ümit ahmet duman

Öykü: Ana Oğul Aşkı

27.08.2023 © Novelius Edebiyat

Yazar: Ümit Ahmet Duman

Ümit Ahmet Duman, Ana Oğul Aşkı

Hep bir hayal nakşedilir çocukluk zihnimize; büyüyecek, gelişecek, sevecek, sevilecek, şanslıysanız belki de aşık olacaksınız. Evlenecek boy boy çocuklarınız olacak. Ama tüm hayallerin gerçek olamaması gibi bir gerçek, nedense onun payınaydı. Sevmedi, sevilmedi, âşık olmadı ama bir çocuğa sahip olmasına ramak vardı.

Onun döl yoluna düştüğü haberi üzerinden üç dört ay geçmişti. Doğurmaktan başka seçeneği yoktu. Ama bulunduğu toplumda ersiz doğumu ne kadar söz konusuydu? Hemen kaçmalı, sessiz, gözlerden uzak doğayla başbaşa doğurmalı, sonrasında yapabileceklerine karar vermeliydi.

Otogarda bindiği otobüsün gittiği yere bakmadı bile. İndiği yerde çevresine gözleri kısa bir süre alışamadı. Güneş, alışamadığı mavilikte pırıl pırıl ışın kırılmalarını, gözlerini kamaştıran oklarını koruyucu bir babanın anaçlığında yansıtıyordu. Kendine gelir gelmez kafasını biraz yukarı kaldırdı. Adını bilmediği denizi çevreleyen dağlar mavili, morlu, kırmızılı, sarılı renk pistolesiyle üretken bir ressamın elinden çıkmış gibiydi. Sessizlik onu koynuna almış, gelecekteki ana kucağına hazırlıyordu. Rüyada mıydı, seçkileri, içgüdüleri onu bu kadar mı güzel yönetiyordu?Önünde uçsuz bucaksız sınırını engin dağlarla çizen bir deniz kıpırdanıyordu. Sordu soruşturdu, denizin adını öğrendi; Eğirdir Gölü.

Ayakları onu gölün içine ana karnına sokulmuş bir enik gibi uzanmış yarımadaya kendiliğinden attı. Gölün insafında kendini korumaya adamış bu kara parçasında yaşamaya karar verdi. Göle üç adım atımı uzaklıktaki iki göz odaya sıcaklığını, şefkatini de taşıyarak yerleşti. Bahçesinde meşhur elmaları, çeşit çeşit ağaçları, narları, dallarını toprağa eğen ayvaları ile cennetin isimsiz koylarında kendine yeni bir yaşam kurdu.

Her aya, her yeni güne içerisinden yeni mesajlarla, yepyeni umutlarla uyanıyordu. Hayata bağlanmaya çalışan bir canlıya aracılık ediyordu. Onun minik minik tepikleri başka zaman olsa insanı rahatsız edebilecekken, şimdiki özel durumunda ona yaşama sevinci aşılıyordu. Aralarında tekmelemelerle okşamalarla oluşmuş iletişim ağından ne mesajlar akıyordu. Sadece ikisi arasında gizli kalacak sevgi bağcıkları yaşama düğüm atıyordu.

Taklalar yerini içinde dönüşlere, akrobatik hareketlere bırakmaya başladığından buluşmanın yakınlığı, özlemin sonunu yaşayacakları günlere yaklaştıklarının habercisiydi.

Sancılar, korkular, acılar… Neler yaşanacağını bilemeden beklerken, güneşli bir güne uyandıkları bir bahar sabahında henüz tan ağarmadan ne acelesi varsa, sivilcenin patlaması rahatlığında yardımsız, desteksiz hemen yanında ayaklarının dibinde belirdi Deniz. Adını o anda koymuştu, karşısındaki bu güzel göle saygısından, sevgisinden biricik oğluna su bazlı bu adı yakıştırdı.

ümit ahmet duman

Eliyle aralarındaki son bağı, kordonunu koparttı, düğümünü atması ardından ceylanıyla göz göze gelmek isteğiyle kucağına aldı. Göz göze gelmeleriyle birbirlerine yaşamları boyunca bağlanmaları bir oldu. İstemsizce miniğin kafasını, patlayacağını hissettiği göğüslerine yaklaştırdı. Boncuk dudaklar yıllardır bu işi yapıyorlarmışcasına hoyratça fışkırmaya hazır süt pınarına yapıştılar. İçindeki acıyla anaç mutluluk çatışırken, kendini gözleri kapalı derin maviliklerin içinde sağından solundan geçen balıklara değercesine yüzerken buldu. İçgüdüsel olarak doyurduğu minik bebeğinin geleceğini masmavi derinlerde, umut dolu derinliklerde gördü.

Çocukluğundan bu yana tertemiz havada, gürbüz, savaşçı bir oğlan doğurmak hayaliydi. O da oldu.

Doğanın, doğal doğurganlığı eşliğinde minicik odasında, kendi çabalarıyla özünden canından ruhlar üflediği masum yavrusunu, minicik elleriyle kundakladı, steril kokusunu içine çekerek eline aldı. Ağlamaları kadersizliğine isyan gibiydi. Göğüslerindeki süt bile fayda etmiyordu isyanını bastırmaya. Gurur, kıvanç, mutlulukla; utanç, hüzün, yalnızlık duygusu ruhunda fırtınalara, girdaplara neden oluyordu.

Hayat panoramasında İspanyol gitarının sancılı tıngırtısına bebeğin tarifsiz ağuları karışıyordu. Tek sohbet arkadaşı, karşı kıyısı görülmeyen mavi sodalı göl, onu yargılamadan, aşağılamadan içtenlikle dinliyor, kıyıya yavaş yavaş vuran dingin çırpıntılarıyla sanki sırtını sıvazlayan bir dost rolünü oynuyordu. Dile kolay, üç dört aydır kimseye açmadığı, açamadığı en mahrem sırlarını amasız, nedensiz onunla paylaşıyordu.

Aşamıyordu toplumu, ailesini, kör talihini çok sevse de tüm görenekler, gelenekler ‘O’ndan kurtulmasını emrediyordu. Onu çok ama çok özleyecekti, kokusu burnunda hazır bekleyecekti uzun yıllar…

Sağına soluna bakarak kimsenin göz hapsinde olup olmadığını kontrol etti, doymuş bebeğini birkaç gün önce içerisinden yeni çıktığı yavrusunu, mavilikler tarlasına çırılçıplak bir güreşçi gibi bıraktı.

Güneşten kırılan ışın demeti, söğüt serinliği, yapraklı çınar dalları, maviden beyaza dönen dalgalar, yengeçler, dalyanlar, pavuryalar arasından bir yılan balığı gibi kıvrıla kıvrıla doğaya sarmalandı. Tanrı onu bu sodalı gölün, mavi dalgalarında, çılgın akıntılarında yüzsün diye yaratmıştı.

Ilık Ilık vücuduyla, kanlı canlı derisiyle, maviliklere birkaç saniye ile uyum sağladı. Özgürlüğün, maviliklerin, derinliklerin dibine, onu içine hiç yadırgamadan kabul eden gölün kalbine yavaş yavaş ilerledi. En dipte istakoz tarlasına kuşbakışı bakarak asıl sazanların mağaralarını aradı. Gizemli dürtülerle o ıssız ve yolsuz diyarlarda ilerliyordu. Kıvrım kıvrım uzun solungaçları, yüzgeçleri rengârenk dalgalanan çın çın bir ses yayan büyük, solgun, utangaç derin sulardan yavaşça yaklaşan anası boyutunda bir sazan onu farkedip, burun darbeleriyle önüne kattı. Bu dünyadaki anası, pırıl pırıl parlayan pulları, patlak gözleri ile tombul bir Ana Tanrıçaydı.

Sazan anasıyla her sabah suya adım attığı bu noktaya ulaşıyor, sevgiyle özlemle öz anasını seyrediyordu. Anası da sanki biliyordu orada olduğunu, doymazsa diye korkusundan kırıntılarını, gönlünden kopanları, içinde bitiremediği sessiz ninnileri onunla paylaşıyordu. Her sabah gözünden kaçmayan, duygu kabarmasında bir damla gözyaşının suya damlamasıyla onu içine çekmesi ortak seremonileriydi. İlk süt tadına sıcacık gözyaşı damlaları karışıyordu. Gözyaşları karşılıklıydı ama balıklar ağlamaz, o da ağlayamıyordu, yüzgeçlerini kapatıp soluk alamamaya, onunla benzer duyguları yakalamaya çalışıyordu. Son dakika nefesini, yüzgeçlerinden çektiği havayı püskürtüp fışkırtttığında su üstünde patlayan, kristal misali güneşte sihirli su kabarcıkları ile öz anasını selamlıyordu. Dalıp giden acılı yüzünde, kırış kırış olmaya başlayan suratında maziden anılar yakalar gibiydi.

Her yıl hasreti katlanarak artıyordu. Sazan annesinin yeri ayrıydı ama şu etten kemikten ilk hâlinin, varlık nedeni insan annesinin sıcaklığını, şefkatini arıyordu. Onu anlamakla beraber yine de zaman zaman hüzünleniyor, yosun tarlasına efkâr dağıtmaya gidiyordu. Burası, sazan anasından habersiz sürüleriyle gizlice geldikleri gençliğinin baharında bir taraftan karın doyurdukları, bir taraftan da yumurtalarını bırakacakları güvenli taş arası otçukları seçtikleri, gelecek planları yaparak moral buldukları yerlerden biriydi.

Paylaşamadığı, dinmek bilmez bir acı veren yarası, anasıyla bir olmaktı niyeti, balıkların balıkçı oltalarından kurtulur kurtulmaz kendilerini tekrar suya atmaya çalışmaları gibi.

Acılarını içine gömen anacığıyla rüyalarında buluşuyor, hikâyelerini paylaşıyorlardı. Anasına minnettardı, Onu çaresizce bıraktığı bu sularda terkedip gitseydi ne yapardı, bilmiyordu. Anacığını her sabah ruhu gibi bahçesini süpürgesiyle temizlerken, akşam saatlerinde verandasındaki mis kokulu çayını yudumlarken görmek onu bir nebze olsun avutuyordu.

İlk sütünü tattırdığı, göz göze konuşmadan çok şeyler paylaştığı, ruhunun kilitlendiği, her akşam rüyalarında bir gün öncekine nazaran bir nebze daha büyümüş delikanlı oğlu, “Sensizliğe dayanamıyorum, gel artık, balık dostlarımın dost kucağı ne kadar sıcak olsa da senin kokunu, bedeninin diriliğini özledim,” diyordu. Yalvaran bakışlarla yanına çağırıyordu.

Hasretin dayanılmaz, vuslatın kaçınılmaz olduğuna karar verdiği bir gecenin aydınlık sabahında yine baygın baygın uzaklara dalmış anasını, hasretle koltukaltından yakalayıp kendine çekti. Kanatları, solungaçları tüm kalbiyle hasretle o narin bedenine sarılmasıyla yüzeyden derine doğru hızlı hızlı kaymaktaydılar. Anasının yüzünde ilk anların korkusu ardından, bir süre sonra yerini huzura bıraktığının işaretleri hızlıca beliriyordu. Ta ki dibe kadar süren, el ele, kol kola, beden bedene yolculuklarında yılların hasretini giderene dek. Ama anası ne onun gibi yüzebiliyor, ne hareket edebiliyor, ne de nefes alabiliyordu, şaşırdı. İtiraz etmediği, çırpınmadan kabul ettiği bu hâlinde gözleri kilitlenmiş hâlde, anasının gözleri içindeki feri sönene değin birbirlerini sevgiyle, hasretle okşadılar.

S O N

Kapak Görseli, Vasily Polenov, Overgrown Pond, 1879

Kare Görsel, Ernest Lawson, On The Harlem River, 1913

Yazar Hakkında:

Ümit Ahmet DUMAN, 1961 yılında Edirne’nin Uzunköprü ilçesinde dünyaya geldi. İTÜ Endüstri Mühendisliği bölümünü bitirdi. Ortaokuldan bu yana edebiyatla ilgilenen Ümit Ahmet Duman’ın öyküleri çeşitli edebiyat mecralarında yayımlandı.

27.08.2023 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın