26.08.2023 © Novelius Edebiyat - Ümit YABAN
“Genellikle ilk kitap için anılardan oluşur derler ikinci ve sonrası içinse hayal gücüne daha çok güvenilir. Ben de şimdi ona yatırım yapıyorum, bakalım hayallerimin gücü nasılmış…” DENİZ LONGA
Ah ilk kitaplar, sanki yazandan bir parça kopacak da evrende yıldız gibi parlayacakmışçasına müstesna bir öneme sahiptir. Bu önem hem yazarlar hem de edebiyat tarihi için geçerlidir. Bu heyecana ortağız ve zevkle görünürlüğüne katkı sunmayı kendimize görev addediyoruz.
Röportaj:
Deniz Longa | Ümit Yaban
Ümit YABAN: Sayın Deniz Longa ilk kitabınız Deli Kar’ı kutlarım. Ayben Aygün editörlüğünde Luna Yayınları’ndan elimize geçti. Klişelerden uzak bitişlerle çarpıcı öyküler okuduk, tebrik ederim. Öncelikle merak ettiğim sizsiniz, edebiyatla kurduğunuz ilişkiye de değinerek kendinizi tanıtır mısınız? Deniz Longa kimdir?
Deniz LONGA: Ümit hanım merhaba İlk Ümit ropörtajlarından birini de benimle gerçekleştiriyor olmanız beni mutlu etti.
İlk kitap heyecanım hâlâ taze. Sorularınıza vereceğim yanıtlar da buna sirayet edecektir. Deniz Longa ben. Çorum’da doğdum, büyüdüm. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi‘ni bitirdim. Devlet okullarında çalıştım. Oğlum ve kızım var. Eşimi lisedeyken gözüme kestirmiştim, sekiz sene sonra evlendik.
Süresini hatırlayamadığım zamandan beri yazıyorum. Edebiyatla kurduğum bağda hatır gönül ilişkisi var. O kadar zaman ve emek harcadıktan sonra bazı arkadaşlık dostluk bağı gibi artık ilişkiyi kesemiyorsun; mesela bir kitap bitirip diğerine geçme süresini bile uzatamıyorsun. Bir şeyler seni rahatsız ediyor, “Neden boş duruyorsun? Madem okumayacaksın bu aralar, o zaman yaz, olmadı çiz. Onu da mı yapamadın? Göz gezdir,” diyorsun. Hatrı var, kıramıyorsun. İnsan ilişkilerinde de böyle değil midir? Zamanım yok diye bir durum yok. ”Öncelik” meselesi bu.
Kendimi ve okuyucuyu sıkmadan yazmayı severim; yazarken öncelikle benim bunalmamam lazım. Akıcı gidiyorsa kelimeler ve tekrardan uzaksa eğer, tamam derim, devam edebilirsin Deniz. Bu diğer insanlar ve ailemle olan ilişkimde de benimsediğim yollardan biri. Ortamdaki havayı adete soluyup yutan bir mizacım var. Etkilenmemem mümkün değil. Okumadığım ya da bilgi sahibi olmadığım, araştırmadığım kısacası dayanağı olmayan konular üzerinde ahkâm kesmem, o kurguyu becerebileceğime inanıyorsam, biliyorsam yazarım. Bu; tarif edemeyeceğim bir adres sorulduğunda kibarca ‘bilmiyorum’ demek gibi.
Basılı ve online platformlarda yer almaya yaklaşık üç sene önce başladım. Derece aldığım öykülerimin birçoğunu bir araya getirme isteğim ismini pek sevdiğim Deli Kar‘ ı ortaya çıkardı.

Ümit YABAN: Yazma yolculuğu nasıl başladı? Yolda bir atölye ya da editörden destek aldınınız mı? Bu yolculuğa yeni çıkanlar için tavsiyeleriniz nelerdir?
Deniz LONGA: Yazma serüveni okumaya başladığım zamandan beri var bende. Ortaokuldan kalma bir karalama defterim var. Yok etmeyi çoğu kez düşündüm. Demiştim ya vefa:) kıyamadım. Bazen yazdıklarım aklıma geldikçe gülerim. İçerisinde şimdilerde okurken dehşete düştüğüm ama o vakitler kendimi inanılmaz yetenekli bulduğum şiirlerim de mevcut.
Atölyeleri faydalı buluyorum ama kimlerle katıldığın ve bunu kimin yaptığı önemli. Her etkinliğe katılın demem ama bazen öyle canlı yayın söyleşileri oluyor ki; birkaç tane atölyeye katılmış kadar oluyorsunuz. Dikkatli takip edip bunları kaçırmamak lazım.
Ben de @hakanakdoğan ın -on seneden fazla oluyor sanırım- yazma atölyesine katılmıştım; Bursa’da. O zaman da Hakan Akdoğan Nilüfer Belediyesi ile iş birliğindeydi. Uzun süreli ve pratiğe dökülebilen faydalı bir çalışmaydı. Hatta geçen günlerde Hakan Hoca’ya mesajla teşekkür ettim. Bir tasvir üzerinde çalışırken bize, “bu anlattığınızı duyayım, tadayım, dokunayım, göreyim,” derdi. “Ne kadar çok duyu organına hitap edersek o kadar etki bırakırız okurda.” Hâlâ aklımdadır söyledikleri.
Pandemi zamanında da @mahirünsaleriş ve Sevgili Eşi Oylum’un düzenlediği online atölyeye katılmıştım. Notlar alarak dinledim, kitap oluşturma sürecinde bu aldığım notlardan faydalandım. Editörlerden yardım alma konusuna gelince; 2020 yılında Altkitap‘ın düzenlediği öykü yarışmasında 3. olmuştum. Kıymetli jüri üyeleriyle sosyal medya üzerinden iletişimimiz hâlâ sürüyor. O jürilerden @mevsimyenice @handeortac takıldığım yerlerde sorularıma samimi yanıtlarıyla bana destek oldular. Ayrıca müthiş Esra Kayha’dan bahsetmeliyim; çünkü o bana kitabımın kapak tasarımından dosyamın bitiş aşamasına değin her konuda büyük destekçimdi. Ona da buradan sizin aracılığınızla çok teşekkür etmek istiyorum. İyi ki onu tanımışım…

Ümit YABAN: Yazım ve yayınevi bulma safhalarında zorluklarla karşılaştınız mı? Kitabınızı raflarda gördüğünüz o ilk ân neler hissettiniz?
Deniz LONGA: Zorlanmadan, kolaycacık kitabı basılan birileri varsa eğer ya onlar çok şanslı insanlardır ya da zaten popülerdirler. Ben ne şanslıydım ne de ünlü. Birkaç büyük yayınevine dosyamı gönderdim sıra geldi bekleme aşamasına. Bekleyiş her zaman yorucudur konu ne olursa olsun. Gelen kutusunda yanıtları gördüğümde daha açmadan heyecanlanıyordum. Sonunun olumsuzluklarla sonuçlandığı denemelerim oldu. Pes etmek yoktu ama. Birkaç tane yayınevinden olumlu dönüşler aldım ve Luna Yayınları‘ında karar kıldım.
Dağıtımda olduğunun haberi geldiğinde beni bir telaş sarmıştı. Bir an önce elime almak istiyordum ve nihayetinde kavuştum. İlk kitap her zaman böyle şeyler yaşatıyor demek ki. Online satışta şu an Deli Kar, birçok sitede de mevcut. Ara sıra adımı aratırız oğlumla. Kitabımı internet ortamında görmek hoşumuza gidiyor.
Ümit YABAN: Günlük yazma rutininiz var mıydı? Malum yaşam büyük bir koşuşturma, bu koşturma arasında yazmaya günlük ne kadar zaman ayırabiliyordunuz?
Deniz LONGA: Yazmak üzerine onlarca kitap okudum ve hepsinde ortak bir kanı vardı; “Her gün yazın.” Söz dinlemek de bir beceri tabii. Okunan doğru şeyleri uygulamak da lazım. Dediğiniz gibi koşuşturmacalı bir hayatım var özellikle bu aralar; çünkü ağustosta bir yaşına girecek olan kızım bu hareketliliğin kahramanı.
Herkes uyuduğunda ve evim sessizleştiğinde gece yarısı yazma rutinimi uzun zamandır değiştirmek durumunda kaldım. Yazdığım zamanlarsa; mesela bu yeni bir öykü olsun taslağını tamamen bitirmeden bırakmam. Yarım kalmışsa eğer bir sonraki zamanda kaldığım yerden değil bambaşka yerinden başlayabiliyorum, bu da novella türünü denememe her zaman engel oluyor. Bunu aşmam lazım.
Sessizliği daha çok yorgunluktan dolayı dinlenmekle ya da uyumakla değerlendiriyorum. Bu yüzden bu aralar pek yazamıyorum. Sadece ”istesem yazabiliyor olma” fikri beni ayakta tutuyor. Sanırım ilham gelse de kucağımda kızımı görünce sessizce ortamdan uzaklaşır. Annelere saygı duymak lazım; bırakın dinlenelim.

Ümit YABAN: Yazmak sizce hastalıklı bir durum mu yoksa terapötik bir yolculuk mu? Siz nasıl başlayıp, kim olarak çıktınız bu yolculuktan?
Deniz LONGA: Sorularınız öyle düşündürücü ki aynı zamanda çok da beğendiğimi söylemek istiyorum. Bu soru çok hoşuma gitti. Ben yazmanın insanlara iyi geldiğini, iyileştirici gücü olduğunu ama bazen de bu gücün fazla derinlere bilinçsizce inildiğinde toprağı rastgele eşeleyip bırakmak gibi havalandırmak yerine içindeki börtü böcekleri dışarı çıkarabileceğini düşünüyorum. Toprak bu, derinlerinde hangi canlıyı beslediğini bilemezsiniz.
Bilinçli yazmak diye bir tabir var mıdır bilmiyorum ama ben edebiyatta da bundan yanayım. Yazabildiğinin ve neler yazdığının farkında olmalı yazar. Hatta yazdıkça, “Vay be! Bende de neler varmış,” diyebilmeli. Bu yüzden herkese göre değişir yazmanın insan üzerindeki etkisi.
Ümit YABAN: Ayırt edici en büyük farkın üslup olduğu öykücülükte, farkı ortaya koyduğunuza inanıyorum. Öyküleri yaşantınızdaki kesitlerden etkilenerek mi yazdınız diyemiyorum çünkü hepsinin kahramanları bambaşka karakterler. Tek bir kişinin hayatından esinlenilmesi mümkün olmayan kurgular. Hayal gücünüz çerçevesinde yeni dosya hazırlıyor musunuz?
Deniz LONGA: Ah o üslup! Ne dediğin önemliyken nasıl dediğinin nasıl daha az bir önemi olabilir değil mi? Bebekler bile onlara güleryüzle kızdığınızda size gülücükler saçarlar. Yumuşacık ve sevecen söylerseniz söyleyeceğiniz sert ve acıtıcı şeyleri o sözler o zaman sanki bir balonla çevirip öyle yere salınmış gibi olur. Ne düştüğü yeri incitir ne de sizin elinizi ama ağırlığınca bir etki de bırakır dokunduğu yere.
Ben uzun zamandır anlatacaklarım varsa eğer yazıyorum yoksa susuyorum. Üslup burada başlıyor. Yeterince ve yettiğince… Anlatırken de eğer çarpıcı olmayacağını fark etmişsem vazgeçiyorum.
Ben çok güzel vazgeçerim…
Birçok kişiden dinlediğim, ortaya karışık koyduğum hikâyelerim oldu. Bir kişiden esinlenerek anlattığım bir öyküm yok daha çok birkaç kişinin toplamı ediyor bir öyküm. Bir sonraki dosya konum, hatıralardan ziyade güncel ve daha modern hayata yakın kesitlerden oluşacak. Genellikle ilk kitap için anılardan oluşur derler ikinci ve sonrası içinse hayal gücüne daha çok güvenilir. Ben de şimdi ona yatırım yapıyorum, bakalım hayallerimin gücü nasılmış.
Ümit YABAN: Kitaba ismini veren öykünüzü mü kendinize en yakın hissediyorsunuz? Sizden, anılarınızdan bir parça taşıyan öykü var mı?
Deniz LONGA: Kitabıma ismini veren öyküm bir seçkide yer almıştı. Daha sonrasında sesli kitap olarak YouTube‘da yayımlandı. Bu beni etkileyen bir unsur. Başkasının sesinden yazdıklarımı dinlemek duygulandırdı beni. Bunun etkisi de oldu kitabın ismini seçmemde. Eşim ve oğlumun ortak kararı da eklenince tamam dedik ‘Deli Kar’ olsun.
Benden ve anılarımdan bir parça taşıyan öyküm yok kitabımda. Özellikle istemedim bunu. Daha çok ailemden; özellikle büyüklerden dinlediğim anılardan ve küçüklerin hayal güçlerinden yararlandım. Ben dinlerim. Not alır bir daha dinlerim. Birisi bir şey söyler alelade diyelim ki bu şey ‘dur!’ derim ‘bir daha söylesene, biraz önce ne dedin?’ Not alırım genellikle telefonumun not kısmı olur bu yer. Daha sonra o kelimeyi alır öykümün içinin en derinine koyarım.
Ümit YABAN: Türk ve Dünya Edebiyatından takip ettiğiniz isimler, hayranlık duyduğunuz yazarlar kimler?
Deniz LONGA: Dünya klasikleri bende Rus edebiyatı anlamına geliyor. O kadar soğuk bir ülkede öyle sıcak ve derinlikli, tasviri bol, ince bir zevkle gözlemleyip aktaran insanların çokluğu beni şaşırtmıştır: Turgenyev, Dostoyevski, Çehov, Gorki, Tolstoy… Denk mi geldi bilemiyorum ama bu isimler Dünya Edebiyatı denildiğinde söyleyebileceğim beni etkileyen yazarlardan.
Konu Türk edebiyatına geldiğindeyse ben tam bir Sabahattin Ali hayranıyım. Onun gözünüzün önüne ete kemiğe büründürerek vücut buldurttuğu insanları anlatışındaki tasvir yeteneği beni büyüler. Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın detaycılığı, Sait Faik‘in hikâyelerinin samimiyeti okudukça sarıp sarmalar insanı. Daha çok Cumhuriyet Dönemi Türk yazarlarını okuduğumu fark ediyorum sıraladıkça.
Modern edebiyatta ise özellikle yeni nesil öykücülerden o kadar iyi yazanlar var ki. Hepsini takip etmek mümkün değil tabi ki ama tavsiyelerle aldığım kitaplarından sonra sosyal medyadan takip ettiğim yazarlar mevcut. Üslubunu ve kurgusunu beğendiğim kendime örnek aldığım öykücüler var. İsim verirsem eğer, beğendiğim bir başkasını anmayı unuturum diye burada söylemek istemiyorum. Çok keyifli bir röportajdı. Tüm içtenliğimle yanıtladım ve keyif aldım. Teşekkür ederim.
Sorularımla okuyanların hem sizi daha iyi tanıması hem de kendi kafalarındaki soru işaretlerine bu yoldan geçmiş birinden cevap bulmalarını diledim. İkinci kitabınızı heves ile bekliyorum. Gönlünüze, kaleminize layık ömrünüz olsun. Teşekkürler.
Sizin de dediğiniz gibi; ne hoş bir temennidir bu; ‘gönlümüze ve kalemimize layık bir ömrümüz olsun.’
Hoşça kalın.
“İlk Ümit” Röportaj Serisinin Diğer Bölümleri İçin
26.08.2023 © Novelius Edebiyat