17.03.2023 © Novelius Edebiyat
Editörümüz Nevin Ulusoy, Yazar Alpay Eglenen'le geçtiğimiz günlerde çıkan yeni romanı Haciz'i ve çok daha fazlasını konuştu.
Röportaj: Alpay Eglenen – Nevin Ulusoy
Her yeni kitap, her yeni yazar bambaşka ufuklara yönlendiriyor bizi. Alpay Eglenen’in Kaos Çocuk Parkı Yayınları‘ndan çıkan yeni kitabı “Haciz” bir büyüme hikayesinin içinde aidiyet, kimlik, büyük şehirde gençliğe adım atış ve toplumsal sancılar üzerine derinlikli ufuklarda. İki binli yıllarda geçen olaylar toplumsal bir panoramayı da gözlerimiz önüne sunuyor. Yazarla kitabı ve yazınsal meseleleri üzerine yaptığımız röportaj sizlerle.
Soru 1: Romanınız sade ve içten bir üslup, akıcı bir anlatımla iki binli yıllarda liseli olma hâllerini birçok boyutuyla irdeliyor. Büyüme sancıları, büyük bir şehir, Ankara, ergenliğin kendi sıkıntıları, karakterimizin cinselliğini keşfedişi, ilk aşkı. Her yandan, özellikle okuldan baskılar, aileler ve maddi yetersizlikler… Hepimize tanıdık gelen, bizim hikâyemiz diye sarılabileceğimiz olaylar. Neler ilham kaynağı oldu size kitabınızı yazarken?
Cevap 1: İnsan doğası, ihtiyaçlar ve onların giderilmeleri üzerine kurulu. Bu, ortaya koyduğumuz her bir davranışın, özünde bir ihtiyacımızı giderme amacı güttüğünü gösterir. Felsefenin mevcut düşünceleri, bilimin mevcut teknikleri ilerletme ihtiyacımıza cevap vermesi gibi sanat da belki hisler üzerine bir gelişme içindir. Bu kitap da baş karakterimizin bireysel yaşantısı üzerinden toplumsal sorunlara ışık tutmak ve eşitsizliğin giderilmesi üzerine var olan farkındalığı daha da güçlendirmek amacı güdüyor. Elbette ortaya konan her eserin onu üreten için bir iç döküş olduğu yönünü de atlamamak gerek.
Soru 2: Maddi sıkıntılar, ailesinin durumu, babasının eğitimi, işi, oturdukları evin apartmanın en alt katında olması karakterimizi roman boyunca bunaltan ana unsurlar. Bir üst sınıfa geçme, içinde bulunduğundan çok daha iyi koşullarda yaşama arzusu tekrar tekrar vurgulanıyor, tek çıkış yolu gibi görünüyor karakterimize doğal olarak. Aynı araçlar kullanılarak bir sınıf atlama, daha üst sınıflarla eşit olmaya çalışma var şu an için. Sahip olunan eşyalar, oturulan ev ya da babaların mesleği aynı düzeyde olmasa da görüntüde bir eşitlik arayışı, günü kurtarma çabası. Neler söylemek istersiniz bu konuda?
Cevap 2: Eğer mahalledeki tüm çocuklar evdeyse bir çocuk için evde olmak sorun değildir. Ama herkes dışardaysa ve annesi onun çıkmasına izin vermiyorsa, çocuğun pencereden oyun oynayanları izlemesi acılı olur. Buradan, insanların yaşanılan sıkıntılardan ziyade toplumsallık ihtiyacının önemine ışık tutabileceğimizi düşünüyorum. Aynı sorunu herkes yaşadığında oluşan duygudaşlık, empatik bağ yaşanılanı normalleştiriyor ve kendimizi aykırı hissetmememizi sağlıyor. Fakat bir sorun çoğunluk içinde tek bir kişi tarafından yaşanıyorsa o kişi kendini kafasının içinde olumsuz anlamda farklılaştırıyor, dışlanmış hissediyor. Bu nedenle karakterimiz sorunlarından ziyade diğerleriyle arasındaki eşitsizliğe odaklı.
Soru 3: O günlerde önemli bir toplumsal gündem de gazetelerin kuponla verdiği eşyalardı. Bu şekilde bir şeylere sahip olma çılgınlığına değinmişsiniz, tabii spor toto tarzı oyunlar da çok önemliydi “yukarı çıkma” çabalarında. Karakterimiz de yaşı tutmasa da oynuyor. Hatta kendisi için kuponu yatırmasını rica ettiği kişinin kupondaki on beş tahmin yerinin tamamını doldurduğunu görünce şöyle bir yorum yapıyor: “Bataklığın derinlerindeki birisi için birkaç santim yukarı çıkmak neye yarar? Ya hep ya hiç, tek kurtuluş şansı tam bir yükseliş.” Böyle bir yükseliş kurtuluş olabilir mi ya da sürekli bu umutlarla yaşamak ne kadar umuttur?
Cevap 3: İhtiyaçlar arttıkça ve karşılanmadıkça zihin sapkınlaşmaya başlar. Bu uçuk hayallerin trajikomik yönü, maalesef devletlerin görevlerini ne kadar başaramadıklarını göstermekte. Tüm yönleriyle sağlıklı bir insanın piyangolara ihtiyacı yoktur. Dengesinin devamına odaklıdır. Parça parça kupon biriktirerek, tabir-i caizse ıkına ıkına sahip olduğumuz ufak şeyler çok mutlu etmiş olsa da çoğumuzu, bu kadar zor mu olmalıydı? Bir şey bizi aşırı mutlu ediyorsa arka planında büyük yoksunluklar var demektir.
Soru 4: Her şeyin, herkesin aynılaştırılmaya çalışıldığı, bireylerin de bunu sorgusuz sualsiz kabul ettiği bir düzen, sistem içinde insanlar. Karakterimiz bu düzenin dışında gibi, çünkü yoksul, alt sınıftan, ama o da bu düzenden çok da şikayetçi değil, isyanı onlar gibi olamamak, ne dersiniz?
Cevap 4: Öncelikle burada sorunlu bir sistem olduğunu görüyoruz. Karakterimiz sistemin sorunlarının direkt etkilediği kısımda. Dışında kaldığını hissettiği çoğunluk ise normal bir yaşam sürüyor. Burada iki çözüm var, ya onlar gibi olacak ya da tamamen aykırılığa sarılacak. Evet, konu tamamen bu, aidiyet hissedip sarılacak bir yer arıyor ama bunu ne normalin dışındaki ailesinde ne de normalin içinde bulabiliyor. Kolları açık, oradan oraya savruluyor. Kendisine sarılmak içinse biraz daha büyümesi gerek.

Soru 5: “Tüm motivasyonum başkalarının gözünde anormal görünmemek üzerine kurulu değil mi?” diyor karakterimiz bir yerde. Bir kimlik sorunu göze çarpıyor, maskelerle dolaşmak hep, yanında sadece kendisi olabileceği yakın bir dost bile bulamamak ama bunun için çaba da sarfetmemek, “sürekli vuracaklar bana” korkusuyla belki de. Ingmar Bergman’ın “Persona” filmindeki insanın bir türlü kendisi olamaması ya da Kundera’nın “Kimlik” kitabında baş kadın karakter Chantal’ın “unutma, benim iki yüzüm var… İsteyerek ya da istemeyerek, ne yaparsam yapayım, yaptığım şeyi iyi yapma tutkusuyla davranırım ben…” diyerek işyerinde ayrı bir kimliği olduğunu ifade etmesi gibi. Kitapta bu maskeli olma durumu nasıldır?
Cevap 5: Önceki sorularda da sürekli araya sıkıştırmak istedim ama bu cevap tam yeri sanırım. Gabriel Tarde “taklit” kavramının sosyal boyutuna dikkat çeker. Kendi ifademle kısaca tanımlarsam, ihtiyaçları olan insanların ihtiyaçlarını gideren insanların tatminlerini görüp onlar gibi davranması diyebiliriz. Aç insan, yemek yiyerek doyan insanlarla dolu bir masayı seyrederse o masaya katılıp yemek yemenin açlığını gidereceğini görecek ve masaya oturmak isteyecektir. Masadan atılmamak için de onlardan farklı davranmamaya özen gösterecektir. Onlar gibi eti kesecek, onlar gibi çiğneyecektir. Karakterimiz de masaya katılmak istiyor, bunun için olabildiğince uyum sağlamaya çalışıyor fakat asıl hayatındaki aksaklıkların o masadaki konumuna tehdidini de bir türlü savuşturamıyor.
Dikkat edilesi noktalardan birisi de artık bireyselleşmenin başladığı döneminde, karakterimizin hayatının kontrolünün ekonomik açıdan ailesine bağımlı olması. O masaya oturma konusundaki inisiyatif tamamen kendi kontrolünde olsa ve kendi isteğiyle oturmasa bu kadar sorun yapmayacak. Ama şartlar tarafından buna zorlanıyor olmak da kimlik bunalımının sebeplerinden birisi.
Soru 6: Tinercileri kendisine daha yakın görüyor, onlarla konuşabilse birbirlerini çok iyi anlayacaklarını düşünüyor gencimiz. Bir de Kapadokya gezisinde rastladıkları hurdacıya hayranlık duyuyor, kendi ayakları üzerinde durabildiği, herkesin dayatmaya çalıştığı refah dolu yaşantıya ulaşma amacının dışındaki kişiyi. Bir anti-kahraman hayali de mi var karakterimizin?
Cevap 6: Çok bilinen psikolojik bir olgudur, insanları birbirlerine en çok yakınlaştıran olgunun ortak bir düşman olduğu. Aynı acıları yaşayan, aynı şey tarafından acıtılanların birliği tüm toplumsallığın kuruluşunun da özü değil midir? Hepimizin öyle ya da böyle “acı” denen olguya tâbi olması, hepimizin birliğine zemin hazırlamaz mı? Acılar yarıştırılmadığında, herkes acısını toplumsal sözleşme kapsamında eşit imkanlarla giderme fırsatı yakaladığında kümelenmeler bitebilir. Aksi halde insanlar umutsuzlaştıkça aykırılıklarını fanatizm boyutuna taşıyacaktır. Hepimizin bir olduğunu hatırlayacağımız gün yakın, umarım.
Soru 7: Müzik de önemli bir yer tutuyor kitabınızda, rap, pop, Hayko Cepkin, Ayna, ama özellikle rap. Kendiyle bağdaştırıyor rapi, bir aidiyetlik hissettiriyor ona bu müzik, siz ne dersiniz?
Cevap 7: Kimlik arayışı içindeyken yaşadığımız çelişkiler bizi ifadesiz bırakabiliyor. Sanat eserleri bu durumda duygularımızı ateşleyebilir, hayallerimizi güçlendirebilir ama rap müzik biraz daha düşünsel bir alan yaratıyor müzikte. Karakterimizin düşün dünyasına hitap etmesine ek olarak, kökeninin de toplumdan dışlanmışlığa dayanmasıyla rap müzik bir adım öne çıkıyor.
Soru 8: Aile önemli bir unsur olarak karşımızda, sığınak, umut, güven. “Haciz” maddi değil de ruhsal bir “haciz” aslında. Sizin düşünceleriniz nelerdir?
Cevap 8: Ne kadar az doymuş, ne kadar az sevilmiş olursak olalım, bu tatminlerin ilk yaşandığı yerin aile olması, içgüdüsel olarak aileyi yıkılması güç bir tabu haline getiriyor. Aile ortamı bu nedenle, gerçekler ne kadar zıt olursa olsun kökten bir güven hissettiriyor. Aile gibi psikolojik bir kavramın içini dolduran somut öğelerden herhangi birine karşı oluşan bir tehdit de toprağa sızıp köklere inen zehir etkisi yaratıyor. Bireyler gibi eşyalar da ailenin birer parçası. Eşyaların haczedilmesi, yuva tabusunun zihinde yıkılışı, güven duygusunun kökten parçalanışı demek.
Soru 9: Karakterlerin hiçbirinin adı yok, bu çok ilginç geldi bana. Neden isimsiz karakterler tercih ettiniz?
Cevap 9: “13” adlı kitabımda da isim kullanmamıştım. Kısa öykülerimde de kullanmadım. Muhtemelen sonraki yazacaklarımda da aynı özellik söz konusu olacak. İsimlerin belli çağrışımları oluyor ve bunlar kişiden kişiye değişiyor. Bir gün bir isim kullanacak olursam esere katkısı olacağından olur. Aksi halde, bu kadar göreceli bir işe girişmek istemem. Karar da veremem zaten. Hangi isim olsun, neden? Bir nedeni yok. İsim işte. Olabildiğince kısa sıfatlar kullanmak daha işlevsel ve pragmatist.
Soru 10: Yazarken “meselem” diye düşündüğünüz kavramlar var mıdır? Bu güzel röportaj için teşekkür ediyoruz. Kitabınızın yolu açık, okuru bol olsun.
Cevap 10: Bu kitap özelinde, kesinlikle toplumsal eşitlik. Çünkü sevgisizlik, eşitsizliktendir. Kitabıma değer verip okuduğunuz, bu ince sorularla kendimi ve eserimi daha iyi ifade etmeme fırsat verdiğiniz için teşekkür ederim. İçinde bulunduğumuz olumsuz şartlara inat, herkesin acısının herkesçe sahiplenildiği güzel günler gelecek. Sevmek için eşitliği beklemek yerine, severek eşitliği sağlayacağız!
17.03.2023 © Novelius Edebiyat
“Röportaj: Alpay Eglenen – Nevin Ulusoy” üzerine bir yorum