İnceleme: Mozart’ın Nasırlı Elleri

18.02.2024 © Novelius Edebiyat

İnceleme Yazarı: Nevin ULUSOY

NOVELİUS EDEBİYAT Editörümüz Nevin Ulusoy, Yazar Ayşe Hicret Aydoğan’ın 2023 Eylül ayında Hece Yayınları etiketiyle okurların ilgisine sunulan ilk kitabı “Mozart’ın Nasırlı Elleri” hakkında yazdı…

İnceleme: Mozart’ın Nasırlı Elleri

Edebiyat, sonsuz olanaklarıyla yaşanmış ve yaşanacaklar rehberi, çakmak çakmak varoluş tablolarıyla. Öyküler, avuçlarımızda hüzün ve coşku ırmakları, çağıltılarla yaşam nefesleri. Kısa ama varoluş yoğunluğunda, yüreğimize sarılmada. Kederin en uçurumlarda yankılananından sevincin en ak pakına. Kalemin derin aynalarımızda yansıyan kıvılcımları gönlümüzde hayat tomurcukları. Yolumuzu kendi bildiğimizce alma, yükümüzü cesaretle, yalnızlığımızın gücüyle taşıma sevdasında ışığımız. Edebiyat, bütün diğer sanat dalları gibi, elimizden tutmada.

Yeni bir kitabı ellerinden tutup gönlümüzdeki yansımalarını hissetmek nasıl da benzersiz bir keşif. Bazen hayal kırıklığı, bazen kelimelerin, cümlelerin inanılmaz lezzeti karşısında pek neşeli bir şaşkınlık, katman katman hayranlık, keşiflerin mavi – yeşil güzeli. Sevgili Ayşe Hicret Aydoğan’ın ilk öykü kitabı Mozart’ın Nasırlı Elleri, bir mavi – yeşil güzeli keşif oldu, oluyor benim için. Bitmeyecek öyküler bunlar, çünkü yaşamın tam ortasından, kısa ama varoluş derinliğindeler. Hece Yayınları’ndan geçtiğimiz Mart ayında çıkan kitap, şahane karşılaşmaların yaşam yolumuzda ne kadar hayati rol oynadığını da gösteriyor, sosyal medyada, edebiyat sayfalarında karşımıza çıkan güzelliklerin şifamız olabileceğini anlıyoruz yeniden. Sevdiğiniz bir yazarın satırları aradığınız yol arkadaşıdır belki de. Ayşe Hicret Aydoğan; Yedi İklim, Hece, Hece Öykü, Edebiyat Ortamı, Sabit Fikir gibi dergilerde öyküler ve kitap incelemeleri yazan, yayıncılık da yapan, edebiyata ciddi emek veren bir yazarımız. Klasik müzikle de ilgilenen yazar, piyano çalışmalarına devam ediyor. Aydoğan’ın müzikal anlamda içselleştirdiği sanatının dokunuşları kitap boyunca kucaklıyor bizi.

Ormanla açılıyor öyküler ve bizi bırakmıyor orman imgesi. “Sorularla dolu bir gece ormanında kim uyumak ister ki?” dediğince Ingeborg Bachmann’ın, dolaşıyoruz. “Ormanın kuytusu, uluyan köpekler.” Sis, gece, sessizlik. Sessizliğin kendi yankısı, notaların derin tınısıyla bırakır yaşanmışlıkları kucağımıza. Öykülerin müzikal ritmi, Aldoux Huxley’nin sözünü doğrular nitelikte: “Anlatılanamayanı anlatmaya en yakın olan, sessizlikten sonra müziktir.” Kendi gerçeklerimizi sunuyor bize yazar. “Gerçek, ‘yaşanmakta olan anda’ insanın kendi dünyasında yaşananlardır” der ya Engin Geçtan “Varoluş ve Psikiyatri” kitabında. Gerçeğin suskular ve dilin olanaklarıyla öyküleşmesi, yaşamın gerçeği, kimin başından geçmiş olursa olsun, sislerle örülü, “susarsam bir boşluk, konuştukça bir eksilme!” Sözün yetmediği yer, öyküde nefesin ritmik dalgalanışı, cümlelerin ustaca sayfalarda yerini bulmasıyla eşsiz bir edebi zevk sarhoşluğu.

“Geçip gider ağaç, gider sis, geçer yağmur, geçip gider kadınlar, gider bedenler varoluşumun herhangi bir anında, yaşımın yok olduğu bir zamanda dipdiri bir orman besliyorum şimdi. Dişlerim kamaşıyor. Sis, belli belirsiz bir çizgide yaşamın boyutlarını aşıyor, karışmak için sonsuz bir şiire, iteliyor kendini boşluklara.” Öyküler rüyanın gerçeğiyle masalsı bir dokunuşta dirençle buluşuyor “Rüyalar gerçeğin yoksunluğu.” dediği yerde yazarın. Ve aşk, yaşamın en gözüpek direnç kaynağı, mayasında acısı, tatlısı : “Kendini tanımak için aşık olmalısın demek ki.” Sevenlerin kendi dillerinde buluşması ah: “Bir sarmaşık gibi yıllar geçtikçe birbirlerine daha sıkı dolanmışlar, vakti birlikte kovalıyorlardı… Birini seviyorsan sadece onun anladığı bir alfabe kullanıyor gibisindir.” Karin Karakaşlı, “Başka Dillerin Şarkısı” düşer aklımıza burada: “Beraber soluk aldıktan sonra insan hangi dilde konuşabilir? Beraber solunan her an, yazılmamış bir şiir dizesidir… Hatırlanmaya değer ya da istendiği halde unutulamayan sözler ancak nefesin dili paylaşılmışsa söylenebilir.” Sevincin bunca derininde acının da olabileceği gerçeği, “Beyaz Mendil”li kayıplar, kaçınılmaz acı, acının “ağızda karanfil gibi çevrilip durması”, yangın ve kül acısı. “Yangından hiçbir şey kalmasa da geriye, nasıl çıkacaksın küllerine bulanmadan.” Ezginin Günlüğü’nün unutulmaz ezgisi kulaklarda:


Yan gönlüm yan, külden adam olur san,
Yan kalbim yan, kaçamazsın sevdadan…
Çekmecemde resmin vardı, baka baka bitirdim
Gözlerimde sana güller, papatyalar getirdim.


Acıyla var oluşun bilinci, yaşanmış, sonsuzca paylaşılmış günlerin, anların kişiyle soluk alması, küçükken temizletilmemiş kıymıklar, yetişkinlikte yüreğe oturmuş nasırlar, tufana dönüşen sığınaklar ve “bir ip cambazı gibi hiçbir yere tutunmadan yürüyebilmeliydim tüm rüzgarları arkama alarak” demek. Hayatımızdan silmeye çalıştığımız “leş”ler, uğraştıkça yerini sağlamlaştırır gibi görünür, ancak içten yükselen bir dirençle kaybolup gider. Nasırlara sığınmak, yılmadan, “izi kalır bunların” deseler de, “acı çekmiş olmak geçmiyor” dediği yerde Kemal Varol’un, acılarıyla insan olmanın bilinciyle gülümsemenin tadını alarak, saçlardan dökülen yükler sonra. “Yanında sürükleniyorum, suya kapılmış bir çalı parçasının ruhunu” hissederek “dilinin altında bir alev parçası”yla yaşamak, hayatın içinde yan yana olamamak, başka bir yas, acının çeşit çeşit halleri ve yalnızlığın sesi, “yalnızlık uzun bir yol.” İnsan, kendi yuvasını yalnızlıkta bulabilir, bulmalıdır. “Ruhumu görmemek için başını benden yana çevirmeyen insanlarla bir çit örmüştüm etrafıma.” Yalnızlığıyla güçlenmesi bir insanın, acılarıyla, yaralarıyla olduğu kadar, yolunun biricikliğini keşif ve aydınlanma, bu aydınlıkla sevinci bulma, Habib Bektaş’ın “Cennetin Arka Bahçesi” romanındaki cümlelerinin belirttiği gibi: “Yalnızlığınıza değer veriniz, yalnızlığınızı seviniz! Yalnızlığımız, kendi ben’imize en yakın olduğumuz andır ve en kalabalık olduğumuz an, kendimizi tanıyabileceğimiz.” Kendimizle kalabalıklaşıp geleneklerin buyruklarından, bilinçaltımıza işlemiş töresel algılardan uzaklaşmak.

Anlatının, edebiyatın, sanatın gücünden yeni kıvılcımlarla yol alma cesaretiyle doluyoruz öykülerle, aşkla, yaşamsal nefes, bütün varlığın özünü oluşturan aşkla. “Geriye aşk kalacak, bilgi yitip gittiğinde, diğer diller tükendiğinde”, Mia Hansen-Love’ın unutulmaz filmi “Güzel Bir Sabah”ta hissettiğimiz gibi. Aydoğan’ın öyküleri dilin yürek halinde sonsuzluğa sesleniyor, sonsuzluğumuza. İnce ince, su berraklığında, şiirin nakışlarıyla bezeli cümleler görsel bir keşif de sağlıyor bizlere. “Gözler de yük taşır”, varoluş yükümüz, okudukça bir daha hissederiz, “özlemini çektiğimiz o gerçek, yalnızca kendimizde yaşıyor.” deriz Hermann Hesse gibi, “Bozkırkurdu.” Sarılıyoruz bu öykülere yüreğimiz tomurcuk tomurcuk çiçeklendikçe, aynalarımızda yansıyan derinlerimizle gözgöze, kendi bildiğimizce yolculuk gözüpekliğiyle.

Mozart’ın Nasırlı Elleri • Ayşe Hicret Aydoğan

Yayınevi: Hece Yayınları Tür: Öykü Basım Yılı: Eylül 2023 Sayfa Sayısı: 56 ISBN:9786258162776 Boyut: 13 x 21 Baskı: 1.Baskı

İnceleme Yazarı Hakkında:

nevin ulusoy

Nevin Ulusoy, 1972 yılında İstanbul’da doğdu. Lise eğitiminden sonra yabancı dilini geliştirmek üzere İngiltere’ye gitti. Burada geçirdiği bir yılın ardından ülkesine dönen Ulusoy, İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi ve bu bölümden mezun oldu. Yurt dışı ve yurt içinde özel sektörde çalıştı. 2021 yılında emekliye ayrıldı. Küçük yaşlardan bu yana edebiyatla iç içe olan yazarın, şiir, deneme, öykü ve roman türlerinde çalışmaları bulunmaktadır. Halen Novelius Edebiyat ve Arsız Sanat bünyesinde yazarlık faaliyetlerine devam etmekte, İngilizce yazılarını ise kişisel bloğu, artidelight.com üzerinden yayınlamaktadır. Evli ve iki çocuk annesi olan Nevin Ulusoy’un başlıca ilgi alanları arasında; kitap okumak, müzik dinlemek, film izlemek, tiyatro, opera ve bale gösterilerine gitmek, müzeleri ve sanat galerilerini ziyaret etmek gelmektedir.

18.02.2024 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın