talha kalay

Öykü: “Batak”

19.12.2022 © Novelius Edebiyat

Yazar: Talha KALAY

Yayına Hazırlayan: Mehmet BAHÇECİ

"Bilge Ejderler Çağı" Serisiyle tanıdığımız Talha Kalay'ın kaleminden distopik bir öykü: "Batak" yalnızca Novelius Edebiyat'da…

Kehrin girişindeki polisler üzerini ararken başından geçenleri düşündü. Yaşadıklarını hâlâ kabullenemese de; “Hak ettim.” diye geçirdi içinden. Batak, yeni misafirini kabul edecek miydi? Hakkında iyi kötü birçok efsane dolaşan bu şehir, para üzerine kurulu hayat düzenine uyum sağlayamayan “elenmişlerin” toplandığı yerdi. Hızla akıp giden hayat içerisinde iflas edenler burada toplanıyordu. Gerçekte suçlu değillerdi. Hapisteki adi suçlulardan ayrı kalsınlar diye kendileri için hazırlanan ülkenin merkezindeki bu bölgeye bırakılıyorlardı. Ta ki, bir gün bir yakını gelip de tüm borçlarını ödeyene kadar. Geçici bir bekleme yeri olsa da artık kendini kurtaramadığın, bir kurtarıcı beklediğin bu yere bu yüzden Batak deniyordu. Ve Bataktakilerin kaybedecekleri hiçbir şeyleri yoktu.

Buranın, yani nam-ı diğer ‘Batak’ın kendine has kuralları vardı.

  • İçeride para kullanılamaz.
  • İçeriye silah sokulamaz.
  • Dışarıdaki suçlar içeride de geçerlidir.
  • Borçlar kapatılıncaya dek yakınlar ile görüşülemez.

Aslında tüm bu kurallar, bu tuhaf bataklığın sakinleri düşünülerek, iyi niyetle yazılmıştı. Hem para hırsıyla yaşayanlara, hayatta daha önemli şeylerin olduğunu düşünmesi için zaman verilecek, hem de yakınları onları kurtarmak için çabucak borçlarını kapatacak, sorunlar çözülecekti. Ayrıca gerçek suçlular onlara zarar veremezdi. Fakat Batak düşünüldüğü gibi olmadı. İçeri bırakılanların sayısı her geçen gün arttı. Yakınları tarafından kurtarılanlar da bir elin parmakları kadardı, çünkü onlar da Batak’a düşenlerin bunu hak ettiğini düşünüyorlardı. Hatta ekonomik durumundan memnun olmayanlar, silahlardan, çatışmalardan bunalanlar bile Batak içerisinde huzurlu, dertsiz bir hayat yaşayabileceklerini düşünüyorlardı.

Son kontroller de tamamlanınca şehrin sürgülü kapısı aralandı. Ağır adımlarla ilerleyerek eşiği geçti. Tüm maddi kaygılarını arkasında bıraktı ama kısa sürede geri döneceğinden emindi. Biraz ilerledi ve durdu. Yanındaki duvarda yazılı dağınık sloganları okuyunca derin düşüncelere daldı. Yazıların her biri farklı el yazılarına ait, birbiri ile çelişen sözlerdi;

“Kendi evini inşa et, özgürlüğünü ilan et?”

“Unut parayı, çalışmayı, unutulman geçmez bir ayı.”

“Döneceğim sanma evine, dönen yok, geç yerine”

“Karşılıksız verir doğa, korkma alışırsın zamanla.”

“Hoş geldin Napolyon!”

talha kalay
Talha Kalay'ın kaleminden "Batak"

Karşılayan kimse yoktu. Duvar boyunca yürüdü ve Batak’ın, hayalindekinden çok daha farklı bir şekildeki manzarasıyla karşılaştı. Geniş bir vadi boyunca sağlı sollu tepecikler, ara düzlüklerde de birbirinden çok farklı görünen kamp bölgeleri vardı. Bazı kamplar küçük ahşap kulübelerden oluşurken, biraz ileride, yaşamaya daha elverişli ahşap evler de vardı. Hatta en uzak kamp neredeyse gerçek bir şehir görünümünden farksızdı. Anlaşılan, ev yapmanın yolunu bir şekilde bulmuş olmalılardı. Yamacına kurulduğu tepenin üzerinde, tıpkı bir köşkü anımsatan bir ev görünüyordu.

’Nasılsa uzun süre kalmayacağım,’ diye düşünerek yakındaki küçük kulübelerden oluşan kampa doğru yol aldı. Patika yoldan ilerlerken, nehir kenarında kendi halinde balık tutmakta olan birini gördü. Yakınına geldi. Bu tuhaf yer hakkında bir şeyler öğrenmek hiç de fena olmazdı. Bir süre sessizce izledi adamı fakat beriki hiç mi hiç oralı değildi. Cesaretini topladı, iyice yaklaşarak seslendi;

“Merhaba, ben…”

“Sen Napolyon musun?”

Şaşırdı ve durakladı,

“Yok hayır. Ben…”

“Sen son gelen olmalısın, doğru mu?”

“Ee.. Evet, benim.”

“Anlamıştım,” dedi ve misinasını hızla dolarken, devam etti:

“Batak eşiğini geçince, önceki hayatını unutmalısın genç adam. Unutana dek de Napolyon olarak anılacaksın. En güzeli ne biliyor musun? Tüm sorunların kaynağı para hırsıdır. O da burada yok. Burada göreceğin yüzler insanların doğal ve gerçek yüzleridir. Herkes hayata tutunmaya çalışıyor. Kazanacak, kaybedecek bir şeyin yok. Düşünecek zamanın var.”

” Ne kadar zamandır buradasınız? Farklı kamplar var gibi. Siz hangisine dahilsiniz?”

” Yaklaşık yirmi senedir burası beni ağırlıyor.”

” Batak zaten yirmi sene önce kurulmadı mı?”

“Evet genç adam. Ben buraya bırakılan ilk beş kişiden biriyim. Kendimize bir kamp kurmuş, tüm vaktimizi, eski günlerimizi yâd ederek, ateş başında laflayarak geçiriyorduk. Zaman geçtikçe umudumuzu yitirdik, kimsenin bizi kurtarmayacağı hissiyatına yenik düşüyorduk. İçimizde, buranın verdiği huzura kapılanlar da olmadı değil. Hatta kaçmaya çalışanlar da! Özellikle nehrin her tarafı korunuyor. Ama bence kaçılacak bir durum yok.”

“Sizce burası bir hapishane mi?”

“Hayır, asla. Parasızlara yaşam hakkı tanımayan düzenden seni koruyan bir sığınak burası. Geçtiğin duvar seni yanıltmasın. Burası yaşamak için oldukça geniş. Hem ona bakarsan Dünyanın da bir sınırı var. O hâlde Dünya da bir hapishane. Bana sorarsan, önemli olan kendi yaşam alanının insana yetip yetmemesi.”

“Anlıyorum bayım. Peki, diğer dört kişiye ne oldu, hâlâ buradalar mı?”

Yaşlı adam sessizleşmişti, pişmanlık yüklü bir ses tonuyla:

“Ah genç adam, zaman her şeyi o kadar değiştirdi ki! Ama ne değişmedi biliyor musun?..” Kovasından iri bir balığı kaldırdı ve devam etti; “İşte şu balığın lezzeti! Peki bu balığın lezzeti nereden gelir biliyor musun?”

“Tatlı ve soğuk nehir suyundan mı?”

“Elbette hayır. Eğer, bu soruya makul bir cevap verseydin, onu sana verecektim… Bu balığın lezzeti, onu kimseden satın almamış, kimseden yardım istemeden, kendim tutup pişirmiş olmamdan gelmektedir. Burada eğer bir şey istiyorsan, kendin elde etmelisin. Ya da birisi sana karşılıksız olarak vermeli. Batak’ta en önemli kural budur. Ben ise ihtiyacım olmayanı istemem.” Savurup durduğu iri balığı kovasına sertçe geri bırakan adam, ‘diğer dört kişiyi anlatacaktım,’ diyerek sürdürdü konuşmasını.

“Diğer dört kişiye gelecek olursak, başlangıçta aynı görüşleri paylaşıyorduk hepimiz de. Gelen giden olmayınca, içlerinden biri daha fazla psikolojisini koruyamadı ve kaçmaya yeltendi. Fakat nehri aşamadı, boğularak öldü zavallı… Bir diğeri ise, kendisine bir ev inşa edip yerleşmeye karar verdi. Bizden sonra gelenlerle konuşmayı, onları da kendi safına çekmeyi ihmal etmiyordu tabii. Hatta bu işte o kadar ileri gitti ki, akıllarına girdiği insanları kullanarak kendisine büyük bir köşk bile yaptırdı. Kendi toplumunu kurdu sayılır. Batak’a dışarıdaki elde etme hırsını o taşıdı, anlayacağın… Bataktaki en kalabalık grubun lideri olan bu adam, konforuna da öyle düşkündür ki, sorma! Yeni sakinleri kafalamak için kendini yormuyor bile, ayakçılarını, yardımcılarını görevlendiriyor artık. Yakında sana da ulaşırlar. ‘Batak yeni özgür evin, akrabaların çağırsa dahi gitme,’ şaşırma genç adam, bunları fısıldayacaklardır kulağına.”

“Diğer ikisine ne oldu peki?”

“Biri, ev inşa etme fikrine karşıydı. İnsanın sahip olduğu her şeyin ve sahip olma hırsının, insanın gerçek özgürlüğünü yok ettiğini savunuyordu. Ne bir ev ne bir eşya, hiçbir şey sahiplenmeden başıboş yaşanması gerektiğini söylemekteydi. Sayıları çok olmasa da onu takip edenler de ağaç kovuklarında, mağaralarda, ağaç tepelerinde yaşıyorlar. Bazıları inşa edilmiş evlerin arasında evsiz gibi, bazıları da doğada hayvan gibi dolaşıyor.”

“Peki ya sonuncusu?”

“Ben en çok sonuncusu için üzülüyorum. Ailesinin onu çok sevdiğini, mutlaka kısa sürede almaya geleceklerini düşünüyordu. Uzun bir süre benimle birlikte yaşadı. Çoğunlukla Batak’ın girişinde bekliyor, haber gelirse yakınlarını bekletmemek için kapıdan uzaklaşmıyordu.  Burukluğu her geçen gün artıyor, hayat onun için giderek anlamsızlaşıyordu. Sürekli sevgiyi sorguladı ve zamanla benimle bile konuşmaz oldu. Onu uzun zamandır da gören olmuyor. Söylentilere göre Batak’ın arkasını kuşatan dağ sırtının yamacında bir mağarada uzlete çekilmiş, kimse ile konuşmuyormuş. Kendisini ziyarete gidecektim ama rahatsızlık vermek istemedim.”

“Duyduklarıma gerçekten çok üzüldüm bayım, ben de ailemin yakında geleceklerini düşünüyorum. Müsaadenizle, biraz dolaşacağım. Tekrar görüşmek üzere.”

“Aklına sahip ol, burada aklımızdan ve midemizden başka bir şeyimiz yok, delikanlı. Burada vakit geçirdikçe anlayacaksın ki, dışarıdaki hayat berbat ve kötü kokuyormuş. Sadece alışmışsın, o kadar.”

*****

Başıyla onayladı ve ihtiyar adama arkasını dönüp evlerin olduğu kısma doğru bir yürüyüştür tutturdu. Zihninde yaşlı adamdan dinledikleri vardı.  Batak’ı bir şehre çeviren, yerleşik hayata geçiren kişiyle tanışmak hevesiyle, köşke uzanan patika yolu takip etti. Yol kenarlarında ve hemen her yerde gözüne çarpan, sefil haldeki insanları izlemeye dalmıştı. Sonra, patikanın genişlediği bir düzlüğe geldiğinde, oradaki bir evden birisinin, içeriye buyur eden işaretler yaptığını fark etti. Teklifi kabul etti. Evden içeri merakla girdiğinde, sadece dört duvardan oluşan derme çatma bir odayla karşılaştı.

“Sen, Napolyon olmalısın.”

“Sanırım öyleyim. Batak kuralları gereği.”

“İhtiyarla görüşmüş olmalısın. Sana olan biteni anlatmıştır.”

“Evet. Göl kenarında karşılaştık.”

“Karşılaştığını sanmış olabilirsin. Buraya yeni biri gelmeden önceki gece, girişte büyük bir fener yanar. İhtiyar da hemen göl kenarına kurulur, Napolyon’u karşılar.”

“Hiç öyle bir hâli yoktu oysaki. Sen de mi beni karşılamaya geldin?”

“Hayır. Seni karşılayacak kişi birazdan burada olacak.”

“Kim peki, ihtiyarla beraber Batak’a gelen kişi mi?”

“Hayır, O bizim Efendimizdir. Gelecek olan Efendimizin en güvendiği kişi, sağ kolu.”

“Güvenini nasıl kazanmış ki burada?”

“Buraya geldiği zaman onu Efendimiz karşılamıştı. Uzun uzun görüştüler ve sonra bize katıldı. Ailesi onu almaya geldiğinde Efendimiz’e sadakatini gösterdi ve Batak’ta kalmayı tercih etti.”

“Ama bu çılgınlık. Nasıl olur?”

“İşte bu yüzden Efendimiz onu sağ kolu yaptı. Ondan sonra da kimsenin ailesi gelmedi. Artık burada, Efendimizin Batak’ta inşa ettiği ilk evde Napolyon’u o karşılıyor.”

“Peki eğer size katılmaya ikna olursam ne olacak?”

“Seni Efendimiz için inşa ettiğimiz konağa götüreceğiz ve onunla tanışacaksın.”

“Kabul etmezsem görüşemez miyim?”

“Hayır.”

“Peki kabul ediyorum. Sağ kol da gelince direkt gidebiliriz konağa.”

“Harika! Yola koyulalım o hâlde. Çoktan gelmiş olmalıydı aslında.”

*****

Odadan çıkıp konağa doğru yöneldiklerinde bir tuhaflık olduğu anlaşılıyordu. Sokaklarda in cin top oynuyordu. Sanki herkes evine kapanmış gibiydi. Nihayet konağa ulaştıklarında, kapıda bir toplulukla karşılaştılar. “Neler oldu burada?” diye sordular kalabalığa.

“Efendi gitti.” dedi kalabalığın içinden birisi. “Torunlarından biri zengin olmuş, borçları kapatılmış. Görevliler gelip tebliğ ettiler, hiç itiraz etmeden gitti.”

“Peki ya sağ kolu nerede?”

“Efendi gittikten sonra Köşk’ün salonunda kendini asmış.”

S O N

Yazar Hakkında:

talha kalay

Talha KALAY, 27.12.1990 Tarihinde doğmuştur. İki üniversite bitirdikten sonra gerçek anlamda okur yazar olmadığını fark eden yazar, geç de olsa klasik metinler, bilim tarihi, felsefe ve fantastik edebiyat üzerine okumalarına başlamış ve devam etmektedir. Kendi kendine öğrendiği katı modelleme ve mekanik tasarım ile mühendislik yaparken, aynı zamanda düşünce dünyasını yeniden inşa etmeye çalışmaktadır. Hayatı, karşısına çıkan şeyler ve ortaya çıkardığı şeyler olarak ikiye ayırdığı için şiir, hikaye ve roman türünde eserler yazmayı denemektedir. Kendi evreninde oluşturduğu fantastik kurgu serisinin (Bilge Ejderler Çağı Serisi) ilk kitabı Elçinin Toprakları‘nda, bilgeliğin ve özgürlüğün insana geçiş sürecini, halkın farklı kesimlerinin otoriteye karşı tutumlarını temsili varlıklar üzerinden işlemektedir. Serinin ikinci kitabı Miras Şehir ve Unutulmuş Kitap adını taşımaktadır. Batak, yazarın sitemizde yayımlanan ilk öyküsüdür.

Sitemizde yer alan diğer öyküler için lütfen tıklayınız…

19.12.2022 © Novelius Edebiyat

Öykü: “Batak”” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın