saadet kara bozacı

Öykü: Semra’nın Yalnızlığı

09.04.2023 © Novelius Edebiyat

Yazar: Saadet KARA BOZACI

Semra’nın Yalnızlığı, Saadet Kara Bozacı

Ayaklarını yine tahtakurularının cirit attığı, kayın ağacından yapılma döşemeye vura vura mutfak ve banyo arasında gidip geliyordu annesi, serzenişleri kapı altlarından sızıp bulunduğu odaya ulaşıyor, gülüşlerini kemikli yüzünün kuytusuna itiyordu.


“Bıktım artık, canımdan bezdim. Bu evin işi bitmek bilmiyor,” diye söyleniyordu.


Bu kadar stresli olmasının ardında iki sebep olabilirdi. Kendini yokladı. Hayır, sebep kendisi değildi. Demek ki babası yine mesaiye kalacaktı.


Akşama kadar evin içinde çırpın dur, akşam da çimento tozu temizlemeye çalış. Oturup bir bardak çay içmeye de hakkım yok mu yani? Arada ablasının konuşmaları belli belirsiz salınıyordu incecik duvarların ardında. Kapı kapalı olduğundan galiba, ses silik bir kalem izi gibi bir etki bırakıyordu kulaklarında. Kapısı hep kapalı olurdu zaten o günden bu yana.


Alt komşu iki oğlan çocuğunu alıp çay içmeye gelmişti. Biri on, diğeri sekiz yaşında koca kafalı, turuncu saçlı çocuklardı bunlar. Annesi Semra’yı odanın en göze çarpmayan köşesine oturtmuş, bacaklarına da özensizce bir battaniye örtmüştü. Bunu, kusurları insanların gözüne çarpmasın diye yapmıştı muhtemelen, ona genelde, bir yanlış gibi bakardı, taşınması gereken ama gittikçe ağırlaşan bir yük gibi. Çocuklarla ablası oyun oynarken o da gözleri ışıltılar içinde onları dikkatlice izleyip oyunun her ayrıntısını ezberliyor, tıpkı odasının küçük penceresinden dışarıdaki çocukları özenerek izlediği gibi… Çocuklar sek sek oynardı, Semra’nın yüreği onlarla beraber oradan oraya zıplardı. Çocuklar kovalamaca oynardı, Semra’nın bakışları onların ardı sıra koşardı. Gecenin karanlığında zihninde gezinip uykusunu ararken, hayali arkadaşlarıyla gündüz izlediği oyunları oynardı.


Misafir çocuklardan küçük olanı yeşil mi mavi mi olduğu belli olmayan sinsi gözlerini Semra’ya dikmiş bakıyordu. Semra herkese gülerdi, sonra da belki karşısındaki yüzde bir tebessüm yakalarım diye gözlerini diker bakardı. Yine öyle yaptı.


“Ne tuhaf kardeşin var senin, yaratık gibi. Korkunç görünüyor.”


“Anne gidelim ben bundan korkuyorum!”


“Bu” demişti, parmağını Semra’ya uzatarak. Bir adı bile yoktu, bir insan değeri görmemişti yine. Semra yavaş yavaş titremeye, uzun uzun inlemeye başladı, çok üzgün olduğunda yapardı bunu. Bir an annesiyle göz göze geldi, ona kızgınlıkla, yılgınlıkla dolu bir bakış attı. Semra bunu görünce bu sefer bağırmaya, haykırmaya başladı.


Turuncu saçlı çocuk da bir yandan ağlamaya başladı. “Anne gidelim!” diye tutturdu. Semra’nın annesi kadından özür diledi. Sonra da çocuğa dönüp, “Korktun mu sen, yavrum çok da tatlı,” dedi. Çocuk annesinin arkasına saklandı. Sonunda kapıdan kaçarcasına çıkıp gittiler. Annesi Semra’yı alıp dar penceresinin altındaki yatağına yatırdı.

saadet kara bozacı


“Bunu daha önceden yapmalıydım. Buradan çıkmayacaksın. Olmuyor işte seninle normal bir hayatım olmuyor. Bir komşumla iki laf etmek de mi fazla bana?” Semra o gün akşama kadar inledi. Çocuğun ondan korkması değil de annesinin söyledikleri daha çok yakmıştı canını. İşte o günden bu yana sadece yemek yiyeceği zamanlarda odasından çıkabiliyordu. Yine de annesini severdi. Uzaktan kokusunu içine çekerdi. Kendisini ise hiç…

Daracık odasında bir yatak, bir de ilaçlarının konulduğu komodin dışında hiç bir şey yoktu. Küçük pencereden gelen ışık içeriyi aydınlatmaya yetmiyordu. Karanlık, gece olduğu kadar gündüz de onu sarıp sarmalıyordu. Gün boyu içeriden gelen sesleri takip ediyor, evde neler olup bittiğini tahmin etmeye çalışıyordu. Bu onun için bulmaca çözmek gibiydi hatta bir oyun haline dönüşmüştü. Kapı kolu açılırken gıcırdardı, o gıcırtıyı duyunca göğsünün ortasından bir sıcaklık içine akardı. O hep ablasını beklerdi, ama o hiçbir zaman o kapı koluna dokunmazdı. Babası desen çalışmaktan eve gelmeye zaman bulamazdı. Eve gelince de yorgunluktan koltukta uyuyakalırdı. Annesi her seferinde, “Bir kere de bu adam gidip yatağında uyusa şaşarım zaten,” derdi. Babası onun gibi bakmazdı ona, Semra’ya bakarken göz bebeklerinde merhamet dolaşırdı. Elini usulca, kırılmasından korkar gibi tutar burnuna götürür, bir çiçeği koklar gibi koklar ve öperdi. Semra da babasının dokunduğu elini koklardı, çünkü baba kokardı eli. Geri kalan herkes Semra’ya dehşetle bakardı. Tutmayan bacaklarına, sürekli kasılmaktan parmakları eğrilmiş sağ eline, yamuk alnına, yer yer saçsız kafasına, burnundan başlayıp dudağını ikiye bölen yarığa, zayıflıktan kemikleri belirgin hale gelmiş yüzüne… Ondan kaçardı herkes.


İşte zil çaldı. Babasıydı gelen, herkesten farklıydı zil çalışı. Terlik sesi kapıya doğru yöneldi, mutfakta olmalıydı. Aradaki holü yürüyerek geçmesi için on beş adım atması gerekiyordu. Terlik tıkırtılarını teker teker saydı. Tüm günü odasında bu anı bekleyerek geçiriyordu. Semra’nın tutmayan bacakları heyecandan karıncalanmaya başlamıştı. Babası işten eve geldiğinde önce banyoya girerdi, yoksa annesi yine çok söylenirdi. “O, bu evin hizmetçisi miymiş, akşama kadar yorulduğu yetmiyor muymuş, bir de çimento tozu mu süpürecekmiş etraftan? Zaten kocası onun yorgunluğunu hiç umursamazmış… Kızının salyasını, sümüğünü temizlediği yetmiyor muymuş?” Semra için bu en güzel bekleyişti. Çektiği tüm ağrı sızıyı, can sıkıntısını unutturacak an gelmişti belki de. Bekledi, bekledi, bekledi… Ne kadar süre geçtiğini bilemedi. Gözleri kapının altındaki gölgelerde, kulağı duvarların ardındaki seslerde bekledi. Ay ışığının tavanda parıldayışını izlerken göz kapaklarının ağırlaştığını hissetti. O direndikçe uyku göz kapaklarının üzerinde tepiniyordu. Hissediyordu, gelecekti babası yanına. Uyku, uyanıklık duvarının çatlaklarından zihnine sızıyordu, galiba uyuyacaktı. Bu duruma içtiği ilaçların katkısı da vardı. Sonra bir ayak sesi, kapının arkasındaki derin derin soluk alıp verişlerin sesi, son olarak da gıcırdayarak açılan kapı… Gelmişti. Zihninden hemen uykuyu kovdu Semra. Babası önce kapının ağzından düşünceli baktı kızına.


“Ne çok isterdim beni gördüğünde bana koşup kucaklamanı. İmkânım olsa, iyi ol diye dünyanın öbür ucuna götürürdüm seni. Annen senin konuşulanları anlamadığını söylese de ben bir şekilde konuştuklarımın yüreğine ulaştığından eminim.”


Semra babasının söylediği her sözcüğü ezberlemek istercesine kıpırdamadan dinledi. Ağzından ah çeker gibi bir ses çıkarabildi. Hayalinde çiçeklerle donanmış, ara ara limon ağaçlarının kokusunun dolaştığı bahçede babasına koşup sarıldığını görüyordu. Konuşabilseydi onu ne çok sevdiğini anlatırdı eminim. Babası elinde bir şey tutuyordu. Bu küçük pelüş bir ayıcıktı. Semra’ya yaklaştı incecik kolunu kırılmasından korkar gibi tuttu. Bir çiçeği koklar gibi avucunun içini koklayıp, öptü ve oyuncağı çekinerek avucuna bırakıp, parmaklarını kapattı. Diz çöktüğü yerden kalktı, bütün sırtlandığı yüklerin altında ezilirmişçesine soluk alıp veriyordu. Soluğu giderek uzaklaştı. Ağır, hüzünlü bir gidişti bu. Kapı kapandı. Avcuna değen oyuncağın sıcaklığını hissetti Semra, oyuncağı burnuna yaklaştırdı, kokladı. Babasının kokusunu ciğerlerine çekti. Koku onu sarıyor, sıkıca kucaklıyor, burnundan girip bütün damarlarını sevgiyle dolaşıyordu. Semra gökyüzündeki ayın ilk kez gülümseyerek odasına ışık saçtığını görüyordu.

S O N

Resim 1, Kapak Görseli, Rüdiger Berlit, Mother with Child, 2018

Resim 2, Kare Görsel,Pierre Auguste Reonir, 1890’s

Yazar Hakkında:

NOVELİUS EDEBİYAT Saadet Kara Bozacı, 1984 Trabzon doğumludur. Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Biyoloji Öğretmenliği mezunu olup aynı zamanda AÖF Edebiyat Bölümü dördüncü sınıf öğrencisidir. Öğretmenlik hayatına devam etse de edebiyatın içinde bulunmayı arzulamış ve bunu başarmıştır. “Dinozor Petty Oyun Oynuyor” isimli bir çocuk kitabı vardır. Zeynep Eşin, Gülkız Turan gibi bazı yazar ve edebiyatçıların yaratıcı yazma atölyelerine katıldı. Hâlen devam ettiği eğitimler mevcuttur. Yazdığı öyküler çeşitli edebiyat dergilerinde yer almıştır.

09.04.2023 © Novelius Edebiyat

Öykü: Semra’nın Yalnızlığı” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın