İnceleme: Karamuk

09.07.2022 © Novelius Edebiyat

Yazan: Mehmet BAHÇECİ

Karamuk, 2020 Eylül ayında, Sapiens Yayınları etiketiyle okurlarla buluşturulan, Yazar Ömer Faruk Tabar’ın kaleminden deneyimlediğimiz ilk eser. Muhtemelen son eser de olmayacak zira öyle tarifsiz bir keyifle okuduk ki, damağımızda bıraktığı lezzeti anlatmayı, hakkında birkaç güzel söz söylemeyi kendimize vazife bildik. Hadi öyleyse, dilimiz döndüğünce, bu güzel novellayı ve nasıl bir okuma tecrübesi yaşadığımızı anlatmaya başlayalım.

Gerçekle gerçekdışının harmanlandığı, birbirinden absürt olaylar dizisi içerisinden; en tabii, en insani yanlarımızın, üstelik son derece matrak bir dille ortaya çıkarıldığı bir eserdi Karamuk.

Dur bakalım, kahramanımızın başına daha neler gelecek duygusuyla sayfaları çevirirken, bir de baktık ki, sonlara gelmişiz, sayfalar tükenmeye yüz tutmuş. O vakit, iyi bir eserle tanışmış olmanın mutluluğu, bitiyor oluşunun yarattığı garip hüzne karıştı. Olsun ama. Yapacak bir şey yoktu. Kalan sayfaları mahsus yavaş okumanın dışında.  

Neydi Karamuk’la özel bir ilişki kurmamızı sağlayan? Bu eser, neyi ya da neleri iyi yapıyordu da kendisini bize sevdirmeyi başarıyordu? Buna değinmeden önce, aslına bakarsanız tam da buna değinmek niyetiyle, zamanda küçük bir yolculuğa çıkarmak istiyoruz sizleri. 1760’lı yılların başındayız. İngiltere’de, Birleşik Krallık Parlementosu’nda, sote bir köşeye sinmiş, bakınıyoruz etrafa ama yok oğlu yok! Ne tarafa dönensek nafile. Belli ki aradığımız muhteremi burada bulamayacağız. Lüle lüle saçlarıyla, bir sürü İngiliz asilzadesi oturmuş, devlet işlerini kıyasıya tartışıyorlar. Aradığımız zatı bulamamanın verdiği sıkıntıyla, rotamızı daha az sıkıcı bir istikamete çeviriyoruz. İşte bu! Şansımız yaver gidiyor. Sir Horace Walpole’un şatosunda, Castle of Twickenham’dayız. Doğru yerde alıyoruz soluğu. Büyük Yazar, kasvetli şatosunda çok mühim işler peşinde. Bir hayli meşgul yani. Kuş tüyü kalemini camdan hokkasına batırıp batırıp, çalışma masasının üzerindeki kâğıtlara bir şeyler karalıyor. Etkisinde kaldığı garipmi garip düşünün heyecanıyla, ha babam, yazdıkça yazıyor. Bizlere, yani davetsiz misafirleri olan bizlere de pahalı viskisinden ikram etmiş. Ki böylece, lüzumsuz çene çalıp ilham perilerini kaçırmayalım. Akıllı adam tabii. Biliyor işi. Zaten akıllı olmasa, yirmi gün gibi kısacık bir sürede asırlara meydan okuyacak romanını yazabilir miydi?

“Horace Walpole”un Büyük Eseri, Otranto Şatosu”

Otranto Şatosu, hatırlayanlar olacağı üzere, İngiliz Siyasetçi ve Yazar Horace Walpole’un kaleme aldığı, “Gotik” terimini dünya edebiyatına kazandıran, diğer bir deyişle, edebiyatta Gotik türünün öncüsü olarak kabul gören çok önemli bir eser.

Bu kült eser, yayınlandığı dönem için, yani bin yedi yüzlü yılların insanı için fazlaca iddialıdır. Nasıl iddialı olmasın ki, hayaletler, hortlaklar, devler, aniden bayılan birbirinden tuhaf insanlar, kasvetli şatolar, gizli geçitler, gizemli şövalyeler, hülasa tekinsiz mekânlarla ve karakterlerle bezeli, alışılmışın dışında yepyeni bir anlatıdır. Yazar, eserinin anlaşılmayacağından, anlaşılmamak şöyle dursun, yazdıklarıyla dalga geçileceğini düşündüğünden ötürü, eserinin ilk baskılarında yazarın adını yani kendi adını gizli tuttu. İş Bankası Kültür Yayınları’nın Otranto Şatosu için yayınladığı ön söze göz attığımızda, eserin 1700’lerdeki ilk baskılarıyla ilgili şu tuhaf bilgiye yer verildiğini görüyoruz:

“Otranto Aziz Nicholas Kilisesi Kilise Heyeti Üyesi Onuphrio’nun yazdığı İtalyanca aslından William Marshal tarafından çevrilmiştir.”

Horace Walpole 24.09.1717 – 02.03.1797
(Ressam Rosalba Carriera tarafından 1741 yılında yapılan tablosu)

Edebiyat tarihinde çığır açan Otranto Şatosu, Edgar Allen Poe, Ann Radcliffe, Mary Shelley, R.L.Stevenson gibi pek çok önemli romancıyı etkileyip, pek çok büyük eserin öncüsü olmayı başarmıştr. Fakat ona bunca kıymet vermemizin nedeni, “Gotik” diye tabir ettiğimiz, o tekinsiz, o sıra dışı anlatıyı tarihte ilk kez ortaya koyması mıdır? Bu çok büyük bir başarı olsa da cevabımız hayır olacaktır. Çünkü bize göre düzyazıda üslup, her şeyden önemli ve üstündür. Çünkü bize göre konudan, kurgudan, türden ve bir eseri eser yapan her türlü unsurdan daha mühim, daha anlamlı bir kriter varsa o da üsluptur. Hâsılı üslup, vasat seviyedeki bir romanı dahi ayağa kaldırabilir, onu unutulmaz eserler arasına sokabilir. Tıpkı ünlü Otranto Şatosu eserinde olduğu gibi, Karamuk’a değer vermemizi sağlayan yegâne etmen de anlatının samimiyeti, diğer bir deyişle üsluptaki başarısıdır.

Sir Horace Walpole’un kıymetli eserini, belki başka bir incelememizde daha teferruatlı değinmek üzere kapatalım…

Kahramanımızın adı Yaşar. Hasta ve yaşlı annesinin hitabıyla Karamuk. Servis şoförü ama uzun yol muavinliği yaptığı da oluyor. Bilhassa doğu coğrafyasına. Bizim gibi ilk kez duyanlar için belirtelim; karamuk, böğürtlenin Anadolu’da yaygın kullanılan adıymış…

Kahramanımız Yaşar’a niçin Karamuk denmekte, daha da önemlisi kitabın adı neden Karamuk? Elbette bu durumun bir esprisi var ve bu espri de kitabın sayfalarında gizli.

Karamuk, evlilik kurumunun çatırdaması gibi, daha önce birçok roman ve filme malzeme edilmiş, o çok bilindik, o çok sıradan konuyu ele alarak başlıyor. Yani ailevi sorunların, karı, koca arasındaki çatışma ve anlaşmazlıkların tipik bir numunesini de bu eserde görüyoruz. Lakin buraya kadar gerçekçi bir zeminde, o zeminin konfor alanında ilerleyen romanımız, takip eden sayfalarda iddiasını ortaya koyuyor ve tabir yerindeyse coşuyor. Adım adım Salvador Dali tuvaline dönüşüyor.

Bu noktada bir başka efsaneyi zikretmeden geçmek olmaz. Rusların büyük yazarı Gogol’ün “Burun” isimli öyküsünü duymayan yoktur. Bu eşsiz eserin kahramanı Kovalyev, bir sabah aynadaki suretine bakar ve olması gerektiği yerde, burnundan yeller estiğini görerek dehşete kapılır. Nereye gitmiştir sevgili burnu? Ne yapacaktır burunsuz? Yoksa beşinci dereceden, çok meşgul bir devlet memuru mu olmuştur? Yoksa bu saygıdeğer burun hazretleri pahalı kürkünü giymiş, Neva Nehri dolaylarında, Saint Petersburg’un ışıltılı caddelerinde, orada burada, çalımlı çalımlı gezinmekte midir?.. Birebir aynısı değil elbette ama Karamuk eserinde de, Burun eserindekine benzer (aslında Burun eserinden çok daha yoğun) fiziksel bir değişim, dönüşüm söz konusudur. Benzer metaforu işleyen bir diğer önemli eser de Kafka’nın Dönüşüm isimli eseridir. Bir sabah uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulan Gregor Samsa da tıpkı Gogol’ün Kovalyev’i gibi nedenini anlamlandıramadığı bir acayipliğin içinde bulacaktır kendisini.

Gogol’un Burun öyküsünden bir sahne

Sözlerimizi toparlamak gerekirse: anlatıdaki sıcaklığı, dildeki sadeliği ve sevecenliğiyle okunmayı ve tavsiye edilmeyi hak eden bir eser, Karamuk. Kolay okunan, bir derdi, bir alt metni olan ve bunu hayal gücünün sınırlarında gezinerek ortaya koyan bir eser..

Kitabın ruhuna uygun olarak: hayvanları, özellikle de ayıları sevin diyoruz. Fakat yine de uzun yolculuklarda arka koltuğu kolaçan etmekte fayda var.

09.07.2022 © Novelius Edebiyat

İnceleme: Karamuk” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın