sezen doğan

Öykü: Melena Kirva

17.03.2023 © Novelius Edebiyat

Yazar: Sezen DOĞAN

Melena Kirva, Sezen Doğan'ın kaleminden...

Zil çaldı. Melena Kirva, öğretmenlere çay kahve pişirdiği ocağın önünden kalkıp gür, kuvvetli sesiyle bağırarak sınıflarına yöneltti küçük öğrencileri.


Altmış yaşlarındaydı. Yüzündeki derin çizgilerin arasına pek çok anı ve duygu sıkıştırmıştı. Ama dimdikti, gücü kuvveti yerindeydi, sağlıklıydı, yere sağlam basıyordu hâlâ. Ders başlayıp koridor sessizleştiğinde pencereye dayanıp bahçeye dikti toprak rengi gözlerini. Özlem bürümüştü bakışlarını. Köyün en güzeli, o şen şakrak kızı Melena hüzünlüydü. Trabzon’unu, vatanını özlüyordu. Karış karış bildiği o topraklara bırakıp her şeyini, Yunanistan’a gelmişti. Göç yaramamıştı.
Bir Rum İlkokulunda müstahdem olarak çalışmaktaydı. Burnunda tütüyordu Trabzon. Artık yaşlandığını, ölümün yakında kapısını çalacağını biliyordu. Çocukluğunu, gençliğini geçirdiği o yeşil toprakları bir kez daha görebilmek, koklamak, avuçlamak ve kucaklamak isteği her geçen gün biraz daha, biraz daha kabarıyordu içinde.


-Melena!


Tanıdık bir sesle irkildi birden. Gelen Yanni’ydi. Saçsız başı, kısa tombul bacakları, küt parmakları, fıldır fıldır mavi gözleriyle Yanni. Göç yolunda karşılaştığı uzak bir akraba. Başka da kimsesi yoktu zaten. Bir de vatanı vardı işte. Belki Trabzon’a dönerse, canlanan anıları ısıtacaktı yüreğini ve belki de avutacaktı kimsesizliğinin, ihtiyarlığının, unutulmuşluğunun hüznünü.


“Türkiye’ye gidilir mi hiç? Delirdin mi sen? Türkler öldürür seni,” diyordu herkes.


Melena eski, aşınmış mantosunu kapıp ocağın yanındaki iskemleden, uzun bacaklarını açarak hızla koştu dar koridoru. Yanni kısa bacaklarıyla koşuyordu peşinden; “Ne oldu şimdi birden bire? Nereye gidiyorsun?” Rumca konuşuyordu Yanni. Melena ise Türkçe düşünüyor, Türkçe konuşuyordu; “ Trabzon’a gideceğim. Öleceğim varsa da Türkler öldürsün beni. Dostlarım, komşularım, onların çocukları…”


Tek odalı, kırık dökük evine girip eski, tozlanmış bavulunu çıkardı. Birkaç parça eşyasını alıp yola düştü.


Yanni şaşırıp kalmıştı. Tuhaf tuhaf bakmaktaydı ardından. “Bu işin içinde bir iş var,” diye söyleniyordu. “Ya delirdi bu kadın ya da oradaki mallarının hesabını sormayı daha yeni aklına getirdi.” Yoksa durduk yere böyle bir anda olacak iş değildi.

Yemyeşil dağların ardından Trabzon’a güneş doğdu. Köyün horozu tiz sesiyle, gür başlayıp sonlara doğru, sönen balon edasıyla öterek uyandırdı küçük Akay’ı. Taze tereyağı, yeni sağılmış süt, evde yapılmış ekmek karşıladı onu, her sabah bahçeye kurulan kahvaltı sofrasında. Akay uzun uzun içine çekti temiz havayı.


Sabahın sessizliğinde Melena Kirva’nın gür sesi duyuldu. Rumcaya kaçan şivesiyle “Ah köyüm, yuvam!” diye bağırıyordu. Koşup sarıldı bahçedeki armut ağacına. “Bunu dedem aşılamıştı” dedi. Yaşlar inci gibi döküldü yorgun yanaklarından çenesine. Yere çöktü. Tırnaklarını geçirdi toprağa. Büyük bir sessizlik ve saygı içinde onu izliyordu aile bireyleri sanki günün birinde geleceğini bilir gibi hiç yadırgamadan hem de. Akay, şaşkın gözlerle bu yaşlı kadının bahçenin içindeki koşar adım hareketlerini izliyor anlamaya çalışıyordu.

Akay’ın babası, “Herkesin bir hikâyesi vardır,” derdi hep. İlk defa gerçek bir hikâye dinliyordu Akay. Kendi koştuğu bahçede bir zamanlar Melena Kirva’ nın oyunlar oynadığını duyuyordu. Köyün en gösterişli, en cesur kızıydı o.


Savaş sırasında, köyü işgal eden Rus askerleri eğlenmek için kız istemişlerdi köylülerden. Melena dimdik, korkusuzca çıkmıştı karşılarına: “Geldim işte. Hadi ne yapacaksanız yapın,” demişti. “Sen git, Türk kızı gelsin,” diye diretmişti askerler. Melena, “Gitmem,” demişti. Bunu öyle kararlı bir şekilde söylemişti ki ikna etmişti Rus askerlerini. O günden sonra yarı deli bir kahraman oluvermişti köy halkının gözünde. Zira ne mümkündü, aklı yerinde birinin Rus askerlerine kafa tutması.

Trabzon’da düğün vardı. Telli duvaklı gelin ise Akay’ın ablasıydı. Bembeyaz, ay parçası yüzüne baktıkça, kendi gençliğini, güzelliğini anımsamıştı Melena. Sevdiği vardı, köyün en deli fişek delikanlısı yatardı gönlünde Melena’nın. Şayet o Rus askerlerine kafa tutmasaydı, bu deli kızı kim gelin diye alırdı? Gömdü içine sevdasını, acısını gömer gibi. Şimdi beyazlar içindeki gelini görünce aklına gelmişti, sahi neredeydi Salih, sağ mıydı, çocukları? Hatta belki torunları olmuştu.. Düğün için köy meydanında toplananların arasında hızla gezdirdi gözlerini. Silahlar patlamaya başlayınca ayaklarına sarılmıştı Akay’ın annesinin, gelinin amcaları halay çekerken ateş ediyorlardı havaya. O anda açığa çıkmıştı Türkler tarafından öldürülme korkusu.


Bir süre daha kaldı köyde Melena, anılarının tek bir tanığı bile yaşamıyordu artık. Çocukluğunda, içinde oyunlar oynadıkları tahta ev çoktan yıkılmıştı. Akay ve arkadaşlarına hayal görünen tarihin yaşayan kanlı canlı kanıtı gibiydi, toprak rengi gözlerini Trabzon’a diker, uzun uzun susardı. İçinden geçenleri bilmek isterdi Akay ama soramazdı. Onu üzmekten incitmekten korkardı.


Sonra bir gün Yanni çıkageldi. “Öldün mü, kaldın mı merak ettim,” diyordu. Akayların evinin etrafındaki arazinin, hatta belki de bütün bir köyün Melena Kirva’ya ait olmasından şüpheleniyor, daha doğrusu umuyordu. Belli etmese de malda payı olsun istiyordu.


Yanni de gelince, artık Akay’lardaki misafirliğinin fazla uzadığını düşünmeye başladı Melena Kirva. Bir gün, bu tuhaf yaşlı kadın, yarı deli Melena Kirva geliyor, hayatlarına ortak oluyor, “Burası benim yuvam,” diyor. Onlarsa, “Ne zaman gideceksin?” diye sormayacak kadar iyi ve konuksever insanlar.
Gideceğini söylediğinde ağladılar. Akay’ın annesi boynuna sarıldı, babası geçmişin borcunu ödemeyi bahane ederek para vermek istedi. Yine savaş canlandı Melena’nın gözlerinde; altınlarını ayakkabılarının topuklarına saklayıp çıktıkları o uzun göç yolunu anımsadı kederle. Hiçbir şey istemeden düştü dönüş yoluna. Trabzon’unu son kez görmenin hüzün kokan huzurunu temiz hava ile birlikte içine çekti. Yunanistan’a doğru yola çıkarken, yol arkadaşı Yanni, varolmayan mallara sahip çıkabilmenin hesabını yapıyordu hâlâ.


Trabzon, bir daha haber alamadı Melena’dan. Savaşın yurdundan ettiği yaşlı kadın, bütün sevdiklerini ve ait olduğu toprakları kaybetmiş olmanın hüznüyle, Rum çocuklarının heyecanlı umutlarını, büyüme telaşlarını yansıtan penceresinden yorgun, gülümsüyordur belki de…

S O N

1.Resim, Kapak Görseli, Lynee Drexler, Violet Sunlight, 1962

2.Resim, Kare Görsel, Jenny Nyström, Old French Countrywoman, 1885

Yazar Hakkında:

sezen doğan

NOVELİUS EDEBİYAT Sezen Doğan, 1977 yılında İzmir’de dünyaya geldi. Eskişehir Üniversitesi, Muhasebe Finansman bölümünden mezun oldu. Lise yıllarından bu yana; önce edebiyata, sonra sahne sanatlarına ilgi duymaya başladı. Müjdat Gezen ve Sönmez Atasoy gibi ustalardan dersler aldı, bir süre TRT’nin Seslendirme Bölümünde çalıştı. Yazar Barış İnce ve Yazar Zeynep Eşin’in Yazı Atölyelerinde eğitim aldı. Her iki yazarın öykü kitabı seçkilerinde çalışmalarına yer verildi. Öykü, inceleme ve seslendirme türündeki çalışmaları Yazı Yorum Dergi’de yayımlandı. Melena Kirva, sitemizde yayımlanan ilk öyküsüdür.

17.03.2023 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın