rüzgar gibi geçti

Haftanın Önerisi: Rüzgâr Gibi Geçti

22.08.2022 © Novelius Edebiyat

Yazan: Mehmet BAHÇECİ

Nitelikli edebiyatın peşinde, durmaksızın çalışmaya ve üretmeye devam ediyoruz. İyi kitapların iyi okurlarla buluşması gayesiyle çıktığımız yolda, her hafta yeni bir eserin tanıtımını yapmaktan kıvanç duymaktayız. Büyük önem verdiğimiz kitap incelemelerimize, makale ve röportajlarımıza, her zamanki şevk ve titizliğimizle devam ediyor olacağız.

novelius Bu hafta “Haftanın Kitap Önerisi” köşemize Amerikalı Yazar Margaret Mitchell’in “Rüzgâr Gibi Geçti” isimli ölümsüz eserini taşıyoruz.

“Bunu şimdi düşünmeyeceğim. Onu kaybettiğimi şimdi düşünecek olursam çıldırırım. Bunu yarın düşüneceğim.”

Rüzgâr Gibi Geçti, Artemis Yayınları, Margaret Mitchell

Yirminci yüzyılın en önemli romanlarından biri olarak kabul edilen Rüzgâr Gibi Geçti, genç ve güzel Scarlet O’Hara ve karizmatik Rhett Butler karakterleriyle hafızalarımıza kazınmış, günümüze kadar başta edebiyat ve sinema alanları olmak üzere pek çok farklı sanat disiplinini etkilemiş bir başyapıttır.

Margaret Mitchell, Rüzgâr Gibi Geçti Kitabı ile…

Fakat bu yapıt, bir aşk romanı olduğu kadar, Amerikan İç Savaşını (Kuzey – Güney Savaşı) anlatan yönüyle tarihi roman kategorisinde de değerlendirilebilecek bir eserdir. Ünlü tarihçi İlber Ortaylı’nın da Amerikan İç Savaşının daha iyi anlaşılabilmesi noktasında bu eseri tavsiye ettiğini görmekteyiz.

Gazeteci Yazar Margaret Mitchell’in bu güzide eseri Pulitzer Edebiyat Ödülü almış ve 1939 yapımı, Clark Gable ve Vivien Leigh’in başrollerini paylaştığı aynı adlı sinema filmi ile beyazperdeye taşınmıştır. Sinema tarihine geçen bu kült film, 1940 yılında 14 dalda akademi ödüllerine aday gösterildiyse de on dalda bu ödülü (oscar) alma başarısı göstermiştir. Tarihte oscar ödülünü kazanan ilk siyahi isim de bu filmde canlandırdığı “Mammy” karakterine hayat veren Hattie McDaniel olmuştur.

clark gable
“Gone With The Wind” filminden bir kare. Bu karede: Rhett Butler rolünde Clark Gable ve Scarlet O’Hara’yı canlandıran Vivien Leigh’i görüyoruz.

Romantik konulara zaten her romanda değiniyoruz, o halde gelin biz çok daha ilginç bir işe imza atalım ve kitabın en önemli unsuru olan Amerikan İç Savaşı konusunu şöyle herkesin anlayabileceği bir sadelikle özetleyelim.

AMERİKAN İÇ SAVAŞI (CIVIL WAR) 12.04.1861 – 26.05.1865

Savaşı hazırlayan koşullar çok daha önceden oluşmuş olsa da Amerikan İç Savaşı, 1800’lerin ikinci yarısında patlak vermiştir. Bir tarafta dünyanın en büyük pamuk üreticisi ve ihracatçısı konumundaki güneyli eyaletler öbür yanda refah düzeyi düşük ama teknoloji ve ağır sanayide önemli atılımlar gerçekleştirmiş kuzeyliler vardı ve bu iki uzlaşmaz kesim, tarihte ağır silahlarla yapılan ilk büyük savaşın da fitilini ateşlemek üzerelerdi. Neydi anlaşamadıkları nokta? Kızılderilileri halletmişler, sıra birbirlerine düşmeye mi gelmişti?..

Solda: Güneyli General Robert E.Lee ve Sağda Kuzeyli mevkidaşı Ulysses S.Grant

Amerika Birleşik Devletleri büyük bir pasta gibi düşünülecek olursa, bu pastadan büyük dilimi almayı güneyliler hak ediyordu çünkü parayı kazanan onlardı. Oysa pasta kuzeylilerle bölüşülmeydi çünkü ülke olmak, birlik olmak bunu gerektirirdi. Sonunda güneyliler “bu iş böyle gitmez” dercesine Amerikan Birliği’nden ayrılmaya karar verdiler. Böylece güneyli on bir eyalet kendi yasalarına, bayraklarına, sınırlarına ve kendi başkanlarına sahip oldular. Artık ortada iki Amerika vardı. Kuzeylilerin  (orijinal adıyla: union) oluşturduğu Amerika Birleşik Devletleri ile Birleşik Devletlerden koparak yeni bir ülke kurduklarını deklare eden on bir güneyli eyaletin oluşturduğu  (orijinal adıyla: confederacy) Amerika Konfedere Devletleri.

Rüzgâr Gibi Geçti eserinde de bahsedildiği üzere: Güneyliler kuzeyli hasımlarına aşağılama tabiri olarak: “Yankee” derken, kuzeylilerse güneylileri, “Köle Sahipleri” diyerek aşağılıyordu.

Aslında işler bu noktaya gelmeden kısa süre önce, ABD’de köleliği meşru kılan yasaları kaldıracağı söylemiyle taraftar toplamaya başlayan Abraham Lincoln de tarih sahnesine çıkmıştı. Sıradan bir çiftçi ailesinden gelmekte olan bu genç ve karizmatik adam gerçekten de köleliği Amerika sınırlarından kaldırmakta kararlıydı. Hatta meşhur Amerikan Özgürlük Bildirisini bile hazırlıyordu. Tarih kitapları onu Cumhuriyetçi Partinin ilk Amerika’nın ise on altıncı başkanı olarak yazacaktı… Amerika’da köleliğin yasal olarak kalkması demek, Afrika’dan Amerika’nın güney sahillerine getirilen siyahi halkların önünün kesilmesi, zaten Amerika’da var olan köle nüfusunun da özgürlüklerini kazanması anlamını taşımaktaydı. Böyle bir durum olursa, uçsuz bucaksız pamuk tarlalarında bedava iş gücünü nereden temin edecekti Güneyliler? Kaldı ki, kölelik ve ırkçılık konusunda kuzeylilerin hümanist söylemleri de inandırıcı gelmiyordu hiç. Tamam,güneyliler köle sahipleriydi ve bu iğrenç bir şeydi, güneyliler de bunu inkâr etmiyorlardı ama ya kuzeyliler? Onlar sahiden bu işte samimiler miydi?

Peki sonra ne oldu?

Her savaş arifesinde olduğu gibi, suların ısındığı bir vakit, fitili ateşleyen saldırıyı taraflardan biri ateşledi. Ve arkası çorap söküğü misali geldi. Başlarda Konfedere Devletler yani güneyiler üstündü. Peş peşe zaferler kazanıyorlar, sınırlarını genişletiyorlardı. Tecrübeli komutanları, tutkulu insanları ve parasal güçleri bu durumda en önemli etkenlerdi. Fakat zamanla durumlar eşitlenmeye başladı. Tutku, hırs, tecrübe ve para bir yere kadardı. Bir de mühendislik, teknoloji ve sanayi gibi bilimsel gerçeklikler vardı ve bunların hepsine de Kuzeyli eyaletler fazlasıyla sahipti. Kuzeyliler en başta Güneylilerin deniz yollarını abluka altına aldılar. Böylece güneyli eyaletler ürettikleri pamuğu Avrupa’ya satamaz oldu. İngiltere gibi silah tüccarı ülkelerden de başta modern silahlar olmak üzere savaş için lazım olabilecek malzemeyi tedarik edememeye başladılar. Ve sanayileri olmadığı için de sanayi ürünlerini ve kendi silahlarını üretebilecekleri imkândan tamamıyla yoksundular. Böylece, tümüyle dışa bağımlı güneyli eyaletler, karada cereyan etmekte olan savaşı çok geçmeden kaybettiler.

ARTEMİS YAYINLARI TANITIM BÜLTENİ:

AŞK, ÖLÜM, KAN, KÜL VE SAVAŞ BİR RÜZGÂRLA GEÇİP GİTTİ

Amerikalı bir yazarın ilk romanıydı, ama 20. yüzyılın en görkemli aşk hikâyesi olarak edebiyata ve sinemaya damga vurdu. Gelmiş geçmiş en büyük aşk ve savaş destanlarından biri kabul edilen Rüzgâr Gibi Geçti, aynı zamanda kadın kahramanı Scarlett O’Hara’nın bağımsız, erkek egemenliğine kafa tutan güçlü kadın imgesiyle feminist bir manifestoya dönüştü. Amerikan tarihinin en kanlı savaşı esnasında güçlü karakteri ve çarpıcı güzelliğiyle Scarlett O’Hara; özgür ruhlu ve çekici Rhett Butler ve romantik, son derece yakışıklı Ashley Wilkes’ın çarpıcı aşk üçgenine odaklanıyor. Okuru, aşkın fırtınalarına ve dönüştürücü gücüne tanıklık etmeye davet ediyor. 


SCARLETT:  “Bunu yarın düşünürüm! Çünkü yarın başka bir gün…”
RHETT : “Açıkçası canım, hiç umurumda değil!”

22.08.2022 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın