“Tereddüt Çizgisi” Romanı İmza Günü ve Edebiyat Sohbeti:

15.05.2022 © Novelius Edebiyat

Yayına Hazırlayan: Mehmet BAHÇECİ

14 Mayıs 2022 Tarihinde, Kadıköy Mephisto Kitabevi‘nde, Yazar Necla Akdeniz’in Agora Kitaplığı Yayınevi’nden çıkan son romanı “Tereddüt Çizgisi” için tertiplenen imza gününe katıldık. Pek çok kıymetli konuğun katılımıyla adeta bir edebiyat şölenine dönen bu keyifli toplantı da birçok konuya değinildi. Edebiyat sevdalıları için değerli olduğuna inandığımız tüm bu konuşmaları, içeriğine müdahale etmeden ama okuyacakların okuma zevkini düşünerek konuşma dilini yer yer kitabi dile çevirmek suretiyle nazarı dikkatlerinize sunmaktan mutluluk duyuyoruz.  

“Tereddüt Çizgisi Romanı İmza Gününden Bir Kare…”

Konuşulanları aktarma faslına geçmeden öne, dilerseniz imza günü etkinliğine şöyle hızlıca bir göz atalım…

İmza gününün moderatörlüğünü, Yazar ve Yönetmen Korkut Akın üstleniyor. Dolayısıyla, Korkut Bey hem Yazar Necla Akdeniz’le birlikte akışı yönetiyor hem de günün yıldızı Tereddüt Çizgisi romanı özelinde düşüncelerini paylaşıyor, ayrıca genel anlamda edebiyatla ilgili görüşlerini dile getiriyor.

Kendisinden “Neboş” ismiyle bahsedilen (sonradan Korkut Bey’in annesi olduğunu öğrendiğim) çok tatlı ve muhterem bir büyüğümüz sahneye davet ediliyor ve kitaba ilişkin düşüncelerini aktardığı, bilhassa kitabın kapak görselini eleştirdiği bir konuşmaya imza atıyor.

Sonra sahneye bir başka değerli isim çağırılıyor. Bu isim Şair Sezai Sarıoğlu. Hepimizin beğeni ve ilgiyle takip ettiği, siyasetten, felsefeye, hayata dair sorunlardan edebiyat kuramına varıncaya değin oldukça geniş bir yelpazede kulaklarımızın pasını siliyor.

Sezai Bey’in ardından önemsiz şahsım, yani bendeniz söz istiyor. Böylece bir küçük konuşmaya da Novelius Edebiyat adına bendeniz Mehmet Bahçeci imza atıyor.

Ve elbette ara ara konukların soruları ve katılımlarıyla devam eden etkinliğin finalinde Yazar Necla Akdeniz okurlarına kitaplarını imzalıyor…

Günün özetini de bu şekilde yaptıktan sonra, asıl önemli mevzuya gelelim, yani konuşulanları paylaşarak devam edelim:

Yazar Necla Akdeniz:

Sevgili arkadaşlar, hepiniz hoş geldiniz. Çok mutluyum sizlerle birlikte olduğum için. Öncelikle şeyi söyleyeyim, ben geç yazmaya başladım, hep bahsediyorum bundan, geç yazdım ve kendimi uzun süren bir uykudan uyanmış ve asıl yapması gerekeni hatırlamış biri olarak hissediyorum. Yani çok uzun bir hayatı, çalışarak, koşturarak geçirdim ve sonra dedim ki, tamam, ben artık yazmaya başlayacağım, ki, beş yaşından itibaren büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarında, yazar olacağım derdim. Ama olmadım. Yani yok işte okul bitti, çocuklar büyüdü, iş hayatı, evlilik, ayrılık, şu bu falan derken, en sonunda bir gün dedim ki, yok artık bu iş böyle olmuyor. Hemen şirketi devrettim. Şirketim vardı ve oturdum 2015 yılında, oturuş o oturuş. Yani günde, hiç abartmıyorum, on saat yazıyor, beş altı saat de okuyorum. Yani on altı saatimi tamamen masa başında geçiriyorum.

“Yazar Necla Akdeniz’in son romanı…”

İlk romanım “Gök Kuşaksız” 2018 Yılında çıktı. O dönem 2015’de, Türkiye Cumhuriyeti’nin en kanlı katliamı olan, Ankara Garı katliamında hayatını kaybeden İzmir’li LGBTİ aktivisti bir kadın, Berna Koçdağ’dan esinlenilerek yazıldı. Onun ardından “Kaotika” çıktı. Hemen bir sene sonra 2019’da. Sonra, düşünme, okuma, araştırma gibi faaliyetlerle geçen üç yılın ardından 2022 Yılının Nisan ayında Tereddüt Çizgisi romanım yayınladı. Bu arada, romandan sonra öykü de yazmak istedim. Roman yazarak başladım, öyküyle devam ettim, ölmeye yakın da şiir yazacağım, hocam ne dersiniz? Çok ilginç, hayatımda yazdığım ilk öyküdür, ilk öyküyü de KAOS GL’ye gönderdim. Onların geleneksel bir kadın kadına öykü yarışması var. Her sene düzenlerler ve 27 Nisan’da da Lezbiyen Görünürlük Günü’nde açıklarlar. Ben öyküyü gönderdim, unuttum yani… Bir gün önce 26 Nisan’da biri arıyor, biz KAOS GL’den arıyoruz, jüri ödülünü almışsınız falan dedi. Öyle yani… Çok güzel, beğendik öykünüzü, jüri de çok beğendi… Yani çok güzel bir övgüyle karşılaştım. Durum budur.

“Yazar Necla Akdeniz’e ait eserler…”

Moderatör Korkut Akın:

Daha önce Kaotika kitabıyla ilgili de yine burada buluşmuş ve konuşmuştuk. Dolayısıyla burası artık bizim diyebileceğimiz bir yer. Onun için siz de iyi ki geldiniz… Bilmiyorum, Tereddüt Çizgisi’ni okuyanınız var mı? Evet… Arkadaşım okumuş… Büyük ihtimalle buradan çıktıktan sonra, eve giderken yolda kitabı karıştırmaya başlayacak ama kitabı bitirmeden elinizden bırakmayacaksınız, inanılmaz heyecanlı ve farklı bir şekilde ilerliyor, öyle ki, karşılıklı konuşmaların olmadığı, aslında olay örgüsüyle değil ama anılarla ve durumla ilerleyen bir roman.

Bir ilginç noktasını söyleyeyim, madem LGBTİ bireylerden başladık, romanın kahramanının cinsiyeti yok. Erkek? Evet, erkek. Ben okurken erkek de oldu ama bir yerlere geldiğim de acaba daha çok kadın mı? Sonra kadın da oldu. Yok, galiba erkek? Yani roman kahramanının cidden bir cinsiyeti yok. Kim neyi nasıl istiyorsa, kim neyi nasıl düşlüyorsa öyle. Ve sanıyorum erkek gibi ama kadın, kadın gibi ama erkek diyebileceğimiz bu kahramanla, değişik ve farklı düşler geliştiriyoruz. Geçtiği yeri aydınlatan, bize yeni bir ışık huzmesi yaratan değişik ve farklı bir kahraman. Onlarca soru işaretini çözüyor yazar. Ve okurken sizin kafanızda da onlarca hatta yüzlerce soru işareti oluşuyor. Ve siz de her birini teker teker çözüyorsunuz ancak şöyle bir nokta var, o hep olan bir şeydir, her çözdüğünüz soru işareti karşınıza on tane daha soru işareti getiriyor. Ve inanılmaz bir hareketlilik. Ve inanılmaz bir heyecanla devam ediyor roman.

Şimdi Sevgili Necla kitabın hemen başlarında şöyle bir şey diyor: “Bu dünya, bu yıldızlar, bu evren, her gece gördüğümüz düşler tarafından yaratılıp şekilleniyor.” Ben buradan yola çıkarak şunu diyorum: bir kitabın çözümlenmesini yazar değil okur yapar. Öyleyse okurla birlikte çözümlenecek. O zaman işte bir yerde kesişiyoruz bu anlamda yazarla. Sonra yeniden ayrılıyoruz. Çünkü diyor ki: “Zamanın bir noktasında takılıp kalmış insan evlatlarıyız.” Sahi ne demek istedin orada? Ya da romanın kahramanı Rüya ne demek istedi?

Necla Akdeniz:

Aslında Rüya’dan biraz bahsedeyim, söylediğin gibi. Aslında Rüya kendini ne kadın ne erkek olarak hissediyor ama hayvanlara daha çok yakınım diyor. Hayvan olmayı deniyor, bitki olmayı deniyor. Kendini insanlıktan sıyırmak için bir sürü denemeleri oluyor. Kendi tabiriyle: “unutmama hastalığına” yakalanmış bir kadın Rüya. Doktorların tabiriyle şizofren, çevresinin tabiriyle kaçık kadın, arkadaşlarının tabiriyle ucube. Sürekli bir isim takıyorlar ona. Ama o kendini hiçbir şekilde hiçbir şeyle sınırlamak istemiyor. Bir anlamda post hümanist bir roman. Yayınevimizin sahibi Osman Akınhay’dan çıktı bu ifade. Necla Hanım, bir manifesto yazmışsınız dedi. Yani öyle deyince, ya evet bu bir manifesto olarak da okunabilir dedim. Post hümanist bir manifesto olarak okunabilir. Çünkü aslında post hümanizm şu: insanın sonrasını tanıma ama insanı aşmak değil yani insanı reddedip onu biyolojik insan olmaktan çıkartıp, teknolojik insan yapma, bir android yapmak için değil; insana, doğaya yabancılaşan, gitgide doğaya yabancılaşan, doğayı esir alan, insanın çözülüp yerine doğaya yakın, bütün canlılara, bütün organizmalara yakın, hepsi ile bir arada yaşayabilecek bir dünya tasarımına sahip Rüya. Yani bunu yapmak istiyor ama tabii ki artık romanda görülecektir bunlar.

Korkut Akın:

Bu çerçeveden yola çıktığımız zaman önemli bir çevreci de aslında “Tereddüt Çizgisi” Yani Karadeniz kıyılarında maden araması ile yok edilen yeşilden, Ege’de Zeytin ağaçlarını yok edenlere, Valide Bağı’nı yok etmeye çalışanlardan, HES adı altında nehirleri kurutanlara da bir cevap. Hatta biraz da siyaset katarsak işin içine, zamlarla birlikte siyaseten de sıkışmanın, tarımsal üretimi yok etmesi de söz konusu. Bunların hepsine birden baktığımız zaman, çevreci bir yanı da var.

Necla Akdeniz:

Post hümanizm zaten, onu söylemeyi unuttum, aslında çevreci bir hareket. Yani feminist ve çevreci bir hareket. Lgbt’yi destekleyen, aslında bütün sisteme karşı olan, sisteme bir şeyler söylemek isteyen bütün hareketleri destekleyen, bir artık dönem diyelim. Yani post hümanist bir çağa girmiş olduğunu kabul ediyor ama ne kadarı ne kadar uygulanıyor ne kadar uygulanmıyor?.. Fakat çevrecilik, ekolojik felaket de bu işin içinde. Sorumluları hep. Yani dünyayı mahveden kapitalist sisteme karşı yazılmış bir kitap ve Rüya da tamamen bunlara karşı.

Bir katılımcının sorusu: Romanda soykırım ögeleri geçiyor mu?

Necla Akdeniz: Yok. Yani soykırımlara değinmedim romanda.

Korkut Akın:

Tam burada, arkadaşımızın sorusu ile bağlantılı olarak sormak istiyorum, kahramanımız diyor ki, “Söyle, hangi Tanrı’ya şikâyet edeyim seni?” Yani arkadaşlar biliyor ama bir de sizden duyalım, bu gözü dönmüş insan denen mahlukatı hangi Tanrı’ya şikâyet etmek gerekir?

Necla Akdeniz:

Bir Tanrı varsa ve insanların oluşumuna veya canlıların oluşumuna kaynak olan, onlara kıyamazdı herhalde yani… Romanda: “Hangi Tanrı cezalandırılabilir kendi doğurduğunu?” deniliyor devamında. Yani öyle bir şey.

Konuşmasını yapması için Saygıdeğer Neboş Hanımefendi sahneye davet ediliyor…

Neboş Hanımefendi:

Korkut ara ara bana uğrar. Bir baktım, elinde kitaplarla gelmiş. Okuduğu kitaplardan benim sevebileceğimi bildiklerini alır getirir. Ben de okurum onun sayesinde. Çok kitap okuyorum, getirdiği kitabı şöyle bir elime aldım, bu arada işi varmış o hemen çıktı, kitabın kapağı bana hiç keyifli gelmedi. “Allah Allah” dedim. Yani okunmaz bu. Arkasına baktım, bana oku beni diyecek bir şey var mı diye. Baktım orada da diyen yok. Ama altta Necla göz kırpıyor (kitap kapağının sol alt köşesinde yazarın adının geçmesinden bahsediliyor) boynunu bükmüş, “ne olur oku” diyor bana. Ben de hadi dedim, ona haksızlık yapmayayım, onu kırmayayım, okuyayım dedim.

Bir başladım… Şöyle oturmuşum alelade, bir başladım, bir iki sarı başımı kaldırdım, kaşlarımı kaldırdım, ondan sonra biraz daha okuyunca, şöyle bir koltuğa yerleştim, yerleştim ama elimden bırakamadım. Tek kelime ile güzel bir kitap. Tek kelimeyle. Başka bir şey değil. Okurken hem melek sanıyorsunuz hem de düşünüyorsunuz. Yazar elimden tuttu. Hayal serüveninin peşinde koşuyor, nereye gidiyoruz diye merak ediyorsunuz okurken. Derken, kitap kendini okutmaya devam ediyor. Ve size haber vermeden bitiveriyor. Şaşırıyorsunuz. Yaprakları şöyle bir geri çeviriyorsunuz yavaşça. Evet güzelin ötesinde diyorsunuz. Bu nasıl güzel? Bildiğim güzel değil, bambaşka anlamda bir güzel. Özlemlerin hayallerin rüyalarını bugünün olayları ile harmanlamış. Aralara serpiştirilen güzelden güzel tasvirleriniz aşurenin fıstığı fındığı gibi çıtır çıtır…  Hoş bir tatlı gibi tatlandırılmış ve sürükleyici bir kitap. İnanıyorum, bu kitap seni çok çok çok uzun yaşatacak. Hiçbir şey dört dörtlük değildir. Her güzelin bir kusuru vardır. Biz de bu kusurlarımızla daha iyiyi daha güzeli buluruz. Kusurlar bizim bizi insan yapan tarafımızdır. Gene bu bilginin bilinciyle sormadan edemiyorum yaşadığımız bu sıkıntılı günlerde kitabın kapak resmini görsem kitapçıda, yine cinayet, ölüm, acı mı diye düşünerek elime almam bile.

Bu bölümde Moderatör Korkut Akın Bey, Yazar Necla Akdeniz’e kitaptan bir pasajı okur. Bu pasajda edebiyatla ilgili birtakım düşünceler dile getirilmektedir… Korkut Bey, buradan hareketle, Necla Akdeniz’e edebiyat nedir sualini yöneltir.

Necla Hanım soruyu çok kapsamlı bulur ve: “Edebiyat nedir? Çok uzun bir soru, bence Edebiyat nedir sorusunu hocama soralım, Sezai hocam da burada. Sezai Saroğlu.” Der.

Şair ve Yazar Sezai Saroğlu: “Ben soru sormam genellikle. Cevap sorarım.” Der ve katılımcıların kahkaha ve gülüşmeleri salonda yankılanır. 

Necla Akdeniz, edebiyat nedir sorusunu yanıtlamak üzere devam eder.

Necla Akdeniz:

Siz varken, şimdi ben edebiyat nedir sorusuna kendi çapımda bir şeyler diyeceğim, her şeyden önce bir kere edebiyat bana göre felsefeden ve ilimden önce gelir. Edebiyat dünyayı yorumlar, önce onun tasvirini yapar, bir forma sokar, sonra felsefe onu kavrama dönüştürür, uygulamaya sokar. Yani edebiyat aslında her şeyin başıdır.

Katılımcılardan gelen bir soru üzerine yazar kitabın isminin neden “Tereddüt Çizgisi’ olduğunu, neyin tereddütünden bahsedildiğini ve bu ismi koymasındaki amacı açıklamaya girişir:

Necla Akdeniz:

Şimdi aslında şöyle oldu, ben romanın ismini ilk bulduğum an sadece isme çarpıldım. Yani yazacağım konuya falan değil isme çarpıldım. O kadar şiirsel geldi ki bana. Ama aslında sıradan bir adli tıp terimiymiş ve bilek kesmek suretiyle vuku bulan ölüm vakalarında, eğer insan ölmeye karar verse bile ilkin bileğini bir tereddütle kesiyormuş. Yani birkaç denemeden sonra kesiyor. Eğer bilekteki ya da boğazdaki çizgi düz bir çizgi ise bu bir cinayetmiş ve adli tıp ilgileniyormuş. Çoğu insanın da bunu bilmediğini gördüm.

Söyleşinin bu bölümünde Yazarı Necla Akdeniz’in eski bir arkadaşı olan Ahmet Bey söz alır. “Tereddüt Çizgisi” romanını okumuş ve beğendiğine ilişkin düşüncelerini paylaşmaktadır. Konuşmasını kitaptan ilgi çekici bir cümleyle bitirir: “Cinsel yolla bulaşan en tehlikeli virüstür aile.” 

Şair Sezai Sarıoğlu sahneye davet ediliyor…

Sezai Sarıoğlu:

Yeni kitabın Tereddüt Çizgisi’ni de okudum. Aslında biz evcek okuduk, önce eşim okudu. Ben kitapları şöyle okuyorum: önce bir düz okuyorum, sonra tersten okuyorum, notlar alıyorum. Kitap delik deşik oluyor yani bir sunum yapacakmışım gibi okuyorum. Diyelim ki bir saatlik bir sunumu nasıl yaparım?.. Kitap üzerinde öyle bir mantalite ile özetin özetini size söyleyeyim, birincisi, kıymetli olanlardan biri şu: üç romanda edebiyat alanında yer açmak eskilerin deyimiyle “marifet iltifata tabidir” derler, derlerdi eskiden çünkü bu alan çok kirli bir alan. Edebiyat alanı çok kirli bir alan. (Bkz. Edebiyat Ödülleri Gerekli mi? Başlıklı makalemize…)

Sanata dair bütün alanlar kirli de şimdi spesifik olarak edebiyat üzerine konuştuğumuz için Ego merkezli hayatlar mı istersiniz Ego yarışmaları mi istersiniz, ödül üzerine yapılan yarışmalar mı istersiniz… Sınıflandırmalar, mesajınız, yani siyaseti eleştirdiğimiz her şeyin yeniden üretildiği bir alan olduğu için şimdi böyle bir alanda, böyle paylaşılmış bir alanda, parsellenmiş bir alanda, ünlüler, ünsüzler, amatörler, profesyoneller, eskiler, yeniler, ustalar, çıraklar bir sürü kategorilerle parsellenmiş bir alanda sonradan gelip yer açmak çok zor, meşakkatli. Bir şekilde torpiliniz olacak. Birisi, ünlü bir yazar elinizden, dilinizden tutacak, takdim edecek. Böyle de sürüyor hikâyeler. Veya kendi kıymetinizle orada var olacaksınız. Kitaplarınızla yer açacaksınız orada. Necla Hanım’ın bu konumu böyle bir konum. Üç kitaptan sonra alanda yer açmak kıymetli bir şey.

Şunu da söyleyeyim, siyasetten edebiyat alanına geliyorsanız, lanetlisiniz demektir yani iki üç kere daha yer tutamazsınız alanda. Çok zordur yani… Bu nedenle hem sonradan gelip hem siyasetten de geliyorsanız, işiniz çok daha fazla zordur demektir. Bu anlamda çok kıymetli biri, bu örneklerden biri şimdi Sait Faik Öykü ödülünü aldı. Kâmil Erdem, 68 kuşağından sayılır. Çok geç başladı. Çok kıymetli bir yer tuttu.  

Buna bağlı olarak ikinci not düşmek istediğim şu: bence itirazlardan biri Necla’nın aklından böyle geçmiş olmayabilir, ben okur olarak böyle söylüyorum ve okur olarak okuma yapıyorum, itirazlarından biri bizim mahallenin bir algısına itiraz, ben 92’den itibaren yattığım için bu anlamda da aramıza hoş geldin, şu bizim mahallenin çocukları dünyayı yorumlamak ve değiştirmek sadece siyasete ait, siyasetin kavram ve kategorilerine ait bir fikriyat, teori ve pratik zannediyor. Yani dünyayı değiştirmek, bir partiye, bir fikriyata, bir merkez komitesine, bir teorisyene bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.

Şimdi buradan hareketle de dünyayı yorumlamak ve değiştirmeyi sadece siyasete havale ederseniz, romandan şiire, edebiyata yani sanatın bütün alanları karşınıza dikilir. Sanatın bütün ürünleri veya sanatçılar dünyayı yorumlamak ve değiştirmek siyasete bırakılmayacak kadar ciddi ve meşakkatli bir iştir. Evet, o zaman edebiyatın bugünkü veya sanatın bugünkü talebi siyaset karşısında eşitlik talebidir. Yani biz eşitlik talep ediyoruz. Hatta bu geçici bir eşitlik olacak, tırnak içinde, sanat daha ötesini gösterir düşleri gösterir taktik engellerle filan yazılan bir şey değildir. Bunu bu yanıyla da çok önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani başka türlü düşünmek gerekiyor burada bir başka şey kitabın kendisi orada şeyi söyleyeyim sen söyledin ya demin post humanist manifesto, evet ben tanımlardan korkan biriyim, tanımlardan çok korkarım. Tanımlar içeriklerinden daha fazlasını dışında bırakırlar. Kavramların böyle bir şeyi vardır. Buna eskiler tarifin tarifi derler yani kendisi ile ilgili olanları içeren ilgisizleri dışında bırakan. Şimdi tarih böyle bir şeydir. Edebiyata gelirsek de oradan şöyle bir hikâye vardır, ben de uydurmuş olabilirim bu hikâyeyi, rivayet odur ki, her şey için tanım buldu denir, tanımcı yani, bir tane hikâye kahramanı yani tanımayı yani bir şey buluyor tarif ediyor bir şey buluyor tarif ediyor. Fakat üç şey için tarif bulamıyor: aşk şiir ve devrim. Bunların tarifi yok diyor buna edebiyatı da ekleyebiliriz. Bunlar tanımsız şeyler, ucu açık şeyler.

“Necla Akdeniz kitaplarını imzalarken…”

Kitabın mizanpajına ilişkin de bir şeyler söyleyeyim yani şimdi fikri açıklayınca yeniden bakabilirsiniz şimdi ama yine de ben şey diyorum yani kitabın arka kapak yazısı, ön sözler çok risklidir. Yani kitaplara önsöz yazılmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Arka kapaklardaki yazıların okuru yönlendirdiğini düşünüyorum. Yani bunları mümkün olduğu kadar ya minimalize etmek lazım ya mizanpajı da buna göre yapmak gerektiğini düşünenlerdenim. Bir mesele daha, yumurta atmadan biri, sizi yakalamışken, Neboş, sana bakarak anlatıyorum ki beni de idare etsinler diye. Ya bir de şöyle bir şey var şimdi, Necla’nın derdi var, politik, insana dair hepimizin derdi var niye yazarız, neden yazarız soruları vardır. Cevaplarından daha çok derdi vardır, soruları vardır, yaraları vardır. Yani her edebiyat ürünü ya da sanat ürünü yara beyan eder. Hani ben kendi terminolojimde, işte şiir, aşk ve devrim yaradır. Yaraların beyanı esastır. Yaralarımız olduğu için yazarız biz. Necla’nın da belli ki yaraları var. Peki bu yara ne? Bence buradaki temel kritik şey: verili dünyaya, yani bize verili dünyaya, yani politik olarak, emperyalizmdir, kapitalizmdir, bir sürü bir sürü adlar olabilir, verili dünyaya, verili dünyanın kavramlarına, verili dünyanın adlandırmalarına ve verili dünyanın insan dahil işte bu adlandırmalarına itirazdır. Bu yanıyla da tabu kırıcı. Önceki kitapları için de söylemiştim bu tabiri, bu yanıyla da çok önemlidir. Yani tabu ve tabu ilan edilen bedenler olabilir, aşk, cinsellik, sevgi, orgazm olabilir, LGBT veya insana dair tanımlanmış bütün alanlardan şüphelenip, onlara itiraz edip başka bir şeye de bakalı mı, yani onların cevabını veren değil başka bir şeye de bakalım, şuradan da bakalım… Bu nedenle de demin bir arkadaşımız söyledi, bu tür kitapların itina ile izinin sürülmesi lazım. Yani düz okumalara uygun bir kitap değil. Dönüp dönüp okunması gereken kitaplar vardır. Bu labirentten çıkmak için, yani bir ip bağlayacaksınız kendinize mitolojideki gibi kaybolmamak için arada duracaksınız, o yükle kitabın dışına çıkacaksınız, arada notlar alacaksınız. Yani düz okumayı, düz okuru reddeden, onun yerine organik okur, düş okur, okur-yaşar okur diyorum ben, yani okur-yaşar okuru talep eden bir okuma. 

Şimdi burada, aile denilen kurumun aşk, aile, cinsellik vesaire vesaire vesaire… Bunların  hepsine bir soru işareti koyan, daha doğrusu daha büyük bir cümle ile modernizmin bize sunduğu, pozitivizmin bize sunduğu, çizgisel tarihin bize sunduğu bütün kavram ve kategorilerden şüphelenip, ya bir de şuradan bakalım başka bir iz süreli mi konusunu dile getiren bir kitap. Bu anlamda da bu lafı tırnak içine alalım, yeni bir kâinat tasavvuru, yeni bir varlıklar tasavvuru… Edebiyat meraklıları için şunu söyleyeyim buradan hareketle, ben mesela edebiyatta melezlikten yanayım. Yani artık ya bireysel asimilasyonun reddine bağlı, diğer değişle asimilasyonun zorla teslim almaya, asimilasyonun reddine dayalı edebiyatta veya sanatta veya insana dair bütün hallerde, pozitif anlamda kullanıyorum, bir melezlik, asimilasyonun reddine dayalı bir melezlik var. 

Mesela benim bir şair arkadaşım var. İsmi önemli değil. Son iki kitabında, ünlü de bir şair, hep alıntılar üzerinden gidiyor. Bir bakıyorsun birinden alıntı, öbüründen alıntı, yani alıntılara bakmaktan, hani ön sevişmeden diyorum ben ona, ön sevişmeden sevişmeye fırsat kalmıyor. Ölüp bitip gidiyorsun yani. Alıntılar, alıntılar, alıntılar… Ya diyorum sen alıntı mı çalıştın? Kitap mı çalıştın? Bitiriyorum. Notlarım epey uzun…

Bu “atık” meselesinin tartışılması çok önemli bir şey. Bugün artık bütün dünyada atık üzerine teorik çalışmalar var, insanın bir atık olduğu meselesi, atık üzerine felsefi kültürel çalışmalar var. Yani oradaki insan bir atıktır lafının üzerinden itina ile iz sürülür dedim ya, iz sürülmesi lazım. İnsan, atık nedir ne değildir, bu felsefede nasıl tartışılıyor, ne yapılıyor, vesaire… Bunu da önemsiyorum. O deminki söylediğimi şöyle not almışım: bilgi ile imge, bilginin kurguya yedirilmesinde pürüzler var demişim. Siborg Manifestosu gibi, Kurtlarla Koşan Kadınlar gibi, yani onlar, isimleri zikredilmeden kitaba yedirilebilir şeylerdi. 

Ve sahneye Bendeniz çıkıyorum. dinleyicilerin boyun sağlıklarını da düşünmek suretiyle, sahnede Şair Sezai Sarıoğlu’nun yanında konumlanarak yerimi alıyorum ve çok minik bir konuşma da ben yapıyorum. Dilerim, çok fazla saçmalamamışımdır. 

Yazar Necla Akdeniz ve Novelius Edebiyat Sitesi Editörü Mehmet Bahçeci

Mehmet Bahçeci:

Üstadın yanında belki bize de bir şeyler bulaşır konuşma ve hitabet anlamında…  Necla Hanım’la ben çok yeni tanışıyorum. Bir vesileyle, Öznur Hanım sayesinde yolum buraya düştü. Ben edebiyat sevdalısı bir kardeşinizim aslında, öyle buraya çıkacak anlamda çok bir özelliğim yok. Tamamen iyi niyetli bir şekilde bir internet sitesi oluşturdum bir süre önce. Noveliusedebiyat.com ismi sitenin. Bu sitede edebiyat namına kalem oynatmaya çalışıyorum haddimi aşmak pahasına ve ufak tefek ilgi çekmeye de başladı sanki son zamanlarda. Bu sitemin reklamını yapıyorum gibi olmasın ama bilgi vermek anlamında şunu söylemek istiyorum: eğer bu merasimde dile getirilen konuşmaları okumak isterseniz, bu konuşmalardan bir seçkiyi hikâyeleştirerek sitemde yayınlamaya çalışacağım. Birkaç güne yüklemiş olacağımı ümit ediyorum. Bu işe zaman ayıracağım. En azından işte Sezai Üstat hangi konulara değindi, Necla Hanım hangi konulara değindi, bu konuşmalardan önemli gördüğüm satır başlarını aktarmaya çalışacağım. Bu bilgiyi de sizlerle paylaşmış olayım.  

Kitabın kapağı ile ilgili birtakım eleştiriler dile getirildi. Ben ona biraz değinmek istiyorum. Evet tabii ki de bir şeyin her zaman için daha iyisinin yapılması mümkündür Ama bunun da bir sonu yoktur. İnsanın bir yerde elindekiyle yetinmesini gerekir diye düşünüyorum. Kitabın kapağı ilk izlenim olarak baktığımda, hani kitabın konusunu da içeriğini de pek bilmiyorum, hatta buraya gelene kadar çok az bir bilgiye sahiptim, ama yine de kitabın kapağına baktığım zaman bir ölümü, bir intiharı çağrıştırdığını görebiliyordum. Evet, bir karamsarlık söz konusu. Tabii ki daha iyisi yapılabilirdi. Ama bu haliyle de en azından kahverengi ve kahverenginin tonajlarının bir bütünlük arz ediyor olması ve bu anlamda ciddi bir görüntü sergilenmesi benim hoşuma gitti. Bu kapak çalışmasını ortaya çıkarırken, çıkarmakta emek sarf eden, işte kişi ya da kişilerin de hakkının yenmemesi için bir not düşmek istedim kendimce.

Üstat az evvel çok güzel bir şey söyledi, aslında bir sürü güzel şey söyledi. Bir tanesine değinmek istiyorum. Hani bu edebiyat nedir falan dendi ya aynen öyle yani edebiyatı elbette ansiklopedilerde veya bu işle uğraşan kişilerin koyduğu bir tanımlar mutlaka vardır ama bu biraz da bir bilgi anlamında bize bir değer katıyor olsa da duygularımızı ve düş dünyamızı ne kadar yansıtıyor? Ben işin orasındayım şahsen. Bir okur olarak, bir okuma sevdalısı olarak edebiyat benim için anlamı, yani her şey mi diyeyim yoksa benim sığındığım bir liman mı ya da hayatı çekilir klan katlanılır kılan en önemli unsur mu diyeyim… Yani ben edebiyatın orada, ansiklopedilerde yazılan kuru kuru tanımından ziyade bende uyandırdığı hislere önem veriyorum…

Bu noktada Korkut Akın araya giriyor ve katkı yapıyor…

Araya gireyim mi küçücük?.. Tabii, Doğan Hızlan ilk defa benimle yaptığı bir programda söylemişti: edebiyat hayattır. Hiç şey yok yani dolayısıyla daha sonra kitap haline de getirdi o cümleyi o anlamda seni destekleyen bir cümleydi…

Mehmet Bahçeci:

Çok teşekkür ederim. Kesinlikle öyle. Önemli olan odur diye düşünüyorum. Unutmadan Necla Hanım’a bir sorum var, onu sorayım sahneden inmeden, öyle toparlayayım, sizin eserlerinizi benim gibi ilk kez okuyacak olan kişiler için sondan başa, baştan sonra ya da öngördüğünüz özel bir sıralama var mı, paylaşmak isteyeceğiniz? Şöyle ilerleyin diyeceğiniz?

Necla Akdeniz: Tabii önce “Gökkuşaksız” ile başlayın okumaya. Sonra Tereddüt Çizgisi.

Mehmet Bahçeci: Bir üçüncü kitabınız vardı galiba?

Necla Akdeniz: Arada bir “Kaotika” var Onu sonra okuyun, hatta okumasanız da olur

Mehmet Bahçeci: Şimdi en çok onu merak ettim, okumayın dediğinizi…

15.05.2022 © Novelius Edebiyat

“Tereddüt Çizgisi” Romanı İmza Günü ve Edebiyat Sohbeti:” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın