03.07.2022 © Novelius Edebiyat
Yazan: Mehmet BAHÇECİ
Üzeyir Karahasanoğlu‘nun kısa süre önce Manos Kitap‘tan çıkan “Geçmişi Beklemek” isimli öykü seçkisi, yerli edebiyattan radarımıza takılan son eser oldu.
Geçtiğimiz ay yani Haziran ayı içerisinde raflardaki yerini alan eserin, 2022 Sennur Sezer Emek ve Direniş Ödülü ile onurlandırıldığını hatırlatalım.
Geçmişi Beklemek, her şeyden önce ismiyle (kulağa ne kadar hoş ve melankolik geliyor değil mi?) sonra gri ve kahverengi tonlarının hüküm sürdüğü kapak görseliyle (belki bir parça kasvetli, karamsar, tıpkı bizler gibi, hayat gibi) ve elbette sayfalarında gezinirken bizatihi metnin kendisiyle tüm ilgi ve dikkatimizi üzerinde toplayan bir eser oldu.

Malumunuz olacaktır, son dönemde, yerli edebiyatımızdan (bizim de bir kısmını okuyup deneyimleme bahtiyarlığına eriştiğimiz, şimdi uzun uzadıya isimlerini saymanın lüzumu yok) çok nitelikli, çok güzide öykü kitapları çıktı. Kültür dünyamız adına ne muazzam başarı! Hah işte, bu eserde tıpkı onlar gibi. Yani öbürleri gibi hoş ve okunmaya değer…. Hani es kaza bir kitapçıda görürseniz ya da dost meclisinde kitaplar üzerine laflarken bahsi geçerse veyahut internette, sosyal medyada, orada veya burada pat diye karşınıza çıkarsa, bizden söylemesi, ağanın eli tutulmazmış derler, çekinmeyin yani, bizler ki, nelere para saçmadık bugüne dek, öyle değil mi, gönül rahatlığıyla alın ve okuyun, okutun…
Zikretmeye üşendiğiniz, o diğer kıymetli öykü eserleriyle kıyasladığınız vakit, kayda değer bir fark, bir tür alametifarika yakaldınız mı derseniz, bu soruya yanıtımız şu şekilde olacaktır: Geçmişi Beklemek, diğer öykü kitaplarında çok sık rastlamadığımız bir söylemi (direkt değil tabii, biraz ucundan) dillendiriyor, yani bir nebze de olsa politik bir içerik sunuyor. Bu noktada, eserde kendine ilk sırada yer bulan öyküye, yani “Zamansız” isimli, seçkinin açılış öyküsüne değinmemiz uygun düşecektir. Yerinde bir tercihle, on dört öykülük zincirin ilk halkası olarak “Zamansız” çıkıyor karşımıza. Yerinde bir tercih diyoruz zira seçkideki en akılda kalıcı öykünün başa konması, gel geç gönüllü, çabuk sıkılan (yani maymun iştahlı) okurların ilgisini çekmek adına önemli bir hamle olmuş. Çünkü Shakespeare gibi döktürseniz, Tolstoy gibi edebiyat parçalasanız da, ille de atraksiyon, ille de heyecan, vurdu-kırdı, şamata diye tutturan, nerede hareket orada bereket diyen okuru, derinlikli olanla değil de yüzeysel olanla ilgilenen okuru kolay kolay kitapta tutamazsınız. Kıpır kıpır mizaca sahip bu gibi kişiler, eserinize burun kıvırıverirler. Gerçi öykü ya da roman, bu tip okurlarla ilişki kurmak, onları da esere ortak etmek için yazılmalı mı, yazılmamalı mı, o da ayrı bir dert, ayrı bir muamma ya…
“Zamansız” da keşke bir şeyler daha açık anlatılsa diye içimizden geçirmedik değil. Ne demek istiyoruz? Hemen açıklayalım… Muhtemelen devrimci olan ve muhtemelen örgütlü suçlar kapsamında ağır cezaya çarptırılan Ayhan isimli karakter, otuz yıllık bir ceza alacak kadar ne yapmıştı? Ayhan’ın durumuna tam olarak olmasa da diyaloglar kanalıyla değinen Ercan ve öyküyü taşımasına rağmen ismi zikredilmeyen “o” kadın, geçmişte ne yaşanmıştı da dava arkadaşlarını, yani Ayhan’ı satmışlardı? Yoksa satmamışlar mıydı? İşin aslı astarı farklı mıydı? Fakat her halükarda bahtsız Ayhan’ı mapus damında kaderine terk ettikleri, bundan mütevellit yıllar yıllar boyu ilgilenmedikleri kesindi. Sonra şu 1989 yılına ait kitap, hangi kitaptı? Kapital miydi? Yoksa herhangi bir aşk romanı mıydı? Eski bir eserin 89 basımı mıydı yoksa sahiden 89’da ilk kez yayımlanan bir eser miydi? Ayhan’ın iç sesi de duyulsa, Ayhan’ın içinde kopan fırtınalar da okuyucuya aktarılsa, öykü daha iyi bir hâle gelir miydi? Sorular, sorular, sorular…
Her sorunun cevabı verilse, her sır aydınlatılsa, okurun hayal gücüne hiçbir şey bırakılmasa… Doğrusu bu da olacak iş değil. “Zamansız” alt metinlerle ve girift olay örgüleri yaratılmak suretiyle, etkileyici bir romana, hiç değilse bir novellaya dönüştürülebilirmiş. Olsun. Zannımızca, bu haliyle de güzel.
Fark etti iseniz, alametifarikalar dedik ama hepi topu bir konuya yani politikaya takıldık kaldık. Oysa okuma esnasında (bir his olarak tabii) gözümüze çarpan en önemli durumlardan biri de, kitaptaki zengin kelime çeşitliliğiydi. Yayım onayı almış, dahası ödüle değer görülmüş bir eserin de, zahmet olmazsa bir parça kelime zenginliği sunması beklenir, diyenler olacaktır. Bu şekilde düşünenler varsa son derece haklılar. Bizim görüşümüze göre ödül alsın ya da almasın, o veya bu yayınevinden, şu veya bu yazarın kaleminden çıkmış olsun, fark etmez, okurlarla buluşturulan her kitap zengin bir kelime dağarcığı sunmalı, sunabilmelidir.
Birbiri ayarındaki (hem uzunluk hem nitelik anlamında söylüyoruz) diğer öykülerden en kayda değer bulduklarımız: Kefal Avı, Rüstem Çıkmazı ve Yağmurda Bir Yaltakçı isimli öyküler oldu.
Küçük insanın ya da mertebece düşük memurun diyelim, yaşamından izler yansıtan “Yağmurda Bir Yaltakçı” isimli öykü, Gogol’ün meşhur eseri Palto‘yu anımsattı bizlere hafiften.
Mesai arkadaşı Meral’le nişan arifesindeki Yaşar Hadioğlu’nun; yağmurla, elbiselerine bulaşan çamurla ve dahası, kırmızı yanaklı, aksi mi aksi şefiyle olan ‘sıkıntılı’ ilişkisini okuyoruz bu güzel öyküde.
Son bir not: efsanevi öykünün efsanevi memuru Akaki Akakiyeviç dostumuza da selam olsun buradan.
YAZAR HAKKINDA:

“Üzeyir KARAHASANOĞLU”
Üzeyir Karahasanoğlu, öykü, deneme, eleştiri, inceleme yazılarını çeşitli dergilerde, gazetelerde, seçki kitaplarında ve internet sitelerinde yayımladı. Halen Altıyedi dergisinin yayın kurulunda yer almakta.
Eşi Sevgi, çocukları Umut ve Ozan’la Zonguldak’ta yaşarken kurmaca ile gerçeğin iç içe geçtiğini bilecek kadar hayal kuruyor, okuyor, yazıyor.*
(*) Manos Kitap, Yazar Tanıtım Yazısı’ndan.
03.07.2022 © Novelius Edebiyat
“İnceleme: Geçmişi Beklemek” üzerine 2 yorum