Üç yıl önce bu zamanlar ilk romanını okurlarla buluşturmanın tatlı heyecanını yaşamakta olan bir hanımefendiyle, Şair ve Yazar Sayın Zehra Yiğiter'le tanışmıştım. O günden bugüne, o kadar çok kitap basıldı, o kadar fazla yeni yazar edebiyat dünyasına adımlarını attı ki, sormayın... Fakat Zehra Yiğiter cephesinden beklenilen (en azından benim beklediğim) o ikinci roman bir türlü gelmedi, belki de gelemedi. Durun durun. En iyisi tüm bunları ve çok daha fazlasını Zehra Yiğiter'e soralım.
"Zehra Yiğiter"
Novelius Edebiyat Adına Mehmet Bahçeci:
Merhaba Zehra Hanım. Sizinle Novelius Edebiyat çatısı altında buluşmak benim için büyük bir keyif. Kaleminizin hünerleriyle henüz tanışmamış okuyucularımız için kısaca kendinizden ve edebi çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Zehra Yiğiter
1964 Antalya doğumluyum ve halen burada yaşıyorum. Trakya Ünv. Mimarlık bölümü mezunuyum. İlköğretim yıllarımın tamamı okumakla, resim yapmakla ve şiir yazmakla geçti. Lise ve üniversite yıllarımda gezmeyi keşfettim ve bu dönemimi, okumak ve yazmanın yanı sıra gezmeyi, yeni yerler görmeyi de ekleyerek sürdürdüm. Üniversite sonrası, gündelik rutin hayat başladı. Evlilik, çocuk, çalışma hayatı ile artık kısıtlı zaman döngüsüne dahil olmuştum ve bu rutinden çıkabilmek epey uzun sürdü. Rutinden çıkmayı başardığımda, eski tutkularım beni hemen yakaladı ve yeni yerler görme tutkumu, yeni ülkeler, yeni coğrafyalar bulmak şeklinde genişlettim. Kitaplara tekrar elimi uzattım ve okumak, kaçınılmaz olarak yazmayı getirdi. Bu kez bir roman yazabilmek için yeterince olgunlaştığımı fark ettim ve ilk romanıma başladım. İlk romanımı, öncesindeki birkaç yıllık düşünme ve planlama dönemini saymazsak bir yılda bitirdim. Bitirdiğim roman, planladığım roman değildi. Kendiliğinden tamamen farklı bir konuya evrilmişti. Bir yıl süren bir çeşit trans halinde istemsizce yazmıştım. Bitirince, bir süre bekleyerek yazdıklarımı okudum. Sıkı bir okur olarak, okuduklarımı beğendim. Gerekli düzenlemeleri yaptım ve yayına hazırladım. Sonra tekrar okumaya döndüm ama içimdeki oluşan doygunluk yeni bir kitaba doğru sürükledi ve ikinci kitap için araştırmalarıma başladım.
Novelius:
Kurucusu olduğunuz Chill Yayınevi’nin yayıncılık prensipleri nelerdir? Kurumsal ya da butik, diğer yayınevleri ile kıyasladığınız vakit, onlardan farklılaştığınız noktalar var mı?
Zehra Yiğiter:
Kendi kitaplarımı yayınlamak ve takibini yapabilmek için yayınevi açmıştım. Mesleğimle ilgili işlerden dolayı yoğun çalışıyordum ve farklı bir işkolu olan bu alana, benimseyebileceğim kadar zaman ayıramadım. Bu nedenle, diğer yayınevleri ile ortak ve farklı noktaları değerlendiremeyeceğim kadar kısa bir zaman diliminde, birkaç kitap bastıktan sonra yayınevini kapattım.
Novelius:
Don Marquis, şiir kitabı basmayı, uçurumdan aşağı gül yaprağı atıp sesini beklemeye benzetir. Hem bir şair hem de bir yayıncı olarak, benzer duygulara kapıldığınız oldu mu?

Zehra Yiğiter:
Çok güzel bir tanımlama. Yayınevlerinin şiir kitabı basmama gerekçelerine iyi bir yanıt olmuş. Kısa süren yayınevi serüvenimde, aslında sorunun; herkesin yazması ama kimsenin okumaması olduğunu görmüştüm. Hayatın hızlı aktığı dönemlerde yaşıyoruz. Küçük bir azınlık dışında, insanlar yoğun ve yorgunlar. Zaman kısıtlı ve her şey çok hızlı tüketiliyor. Bu da kitapları yaşatan bir avuç insan kalmamız sonucunu doğuruyor. Şiir, duygulardan beslenen bir edebiyat türü. Şiir kitapları satılmıyor, bu yüzden de doğal olarak, ticari işletmeler olan yayınevlerince basılmıyor. Burada şiir kitaplarının neden satmadığını incelemek gerekir ki, bir şair olarak benim bile şiir okumadığımı, okuyamadığımı itiraf ediyorum. Hemen herkes hayatının erken döneminde, duygusal yoğunluğunu kağıda dökerek şiir yazmıştır, daha doğrusu şiir yazdığını sanmıştır. Gerçek şiir her ne kadar duygudan beslense de, kültürel birikim ve yüksek zeka gerektirir. Uyaklı olarak duyguların ifade edildiği şiirler ile yaşamın geç dönemlerinde kelimelerle oynayarak bilmece gibi yazılan duygusuz şiirler, insanların (en azından benim) şiirden uzaklaşmasına neden olduğunu, şiir kitaplarının da bu yüzden satmadığını düşünüyorum. Hatta buradan hareketle, şiiri kendim için, romanı ise herkes için yazıyorum diyebilirim.

Novelius:
Haruki Murakami, herkesin (en azından bir tane) iyi roman yazabileceğini, hatta bazılarının ilk romanıyla büyük başarılar elde edebileceğini söyler. Gerçekten de edebiyat tarihi “harikulade yazılmış ilk roman” örnekleriyle doludur. Fakat bu çok iyi ilk romanların yazarlarından çok çok küçük bir kısmı yazarlıkta kalıcı olmayı başarabilmiştir. Bu noktada ne tür saikler devreye giriyor olabilir? Ve siz, bildiğim kadarıyla tarihi bir roman üzerinde çalışıyordunuz en son, bu çalışmanız ne durumda?
Zehra Yiğiter:
Kitaplarımı yazarken, kendi beklentimin de bu yönde olması dolayısıyla okuyucunun, kitaptan bir şeyler öğrenmesi, kitabın ona bir şeyler katması gerektiği kanısındayım. Okuyucu harcadığı zamanın karşılığını alabilmelidir. Hepimizin zamanı değerli ve kitaplar bunun için var.
Tarihi bir roman yazmak, çok fazla araştırma gerektiren bir tür, o nedenle üç yılımı araştırmayla geçirdim. Şiir kendim için yazdığım, bir saatte yazıp bitirebildiğim, günlük yaşamımdan eksiltmeyen, tam tersine doygunluk katan bir tür. Roman ise çokça zaman, sabır ve disipline ihtiyaç duyuyor. Kesintisiz zaman bulma şansım çok yüksek değil, ayrıca sizin de belirttiğiniz gibi tarihi roman benim için farklı bir tür, o nedenle araştırma, oluşturma, çelişkileri bulma ve yazma aşamaları uzun sürüyor. Şu an üç-dört bölüm yazmış durumdayım.
Novelius:
“Hayatın İnsanları” Romanınızın karakterlerine baktığımızda, nehirlerden yola çıkarak, Terme, Sığla, Aras, Riva, Tunca gibi isimler verdiğinizi görüyoruz. Bence bu, okuma zevkimizi artıran gayet orijinal bir fikirdi. Bundan sonraki romanlarınızda da benzer sürprizler olacak mı?

Zehra Yiğiter:
Evet, kesinlikle. Yeni romanım, M.Ö. 450.000’li yıllarda gezegenimizde ortaya çıkan ve ilk insansılar olduğu varsayılan canlıların yaşamından kesitler içeriyor. Bu yaşam formunu, ilk uygar insan Adopa’nın zihninden anlatmaya çalışıyorum. Sıra dışı bir roman olacağını ve anlamlandıramadığımız davranışlarımızın genetik kökenlerine ulaştırmayı amaçladığımı söyleyebilirim.
Novelius:
Üzerinde çalıştığınız konuyu oldukça ilginç bulduğumu ve okuma zevkime hitap ettiğini itiraf ediyorum. İlkel çağlar ve Adopa demişken, yeni romanınızın konsepti, Jack London’n evrim tartışmalarını beraberinde getiren “Ădemden Önce” sini hatırlattı bana. Okuduğum en orijinal kitaplardan biriydi…
Zehra Yiğiter’e göre “iyi okur” olmanın yolu hangi tür eserleri okumaktan geçiyor? Ve bu kitapları ne şekilde okumalıyız ki, okurluktan yazarlığa uzanan dik yokuşta nefesimiz kesilmesin?
Zehra Yiğiter:
İlkokul yıllarımdan beri babamın tüm tanıdıklarından toplayıp getirdiği kitapları okumaya başladım. Onları okurdum ve babam iade eder, yenilerini getirdi. Bu arada belirtmem gerekir ki, babam çevresinin çok geniş olmasını gerektiren bir işte memur olarak çalışıyordu. Bu şekilde liseye kadar olan dönemimde, o zamanlar 50.000 nüfuslu bir şehir olan Antalya’daki evlerin çok büyük çoğunluğunun kütüphanesindeki kitapları okudum. Dolayısıyla kitap seçme şansım yoktu, aslında iyi ki de yoktu. Her tür kitapla tanışmış oldum. Kitap satın almaya başladıktan sonra, psikoloji kitaplarına yönelmeye başladım. Önerim ise okuyucunun kendini zorlamaması, özellikle başlangıçta sevdiği türleri okumasıdır. Okumak; aslında yazmaktan daha zevkli. Özel bir alan ve kesintisiz zaman gerektirmeyen kolay bir uğraş. İyi bir okur, aynı zamanda yaratıcı ve yetenekli ise yeterli birikim ve doygunluğa ulaştığında kendiliğinden yazmaya başlar diye düşünüyorum.

Novelius:
Mimarlık ile yazarlık konusunu konuşalım. Siz her ikisinde de mesai harcamış bir isimsiniz. Bu iki farklı işin birbirine yardımcı olduğu noktalar var mı? Mesela birçok unsuruyla “iyi” bir romanı var etmek, mimari bir şaheserin eskizini çizmek gibi bir şey midir?
Zehra Yiğiter:
Mimarlık da yazarlık gibi yaratıcılık gerektiren bir sanat dalı. Kaliteli ve farklı bir projeyi bitirdiğinizdeki duygu ile bir romanı bitirdiğinizde yaşadığınız duygu hemen hemen aynıdır. Bu egonun yükselmesi olayı değil. Her ne kadar egonun yukarılara çıkmasına hizmet etse de, gerçekten yaratıcı bir insan, bir eser ürettiğinde, üstünlük duygusuna kapılmaz, tam tersine içinde biriken enerjiyi boşaltmış, yükünü atmış, hafiflemiş hisseder. Tıpkı doğum olayı gibi. “Bunu ben yaptım”, “bu benim” duygusu küçük ruhlarda oluşur, büyük ruhlar ise sancıdan kurtulmuş, yeni bir doğum için hazırlanmaktadır.
Novelius:
İlham konusunda neler söylemek istersiniz? Yazmak uğraşı, açık denizdeki bir yelkenliyse eğer, “ilham” için de yelkenleri şişiren rüzgârdır denilebilir mi?
Zehra Yiğiter:
İlham yelkenleri şişiren rüzgardır, bu doğru. Rüzgar ise genellikle kasırga şeklindedir, acı verir, incitir, sancılardan beslenir. O yüzden de, pek mutluluk şiirleri, mutlu romanlar olmaz. Nazım’ın dediği gibi “mutluluğun resmi”ni yapabilmek zorluk derecesinde üst sıralardadır.
Novelius:
Hayatın İnsanları, psikolojik tahlilleriyle, karakterlerin iç dünyalarının ortaya konulmasındaki başarısıyla öne çıkan bir eserdi. Açıkçası, sizin psikolojik gerilim türüne yatkın olduğunuzu ve bu kanaldan ilerlemeniz gerektiğini düşünmekteyim. Bu tabii benim şahsi fikrim. Önemli olan sizin ne düşündüğünüz. Bu çerçevede siz kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zehra Yiğiter:
Özellikle belirtmek istiyorum ki, sizin fikriniz benim için çok önemli. Çünkü siz, az sayıdaki gerçek okurlardan birisiniz. Romanımı çıkar çıkmaz satın alıp, okudunuz, inceleme yaptınız ve kitabımı okuyan yüzlerce arkadaşımın hiçbirinin fark etmediği bir gerçeği gördünüz. İpuçlarını izleyerek satır altlarını görebilmek ancak gerçek okurların fark edebileceği bir şeydir. Bu nedenle, zaten eğilimim de bu yönde olduğu için önerdiğiniz yolda ilerleyeceğim.
Novelius:
En sevdiğiniz beş yazar?
Zehra Yiğiter:
İrvin Yalom, Orhan Pamuk, Murathan Mungan, Yaşar Kemal, Ernest Hemingway.
Novelius:
Mutlaka okumamızı önereceğiniz beş eser?
Zehra Yiğiter:
Öneri olarak, okuduğum yüzlerce kitaptan zihnimde kalıcı yer edenleri sunabilirim.
İki Şehrin Hikayesi, Divan, Tüfek, Mikrop ve Çelik, Cennetin Doğusu, Yüzyıllık Yalnızlık.
Novelius:
Kıymetli vaktinizi ayırdığınız için sonsuz teşekkürler. Son olarak, Novelius Edebiyat aracılığıyla, yazma heveslisi dostlarımıza neler önermek istersiniz?
Zehra Yiğiter:
Belli bir yetkinlikte yazılar yazabilmek için önerebileceklerim; öncelikle okumaya doymayı beklemek, zamanı tutumlu kullanmak, mükemmellik hedefi olmadan yazmak ve sonra yazdıklarınızı unutacak kadar vakit geçince başka birinin zihniyle okuyarak tarafsız değerlendirebilmek.
“HAYATIN İNSANLARI” ROMANINDAN BİRKAÇ ALINTI:
Saf ve şiirsel dünyalarında dışarıdan renksiz görünen, kendi yarattıkları neşeyle suladıkları bir hayat yaşıyorlardı.
Hayatın İnsanları, Zehra Yiğiter, Chill Yayınevi, Sayfa:105
Ufak tefek farklılıklar olsa da, insanların hayatları birbirine benzerdi; büyük çoğunluğun hayatı sıradan, bazı şanssızların ise acıklı.
Hayatın İnsanları, Zehra Yiğiter, Chill Yayınevi, Sayfa:99
…Dünyayı hırs ve kıskançlık yönetiyor. Aşk değil… Güzellik değil… İyilik hiç değil.
Hayatın İnsanları, Zehra Yiğiter, Chill Yayınevi, Sayfa:38
İnsanın, yaşamıyla ilgili hoşnutsuzluk yaşadığı anlarında şaşmaz bir şekilde çocukluğu gelir aklına.
Hayatın İnsanları, Zehra Yiğiter, Chill Yayınevi, Sayfa:13
03.04.2022 © Novelius Edebiyat – Mehmet BAHÇECİ
“Zehra Yiğiter Röportajı:” üzerine bir yorum