayla konuşmamın üstünden birkaç ay geçtikten sonra moralim bozuldu. Kötü haberi dahi gelmiyordu. Doyamamıştım, on altı yaşında, henüz birkaç aylık evliyken askere gitti. Malatya’da askerdeyken götürdüler Kore’ye. Kimse yok diyememiş. Serde erkeklik var. Hepsi düşmüş kırk gün süren yolculuğa. Neyse, gidenlerden dinleyip dinleyip hesap yapıyordum. Hadi birkaç mektup yolda kaybolmuştu diyelim. Artık birinin ulaşması lazımdı ama. Çaresiz her mektup aldığını duyduğum insanın kapısını çalmaya başladım. Elimde fotoğraf da olmadığından Halil amcanı herkese ince ince anlatıyordum. Gördüler de bir haber getirirler mi diye. Bir süre sonra iyice delirdim. Gazi dönenlere Koreli kızlarının güzel olup olmadığını sormaya başladım. Benden daha güzel bir Koreli kızla evlendi kaldı herhalde diye düşünmeye başladım. Bir sene geçtikten sonra az önce dinlediğin türkü ile ağlamaya başladım. Sokaklarda bu türküyü söyleyerek geziyordum biri beni duyar ümidiyle. Tam elli sene oldu, ne Halil’den bir ses var, ne türkünün hakkı verildi.”
Bir güzel simadır aklımı alan
Aşkın sevdasını canan serime salan
Gözyaşlarına tutamadı Hayriye Hanım. Sokaklarda tek başına sesini duyurmaya çalışan, gencecik ve beti benzi atmış hâli canlandı gözlerimin önünde. Gelirken düşündüklerim için utandım. Başımı öne eğmiştim ki seslenmesiyle yüzüne baktım. Yüzü de kaderi gibi buz gibiydi.
“Biliyor musun Gazeteci oğlum, bu türkünün yasaklanan bir kısmı var, o yıllarda sokaklarda söylediğim kısmı asıl o dörtlüktü. Anaların ciğerinin nasıl yandığını en güzel o dörtlük anlatıyordu. Benimle röportaj yapmaya gelen meslektaşlarına anlattım durdum türküyü, 175 kaybı… Oynak bir türkü olsa herkes peşine düşer, ömürler saklayan ateş yüklü bir türkü olunca kimse hakkını vermedi. Bir yerde konu etmedi senelerdir. Bilse doğurmayacak bak… En az birini kendi bağrışına şahit tutmak istiyorsun, sokaklarda sesini duysun istiyorsun. Kimi bu türküyü yazarak kimi de benim gibi yana yana diline dolayarak baş kaldırır düzene. Ama ne kadar dik kaldırırsan kaldır başını, bazen ne sesin duyulur, ne bedenin görülür. NATO’ya mı itiraz edelim, Menderes’e mi kendimizi şaşırdık. Sokaklara çıktık, ama asla müsaade etmediler.”
Sustu. Ben de suskunluğumu avuçlarımda sıktım ki kaçmasın, konuşsam tüm utancım Hayriye Hanım’ın ayakları altına serilecekti. Yediremedim kendime.
“Çok direndim, çok çabaladım. Bir satır mektup, iki kelam haber alabilmek için. Kore’de kaybolanların aileleriyle sokaklara düştük. Sokaklarda çok tutmadılar bizi, evlere geri tıktılar. Sonra kendimi eve kapadım. Sahte çiçeklerin yanına, sahte gülüşlerin ardına…”
Uzun uzun anlattı, haber alamadıkça nasıl solduğunu, ama hâlâ her ses duyduğunda nasıl da pencereye koştuğunu. Nasıl meclise bile sorulmadan tek adam kararıyla binlerce canı toprağa gömüp, yüzlercesinin de bırakın suretini, isimlerinin dahi uzak diyar cephelerinde kaybolduğunu…
Birkaç saat kaldım Hayriye ablanın yanında. Yazıma eklemek için fotoğrafını çekerken, bahsini ettiği sahte gülüşünü yüzüne astı. Buraya gelirken, gidemediğim yer adına nasıl da büyük bir öfke duymuştum patronuma. Oysa şimdi?.. Burada bulunmaktan ötürü büyük bir minnet duymaktıyım.
Direnişin büyüğü küçüğü olmazmış. Kalabalık bazen sessiz çoğunluğa geçermiş. O sessizlik bile korkunç gürültülüymüş duyabilene. Umuduna kapıyı kapamış ama pencere önünde ömrünü harcamış bir kadınla tanışmıştım. Masama oturduğumda türküyü dilime dolamıştım.
Televizyonda “Hayata Dönüş” operasyonunun haberi vardı, bir saniye gözüm kaydı, sonra yazıma başlığını attım:
“Umuduyla Direnenler…”
S O N
Yazar Hakkında:

Ümit Yaban, 1980 yılında Eskişehir’de dünyaya geldi. Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık Bölümünden mezun oldu. Hâlen Antalya Havalimanında, Hava Trafik Kontrolörü olarak görev yapıyor. Öyküleri, dijital edebiyat platformlarında yayımlandı. Sinek isimli öyküsüyle İshak Edebiyat 2022 Öykü seçkisinde yer aldı. Ayırca Yazarın, Karınca T’nin İkili Yaşamı ile Erik Ağacı adını verdiği öyküleri sitemizce yayımlanmıştır.
11.06.2023 © Novelius Edebiyat
Yazar O dönem Türkiye de ki Kaotik ortamı,çekilen acıları çok güzel yansıtmış .Yüreğime dokundu ..Kalemine sağlık 🙏🏽
Asıl zor hayat geride kalıp bekleyenin omuzlarında 😔
Aferin
Öncekilere göre oldukça farklı bir öykü olmuş. Gönlünüze sağlık.
Hem öykülerini hem röpörtaşjarını büyük beğeniyle takip ediyorum. Başarılar dilerim…