17.09.2023 © Novelius Edebiyat
Yazar: Nevin ULUSOY
Öykü: Yeni Ev
Babasının evinden bakınca biraz uzakta da olsa tam karşıda görünen yeni yapılmakta olan evine bakıyordu. “Kız yenge, Osman yeniden evlenip yerleşir ki bu eve!” dedi birden. Bugüne bugün köyün tek kereste atölyesi onlarındı, en güzel ev de onların olmalıydı artık. Millet köye yazdan yaza geldiği halde yeni yeni evler yapmıyor muydu? İstanbullarda, Almanyalarda kazanıp kazanıp… Bunca yıl kaynatasının, kaynanasının evinde, e eski canım o ev artık, hem de ne eski, kaç nesil geçti oradan? Şöyle bir dayayıp döşeyip… Yeni mobilyalar da yapılıyordu. Hey gidi. Kaç yaşındaydı kocasına satıldığında? Var mıydı on üç? Nereden bilsin? Şimdi kaç yaşındaydı? Yengesine baktı. Yetmişi geçmişti o kolay. E babası daha yeni… Ondan gelip yerleştiler ya buraya, doksanı geçmiş miydi ki kız, Allah rahmet eylesin, ah. Yengesinin geldiği ev, bu ev ya bu ev, sekiz kız, tek erkek, bir de gelin gelince. Koyun koyuna yatarlardı şu karşıki mutfakta, ağabeyinin odası ayrı tabii, babasıyla annesi öbür sobalı odada, ama en güzel odada fikrince. Yeni bir oyun arkadaşı gibi, yengesi, pek güzel çalışırlardı beraber canım, bakma şimdi, ev mev, tarla marla, hesaplar, işte babası da gidince, yaaa…
Var mıydı on üçünde? Bilmiyor ki. Güzel miydi? Güzeldi herhalde, bir küçüğü kadar olmasa da. Anası, ah anası, erken gitti be, ya, erken gitti. Ah, kolu kırılmayaydı! Yatar dururdu gerçi, hiç sevmezdi ev işlerini, yemeği falan babası yapardı canım, aklı fikri tarladaydı ama, bir de inekleri. Hiçbir yere gitmezdi, “ben yavrularımı nasıl bırakayım?” derdi, yavruları, evin altındaki ahırdaydı yavruları. Kız, nasıl da gidip gidip sever, başlarını okşar öperdi onları, torunlarını sevmezdi sanki o kadar. Toprak bir de. Ah, toprak!

Güzel miydi? Güzeldi ya, anaları pek güzeldi ama, şu içerde fotoğrafı duruyor hala, ne güzel kadındı, bir küçüğü de iyice ona benzemiş, ağabeyi de benzer, pek yakışıklıydı, şimdi sakallı falan da…
“Gittiniz ya siz büyük şehre kurtuldunuz işte. Toprak moprak, biz buralarda…”
“Senin çocukların gitmedi mi? Kimi İstanbul, kimi Ankara, Almanya bile var kız.”
“Var ya, zaten köye gelin mi olan var?”
Köye gelecek gelin de bulamadılar, bak sen şu işe! Sekiz erkek, iki kız, hepsi şehirlerde. Bir tanesi yanında olsun istedi, gelin ne yaptı ne etti, eh, oğlu da dinledi gelini canım, gönlü mü varmış nedir, ağabeyleri, ablaları gibi… Torunlar da hep uzakta. Ne olurdu ah, birkaç tanesi dizinin dibinde olsaydı, koynunda büyüseydi, ne olurdu, amaaan işte…
Hiç ses olmazdı o koca evde, hey gidi hey, nasıl olsun, kaynatası bir göründü mü, hele kaynanası, aman kaynanası, aman, içi titredi, o ne korku, bak, yine cız cız etti yüreği, hepsi toprak oldu ya şimdi. Toprak ya, ah, toprak. Ameliyat oldu da hiçbir şeyler yapamaz olduydu, oturduğu yerde otları kazdıydı, ah gidi. Şimdi onu da yapamaz. Güneşin bağrında saatlerce çalış da çalış, çapala, çapala, sonra eve gel, aç yufkaları, pişir aşları, en küçüğü al kucağına sofrada, utana sıkıla. Çocuklar bayramlarda toplanır gelir hiç olmazsa. Şu ev bitse de bir yerleşse. Şöyle bir kurulup… İki kişi, baş başa. Bir gülme geldi. Şaban’ı, ah Şaban’ı hiç ikiletmez, ne zaman çağırsa, yok, çağırmaz, çocuk çalışsın, evini barkını bilsin, iyi olsun da aman. Oturur o evinde. Telefon var ya artık, iyidir iyidir, ararlar böyle, konuşurlar, gözü mü yaşardı ne, tövbe… Kurbanda da çevirmeli şöyle iki koç. Yesin gelen giden. Ağır ağır pişer, Şaban’ı çevirir ya, ne güzel kebap yapar oğlu. Konu komşu şöyle geldi mi… Zaten yaparlar da hep, yeni evin avlusu daha güzel oldu canım. Ne o ablasının yaptığı ev. Onlarınki de akıl, sen senelerce Almanyalar’da dur, gel, köye ev yap yerleş! Küçücük de bir şey, boyası moyası yarım yamalak, eniştesi yemiş mi ne paraları, artık günahı boynuna. Rakı makı ohooo diyorlar. Bir de ev mi tutmuş ne şehirde, arkadaşlarıyla toplanıp karı oynatırlarmış, ay aman, tövbe kız. Osman, aman Osman, tutumludur, bir yerlere gitmez ki zaten, ne bilsin para mara yemek. Kahve ne bilmez, camiye gider gelir. Akşam kahvesini içti miydi… Geçerler şimdi, geçerler o gıcır gıcır koltuklara, televizyonu da açtılar mı, oh ya!
Bunlar da ne arar bu evde bilmez ki. Babası varken gelmek istemezlerdi, şimdi gitmek bilmiyorlar. Bir de hisseymiş! Bahar geldi mi damlayıveriyorlar. Şehir mi batar nedir. Aman, şehir şehir, ne o, beton beton, gri her yer, duramaz, hiç duramaz. Babası da hiç sevmezdi, daralırdı hep, anlatırdı arada bir uğradı mı. Köy gibisi yok canım, olur mu? Bunlar da, kimbilir… Sanki beklemişler de göçsün diye, tövbe. Ah, babası, ne çabuk gidiverdi, ne çabuk! Bir öksürük, derken, hadi bakalım şehire, bir de haber geldi ki… Ah toprak, ah!
Babasının evine bile gelemezdi, şuncacık yakın, neredeee? Annesinin ölümüne yakın, eh, kaynana da olmayınca artık, gider gelirdi bazı, ama soğumuş artık, alışmış, alışmış gidip görmemeye anasını babasını, içine, içinin en kuytu köşesine yerleşmiş o korkular, zannederdi ki kaynanası suratını asacak eve gidince, suratı hep asık da, daha bir kararmış görecek o kapkara bakışları.
“Kız, nasıl korkardım kaynanamdan? Bir kere gündüz vakti girdik de odaya Osman’la, aman, o ne kükreyiş!”
“Çocuk sevmek de ayıptı ya sizde. Ağlamıştı da bir kere senin Rabia mıydı kız o, yerlerde süründüydü de alamadın kucağına.”
“Alınır mı kız alınır mı? Hele baba, tarlaya giderken de almaz, yemeği memeği ne varsa yüklenirsin sırtına. Şimdi hepten kucaklarda çocuklar, yeni babalar diyorum ben. Baba hiç kucağına alır mı çocuğu? Ne bileyim, öyle olmuş artık.”
Ah, şu ev bir bitseydi, bir bitseydi şu ev! Böğründe bir sancı, karnında yine o kötü ağrı. Ameliyattan beri. Kaç sene geçti halbuki. Yatağı da en genişinden, şöyle oymalı yaptırıyordu, oh, bir dinlensin artık, yün döşeği de attı mı üstüne, yok yok, yeni hazır döşeklerden, neyi eksik gelinlerinden… Aman, ne o senelerce, sök yatakları, sök yorganları, yıka, güneşe ser, aman, istemez. Koltukları da pek kibar. Tabakları, tencereleri de yeniledi mi… Son model bulaşık makinesi, yeğeninin düğününde almışlardı ya, Osman alır elbet, alır. Kurutma makinesi de aldırmış dediler, her şeyi aldırmış daha nişanlıyken. Bu gençler akıllı canım, akıllı. Kurutma makinesi, iyi olur ya, Osman’a demeli. Yine içi cız etti. Osman, Osman. Yok canım, hiç olur mu, Osman, hiç… Bir bitseydi şu ev, bir bitseydi…
S O N
Kapak Görseli: Alfred Sisley, Autumn Mists, 1874
Kare Görsel: Albert Birkle, The Last Houses, 1922
Yazar Hakkında:

Nevin Ulusoy, 1972 yılında İstanbul’da doğdu. Lise eğitiminden sonra yabancı dilini geliştirmek üzere İngiltere’ye gitti. Burada geçirdiği bir yılın ardından ülkesine dönen Ulusoy, İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi ve bu bölümden mezun oldu. Yurt dışı ve yurt içinde özel sektörde çalıştı. 2021 yılında emekliye ayrıldı. Küçük yaşlardan bu yana edebiyatla iç içe olan yazarın, şiir, deneme, öykü ve roman türlerinde çalışmaları bulunmaktadır. Hâlen kültür sanat platformu Arsız Sanat ve Novelius Edebiyat‘ta yazarlık faaliyetlerine devam etmekte, İngilizce yazılarını ise kişisel bloğu, artidelight.com üzerinden yayınlamaktadır.
17.09.2023 © Novelius Edebiyat