Dünya edebiyatının en önemli isimlerinden Gustave Flaubert'in edebi çalışmalarına ışık tutan bir söyleşi haberiyle herkese merhaba."Gustave Flaubert"
Bir artı bir express sitesi, (birartıbir.org) İlkini 4 Ocak 2022 Tarihinde yayımladığı Gustave Flaubert’den Mektuplar Podcast serisinde, biz bu makaleyi kaleme aldığımız 03.04.2022 Tarihi itibariyle, serinin beşinci bölümünü yayımlamış durumda.
Yaşamı boyunca oldukça fazla sayıda mektup yazmış olan Gustave Flaubert’in mektuplarından her bölüm bir tanesi seçilerek, podcast serisinin hazırlayıcıları Kerem Eksen ve Emre Ayvaz tarafından masaya yatırılıyor.
Yaklaşık birer saatten oluşan bölümlerde Flaubert’in yakın çevresine yazdığı mektuplar incelenerek büyük yazarın hayata, sanata ve edebiyata olan bakış açısı, Yazar Kerem Eksen ve Emre Ayvaz’ın akıcı anlatımlarıyla gözler önüne seriliyor. Şu ana kadar yayımlanan (her biri birbirinden değerli) beş bölümde, bir yazar ve bir edebiyat aşığı olarak Flaubert’den bahsedildiği kadar, o yıllarda altın dönemini yaşamakta olan batı edebiyatından da birçok önemli bilgi ve anekdot cümle aralarında dinleyicilere sunuluyor. Özetle hem Flaubert’in daha iyi tanınması hem de genel anlamda edebiyat kültürü açısından oldukça doyurucu bilgi ve yorumlarla harmanlanan bir programa imza atıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Şahsen ben, adeta favori televizyon programımı beklercesine bir heves ve heyecanla, bu serinin yeni bölümlerini beklediğimi söyleyebilirim.
Bölüm içeriklerine ait detaylar birartıbir.org sitesinde yayımlanan orijinal halleriyle aşağıda alıntılanmıştır. Bu son derece zevkli sohbetleri dinlemek ve daha fazla bilgi edinmek için https://birartibir.org/ internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.

2021’de iki yüz yaşına basan Gustave Flaubert, birçok okur için “ölmeden önce mutlaka okunması gereken” “Madame Bovary”nin gerçekçi, soğukkanlı ve “görünmez” yazarı. Oysa Flaubert’in külliyatına, özellikle de mektuplarında ifade bulan “poetika”sına yakından baktığımızda, önümüzde 20. yüzyıla ve ötesine uzanan yollar ve patikalar belirdiğini görüyoruz. Flaubert sadece “klasikleşmiş” bir yazar değil, hem Proust’tan Hemingway’e, Halid Ziya’dan Kafka’ya, Nabokov’dan Nahid Sırrı Örik’e kuşaklarca yazarı farklı şekillerde derinden etkilemiş, hem de bugün “doğal”, hatta neredeyse “zamansız” olduğunu düşündüğümüz bir “gerçekçilik” anlayışının roman sanatına hâkim olmasına zemin hazırlamış bir öncü. Kerem Eksen ve Emre Ayvaz, bu podcast dizisinde, Flaubert’in belki romanlarından bile ilginç olan, ancak Türkçede henüz hak ettiği ilgiyi ve çeviri emeğini görmemiş mektuplarını odağa alıyor, onları sadece vakt-i zamanındaki muhataplara değil, aynı zamanda biz gelecekteki okurlara yazılmış metinler olarak yorumluyor, Flaubert’i dünde ve bugünde konumlandırmaya çalışıyorlar.em Eksen ve Emre Ayvaz, bu podcast dizisinde, Flaubert’in belki romanlarından bile ilginç olan, ancak Türkçede henüz hak ettiği ilgiyi ve çeviri emeğini görmemiş mektuplarını odağa alıyor

Ocak 1852: Otuz yaşındaki Gustave Flaubert, o güne kadar yazmış olduğu, ancak pek memnun kalmadığı için yayınlatmadığı üç metni bir kenara koymuş, yazarlık hayatının dönüm noktasını oluşturacak Madame Bovary’yi yazmaya girişmiştir. İlginç ve sonraki kuşaklar açısından heyecan verici olan şeyse, nasıl bir dönüm noktasında olduğunu az çok sezmesi ve bu sezgisini dile dökmeye, böylelikle ufukta beliren yeni edebiyat idealini tasvir etmeye çalışmasıdır.
Flaubert’den Mektuplar podcast dizisinin bu bölümünde Kerem Eksen ve Emre Ayvaz, yazarın sevgilisi Louise Colet’ye yazdığı mektuplardan birini merkeze alarak Madame Bovary yazarının içindeki iki farklı eğilimden, Colet’yle ilişkisinden ve 20. yüzyılda birçok yazarı –bilerek ya da bilmeyerek– takipçisi haline getirecek o “hiçbir şey üzerine bir kitap” yazma arzusundan bahsediyorlar.

Temmuz 1852: Gustave Flaubert Madame Bovary’de ilerlemekte, Louise Colet’ye mektuplarında bir yandan zihninde parıldayan o düzyazı idealini, bir yandan da bu ideali hayata geçirirken karşılaştığı büyük güçlükleri dile getirmektedir. Bu programın çıkış noktasını oluşturan mektupta, ideallerle gerçekler arasındaki bu uçuruma dair önemli ipuçları buluyoruz: Flaubert düzyazıya şiirin itibarını kazandırmak istiyor, ama bu büyük dönüşümü şiirdekine benzer bir düzyazı geleneğinin yokluğunda, neredeyse tek başına gerçekleştirmesi gerektiğini görüyor. Emre Ayvaz ve Kerem Eksen, Gustave Flaubert’den Mektuplar’ın üçüncü bölümünde Flaubert’in bu meşakkatli projesinden, tek tek cümlelerle kitabın bütünlüğü arasındaki gerilimden, gücünü olaydan değil üsluptan alan romandan, sinemadan, James Joyce’tan ve Çehov’dan bahsediyorlar.

Nisan 1852: Gustave Flaubert çalışma odasında birbirinin aynı günler geçirmekte, büyük yılgınlıklarla coşku patlamaları arasında gidip gelerek Madame Bovary’nin cümlelerini evirip çevirmektedir. Gustave Flaubert’den Mektuplar’ın bu bölümünün çıkış noktasını oluşturan mektubunda “Croisset’nin münzevisi” –yine, her zamanki gibi– yazının çektirdiği eziyetleri sayıp dökmekle kalmıyor, “kalabalıklar”dan ayrı yaşamanın bir yazar için neden sadece bir kişisel tercih değil, aynı zamanda bir tür vazife olduğunu anlatıyor. Kerem Eksen ve Emre Ayvaz, “Flaubert mirası”nın önemli bir unsuru olan bu yalnız-çalışkan-sabırlı yazar idealinden, bu idealin duygusal ve sınıfsal koşullarından, hızlı yazan yazarlarla yavaş yazan yazarlardan, Joseph Roth ve Stefan Zweig’dan, Yakup Kadri’nin içinde kalmış ukdeden ve sanatçı Cindy Sherman’ın Emma Bovary’nin çaresizliğine beklenmedik bir 20. yüzyıl ışığı düşüren fotoğraflarından söz ediyorlar.

Mart 1857: “Madame Bovary” yayınlanmış, hakkında açılan “ahlâka aykırılık” davasının da etkisiyle ilgi odağı olmuş, böylelikle Flaubert’e daha “kamusal” bir hayatın ve edebi şöhretin yolu açılmıştır. Taşra asilzadesi yazar Matmazel Leroyer de Chantepie’nin Flaubert’e yazdığı hayranlık dolu mektupla başlayan arkadaşlık, Flaubert’e bir kere daha Emma Bovary’nin hikâyesinde ne yapmaya çalıştığına dair geriye dönük bir çözümleme yapma fırsatı verecek, özellikle de bu mektupta dile getirdiği meşhur “Tanrı-anlatıcı” ilkesini ortaya koymasına vesile olacaktır. Bu mektubun izinde yazarın metindeki konumunu göstermeye, gizlemeye ve gizlerken görünür kılmaya yönelik romansal stratejilere, meşhur Flaubertci “gayrişahsilik” ilkesine, bunun “gerçekçilik”le ilişkisine uzanıyoruz, Flaubert “mektebi”nin Osmanlı ve Türkiye romanı, özellikle de Halid Ziya üzerindeki etkisini Kerem Eksen ve Emre Ayvaz’dan dinliyoruz.
06.04.2022 © Novelius Edebiyat – Mehmet BAHÇECİ