13.12.2022 © Novelius Edebiyat
Yazar: Ahmet Furkan DEMİR
Yayına Hazırlayan: Mehmet BAHÇECİ
Her şey arapsaçı, gerçeklik içinden çıkılamaz bir bilmece. Ahmet Furkan Demir'in kaleminden ismiyle müsemma bir öykü. Girift, noveliusedebiyat.com'da.
Bedenim taşlaşmış, kaslarımın hepsi ağrıyordu. Sanki günlerdir uyuyor ve çok uzun bir yolculuktan dönmüş gibiydim. Son bir gayretle gözlerimi açmayı başardığımda gördüğüm ilk manzara, bembeyaz bir tavandı. Sağıma ve soluma bakmamla birlikte uzanmakta olduğum yataktan mermi gibi fırlamam bir oldu. Üzerinde bulunduğum bu yatak, içinde olduğum bu oda, bu eşyalar ve üzerimdeki kıyafetlerin hiçbiri bana ait değildi. Nerede olduğum tam bir muammaydı. Şakaklarımdan akan terleri silerken, hemen sol tarafımda bulunan pencereden dışarıya baktım. Hiç tanımadığım, hatta ilk defa gördüğüm bir yerdeydim. Tekrar odaya göz attım. Yatağın yanında; kolları beyaz, orta kısmı kahverengi geniş bir koltuk ile alt tarafında da ahşap renkte bir çalışma masası vardı. Odanın ortasına on beş metrekare genişliğinde eski, desenli bir halı serilmişti. Koltuğun hemen önünde beyaz mermerden bir masa, karşı duvarda ise televizyon ve elbise dolabı bulunuyordu… Masanın üzerindeki telefonum gözüme ilişti. “Dostumu aramalıyım,” diyordum. “Orhan’ı,” Fakat telefon rehberime baktığımda, Orhan’ın numarasının kayıtlı olmadığını gördüm. Telaşe etmek için erken diye düşünerek, bir diğer yakın dostumu, Burhan’ı aramaya karar verdim. Lakin rehberde onun numarasından da eser yoktu.
İçimi saran telaş gitgide artıyordu. Hemen odadan çıktım. Geniş bir hol beni karşıladı ve holün bitimindeki lavaboya yöneldim, yüzüm yıkamak belki iyi gelir, düşüncelerimi toplamama yardımcı olurdu. Lavabo aynasına yansımakta olan yüzümle karşılaştım! Evet, bu benim yüzümdü. Boyum, kilom, çehrem her şey aynıydı aynı olmasına ama neredeydim böyle ben? Burası neresiydi?

Evi dolaşmaya başladım. Evde benden başka kimse yoktu. Ayakkabılığa baktım. Yalnızca iki çift kırk iki numara ayakkabı… Ara hole tekrar döndüğümde, gümüş bir çerçeve içerisindeki bir fotoğrafın, duvarda asılı olduğu dikkatimi çekti. İyice yaklaşıp baktım. Fotoğraftaki bendim. Tanımadığım bu iki kişi de kim? “Neler oluyor böyle? Aman Allah’ım. Yoksa… Yoksa hafızamı mı kaybettim,”
Ama bu imkansızdı çünkü her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyordum. Kendime ve çevremdeki insanlara dair her şeyi… Az evvel uyandığım odaya geri döndüm. Masanın üzerine bıraktığım telefonumu tekrar aldım. Şarjı yüzde on… Oysa yatmadan önce telefonumu şarja takmak gibi düzenli bir alışkanlığım vardır. Ölüm kalım olmadığı sürece tabii. Peki öyleyse dün gece ne oldu da bu işi unuttum?..
Bir başka tanıdığı aramak niyetiyle tekrar rehbere gitti elim. Bırakın arayacağım kişiyi bulmayı, rehberimde kayıtlı yüzlerce numara arasında tanıdık gelen bir kişini bile ismi yoktu! “Yanlışlıkla başka birinin telefonunu kurcalıyor olmayayım?” diye düşünerek aceleyle göz attım telefona; Hayır! Bu telefon bal gibi de benim telefonumdu. Ekran kilidini parmak izimle açabildiğime göre, başkasına ait olma ihtimali yoktu. “Peki ya galeri? Galeriye bakmalıyım. Tabii ya!” Bir yandan hayıflanıyor, bir yandan da tek tek fotoğrafları inceliyordum. Yok! Bir tane bile tanıdık sima olmaz mı?
Belimin içinden bir sıvı aşağıya doğru akarken sızı veriyordu. Midem bulanıyor ve başım da son derece şiddetli bir şekilde ağrıyordu. Bu durumdan bir an önce kurtulmak için birilerine ulaşmam lazımdı. Hemen sosyal medyaya girip tanıdıklarıma mesaj atmaya karar verdim ki takipçi listeme bakmamla tepemden aşağıya kaynar sular dökülmesi bir oldu. Tanıdığım hiçbir insan yoktu listemde. Olanları da ben tanımıyordum. Yüzlerce insan içinde tanıdık bir kişi de mi olmaz? Hiçbirini tanımıyordum. Sonra bir umut, yakın dostumu bulabilmek ümidiyle arama kısmına dostumun adını yazdım. Bir sürü profil çıktı karşıma ama lanet olsun! Onunki yoktu. Şoka uğramıştım. Aynı şekilde diğer dostuma da bakındım ama kapı duvar! Onu da bulamadım. Nasıl olurdu da her gün görüştüğüm insanlara bir anda ulaşamazdım? Anlam vermek çok güçtü. Sinirden yüzümün tamamı kızarmış ve ter içinde kalmıştı. Dilim damağıma yapışmış, neredeyse açılmıyordu. Su içmeye karar verdim. Mutfağa gidip buzdolabını açtım. Neyse ki cam bir şişede su vardı, hemen şişeyi tepeme diktim. Bu buhranlı günde güzel olan tek şey bu soğuk suydu. Derken telefonum çaldı, büyük bir heyecanla şişeyi fırlatıp odaya koştum. Ekranın üzerinde büyük harflerle “İŞYERİ” yazıyordu. Hemen açtım. Gayet yumuşak ve kibar sesli bir bayan, bugün işe neden gelmediğimi soruyordu. Elim ayağım birbirine dolanmıştı bir anda. Söyleyecek bir şey bulamadım. Çekingen bir ses tonuyla “Hastayım. Bugün gelemeyeceğim.” Dedim. Telefonu kapattıktan sonra hemen internetten numarayı araştırdım büyük bir muhasebe firmasına aitti. Ne yani ben muhasebeci miydim? Benimle alay ediyor olmalıydılar çünkü ben beş yıldır bir inşaat firmasında mühendis olarak çalışıyordum.
Yatağa tekrar uzandım. Başımı iki elimin arasına yerleştirip gözlerimi kapattım. Bütün tanıdıklarımı düşündüm. Evet, bu insanlar vardı, ama neredeydiler? Tam bir saat boyunca hem telefon rehberimden hem sosyal medya hesaplarımdan aklıma gelen tüm tanıdıklarımı bulmaya çalıştım ama birine bile ulaşamadım. Ne bu adlarda numaralar kayıtlıydı ne de sosyal medyada bu insanlar vardı. Geçmiş aramalara baktım, geçmiş mesajlara baktım hiçbir sonuca ulaşamadım. En yakın dostlarımın evlerini de biliyordum evlerine gitmeye karar verdim ama önce kendimin nerede olduğunu bulmalıydım. Dışarı çıkıp etrafı Güney Amerika’dan Anadolu şehrine gelen bir turist edasıyla izlemeye başladım. Bir otobüs durağına yanaştım şehrin çarşı kısmına giden bir otobüse bindim çünkü bulunduğum yeri tanımıyordum ama çarşıyı tanıyordum. Otobüs çarşıya gelince indim evet buraları avucumun içi gibi biliyordum. Hemen ana yoldan yukarı doğru yürüyerek Burhan’ın oturduğu apartmana geldim. Oturduğu katı ve daireyi de biliyordum nihayet kapısının önüne vardım ve zile bastım. Elli yaşlarında bir teyze çıktı kapıya. Daha önce hiç görmemiştim bu teyzeyi. “Merhabalar teyzeciğim ben Burhan’ın arkadaşıyım da evdeyse eğer, kendisiyle görüşebilir miyim?” Dedim. Teyze de gayet misafirperver bir sesle “Evladım, galiba yanlış geldin. Burhan isminde biri yok burada. Ben ve beyim varız. Buyur istersen, bir şeyler ikram edelim sana. Tanrı misafirisin ne de olsa,” Dedi. Ama bu imkânsızdı. Burhan burada oturuyordu. Diğer yandan, teyze de kendinden o kadar emindi ki. Hem niye böyle bir konuda yalan söylesin ki?
Teyzenin teklifini kibarca reddederek eve döndüm. Arama kayıtlarına tekrar baktım. Neredeyse her gün aradığım ve uzun süreler konuştuğum Turan adında biri vardı. Hemen onu aradım kim olduğu hakkında zerre miskal fikrim yoktu ama başka çarem de yoktu. Çevirdim numarasını. Birkaç kez çaldıktan sonra açtı. Kendisini tanıyamadığım gibi sesi de hiçbir çağrışım uyandırmadı. Selam faslından sonra akşam müsaitse onunla görüşmek istediğimi söyledim, o da: “Tamam, akşam sekizde her zaman oturduğumuz çay bahçesinde görüşelim,” Dedi. Her zaman oturduğumuz çay bahçesi mi? Hatırlamıyordum elbette. Çarşı da görüşmeyi teklif ettim. Neyse ki ısrara gerek kalmadan kabul etti. Meraktan çatlıyor, bir yandan da korkuyordum. O kadar heyecanlıydım ki buluşma vaktinden bir saat önce, randevulaştığımız yere gelmiştim. Saat sekizi biraz geçe biri yanıma yaklaştı. “Merhaba aslan,” dedi. Turan bu olmalıydı. Ben de aynı karşılıkla mukabele ederek, “Merhaba aslan,” dedim. Görünüşe göre samimi olmalıydık. Önceleri kendimle ilgili laf almaya çalıştım ama sabrım kalmamıştı, direkt konuya girdim. Olan biten her şeyi anlattım. Turan ilk başta beni ciddiye almadı. Şaka yaptığımı düşünüyordu. Ona tanıdığım insanlardan bahsettim, tanıyıp tanımadığını sordum. Hiçbirini tanımıyordu. Ortak arkadaşımız bile yoktu. Durumun ciddi olduğunu anlayınca “ İstersen yarın Mehmet’in yanına gidelim. Mehmet’i hatırlıyorsun değil mi?” Dedi. Üzgün bir yüz ve çaresiz bir ifadeyle, “Hayır,” dedim. “Hayır!”
“Nasıl hatırlamazsın! Biz hep bir aradayızdır. Üçümüz… Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. Sakın, Mehmet’in Psikolog olduğunu da hatırlamadığını söyleme.”
“Hatırlamıyorum. Ne seni ne Mehmet’i ne de bir başkasını. Ama eğer iyi gelecekse, yarın sabah birlikte gidebiliriz Mehmet’e, tabii senin için de uygunsa.”
“Tabii tabii. Gidelim yarın. Sabah sekiz gibi evinden alırım seni.”
****
O gece Turan beni arabasıyla “sözde” evime bıraktı. Tek umudum yarın gideceğimiz psikologdu. Doktor Mehmet de tıpkı Turan gibi yakın arkadaşımmış, o halde çekinmeme ve heyecanlanmama mahal yoktu ama bu elimde olan bir şey değildi ki. İlk defa korku, heyecan, panik ve merak duygularını bir arada ve bu denli yoğun yaşıyordum.
O gece gözüme uyku girmedi. Bir an önce sabah olmasını istiyordum. Gece boyunca içinde bulunduğum durumu düşündüm. Kızaran güneşi tutup sararmasını izledim. Kahvaltı yapmaya niyetlendim ama midem, aç olmama rağmen midem müsaade etmiyordu… Bir an önce Turan’ın aramasını ve beni almaya gelmesini beklemekten başka çarem yoktu. Derken, saat yedi buçuk sularında telefonum çaldı. Turan arıyor, aşağı inmemi istiyordu. Üzerimdekilerin uygunluğuna bakmadan fırladım dışarı Asansörü bekleyecek sabrım yoktu. Basamaklardan ikişer üçer atlayarak indim. Turan arabasının içindeydi. Beni bekliyordu. Ön koltuğa oturdum ve birlikte Mehmet’in kliniğine doğru yollandık.
Çok geçmeden klinikteydik. Turan, Mehmet’e olan bitenden bahsetmişti. Kliniğe girdiğimizde Mehmet ayakta durmuş bizi bekliyordu. Turan’la lalettayin bir selamlaşma ve kucaklaşma yaptıktan sonra bana sıkı bir şekilde sarılmaya başladı. Turan’a, dışarıda lobide beklemesini rica ettikten sonra beni odasına buyur etti. Hâl hatır faslı burada da devam ediyordu… Sonra olan biten her şeyi anlatmamı istedi. Dediği gibi yaptım elbette. En ince ayrıntısına kadar, bildiğim, hatırladığım ne varsa her şeyi anlattım. Konuşmam bitirdiğimde, Mehmet, yaklaşık bir dakika boyunca sessiz kaldı. Durgun, daha doğrusu düşünceli görünüyordu. “Lütfen arkana yaslan ve panik yapma,” Dedi. “Yaslan hadi.” Dediğini yaptım ve konuşmaya hazırlanan Doktor Mehmet’i pür dikkat dinlemeye koyuldum. :
“Aziz dostum sana olan biteni dolandırmadan anlatmaya çalışacağım. Senin durumun, yüz milyonda bir rastlanan bir durum. O bahsettiğin insanlar, yaptığını söylediğin meslek ve yaşadığını iddia ettiğin o ev… Maalesef hiçbiri ama hiçbiri gerçekte yoklar. Senin tek ve gerçek hayatın burası. Buradaki insanlar, buradaki evin, buradaki işin.”
“Anlattığın bu hayat muhtemelen bir rüya. Bazı rüyalar çok gerçekçi olur, ta ki uyanana kadar. Uyanınca o gördüklerinin gerçek olmadığını sadece bir rüya olduğunu anlarsın ama öyle rüyalar da vardır ki, bitmek bilmezler. Çok uzunlardır. Tıpkı bir ömür gibi. Bitmezler… Dediğim gibi dostum, koca dünyada, yüz milyonda bir insanda görülecek bir hadise yaşıyorsun. Yaşadığın bu durum, uzun süreli, çok gerçekçi bir rüya gibidir. Ve bu uykun, gerçek hayattaki on beş-yirmi yıla bedel olur. Uyanınca da kendini o dünyaya adapte etmiş olarak bulur, gerçek yaşamına dair hiçbir şey hatırlamazsın.”
Acımayla karışık bir öfkeyle, tıpkı bir akıl hastası gibi kahkaha atmaya başladım. “Demek rüya ha! Rüya… Sevgili Mehmet, yirmi yıldır yaşadıklarım, tüm bu anlattıklarıma nasıl rüya diyebilirsin?”
“İnanması güç olabilir ama maalesef o yaşadıkların gerçek değildi dostum. Anladığım kadarıyla o hayatını daha çok sevmişsin, bir an önce oraya dönmek istiyorsun. Belki de orada sana çok iyi davranan, gerçekten değer veren insanlar vardı. Belki de seni bizden daha çok seviyorlardı. Sana hiç nankörlük yapmıyor, seni hiç üzmüyorlardı. Bilemiyorum. Bildiğim şu ki, maalesef ama maalesef birinin sana gerçekleri kabul ettirmesi gerekiyor. Senin gerçek hayatın burası! Ve bu anlattıklarını hiçbir zaman yaşamadın. Bahsettiğin bu insanlar, dostum dediğin bu kişiler hiçbir zaman var olmadı. Yaşamadılar da.”
Mehmet’in teşhisi beynime bıçak gibi saplanmıştı. Konuşmaya devam ettikçe de beynime saplanan bıçağı çeviriyordu. O konuştukça kafatasım parçalanmaya devam ediyordu sanki. Her kelamı bir damarımı koparıyordu adeta. Her cümlesi beynimdeki bir nöronu öldürüyordu. Bu anlattıkları safsataydı. Ben kendimi bilmez miyim? Dostlarımı, çevremi tanımaz mıyım? Hayır! Hayır! Hiç kimse, bana bu yaşadıklarımın yalan olduğunu kabul ettiremez. Bir şekilde buradan çıkıp Dostum Orhan’ın yanına gitmeliyim. Bana iyi gelecek, bana gerçekleri anlatacak tek kişiye, Orhan’a gitmeliyim…
Yazar Hakkında:
Ahmet Furkan DEMİR, 7 Haziran 2001 Tarihinde Şanlıurfa’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini doğduğu şehirde tamamladı. Hâlen Kayseri Erciyes Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi’nin Harita Mühendisliği bölümünde yüksek öğrenimine devam etmekte ve çeşitli gazete ve dergilerde editörlük, yazarlık ve köşe yazarlığı yapmaktadır. Yazarın, Girift öyküsü dışında, Yaşayan Ölüler ve Hayat Şarkısı isimli öyküleri de sitemizde yayımlanmıştır.
13.12.2022 © Novelius Edebiyat
“Öykü: “Girift” A.F. Demir’in Kaleminden” üzerine bir yorum