İnceleme: Döngü

18.09.2022 © Novelius Edebiyat

Yazan: Mehmet BAHÇECİ

İnsan, kendi içindeki dünyanın büyüklüğü nispetinde yalnızdır.

Döngü, İsmail ULUÖZ, Edebiyatist Yayınevi, Sayfa: 24

novelius Yazar İsmail Uluöz’ün 2022 haziran ayında, Edebiyatist Yayınevi’nden çıkan “Döngü” isimli romanı üzerine izlenimlerimizi aktarmaya çalışacağız.

Bir ilk kitap olma özelliğindeki eser, aynı zamanda Türkçe öğretmeni de olan yazarının mesleki yetkinliğinden mi kaynaklanmaktadır bilinmez, benzer hacimdeki hemen çoğu eserden çok daha zengin bir kelime çeşitliliği ortaya koymakta. Kimi naftalin kokulu kelimeler için sözlüğe bakmak lüzumu hasıl olsa da böylesi zengin metinlerle tanışmak her okur için bir ayrıcalık olsa gerek.

ismail uluöz
Yazar İsmail ULUÖZ ve 2022 haziran ayında okurlarla buluşturduğu ilk romanı…

İki bölümden oluşan Döngü’nün, daha uzun olan ilk bölümü Afyon’a bağlı bir köyde, ikinci bölümü ise Denizli vilayetinde geçmekte. Her iki bölümde de yedi yaşındaki küçük kahramanımız İbrahim’in yaşamına misafir oluyor, bilhassa annesi ve akranı yaşlardaki arkadaşlarıyla olan ilişkilerine tanıklık ediyoruz.

Bir düşünce kitabıymışçasına ağır bir tempoda başlayan eser, devam eden sayfalar için okuyucuları nelerin beklediğinin, nasıl bir anlatımla karşı karşıya kalınacağının sinyallerini vermekte… Evet, eserin geneline baktığımızda, kimi bölümlerde heyecan dozu yükselse de fikri derinlikten kitabın son sayfasına kadar vazgeçilmediğini görüyoruz. Adeta bir sosyolog edasıyla ortaya konulan Tolstoyvari saptamalar, karakterlerin uzun uzadıya betimlenmesi, duygu ve düşüncelerin tüm yönleriyle ele alınması… Yazarın katlanmış olduğu tüm bu zahmetler son derece değerli ve takdire şayan elbette. Lakin okurların yüzde kaçı bunların ayırdında olacak? Kaçı bu saydıklarımıza kıymet verecek? Yoksa okur kitlesinin önemli bir kısmı sadece akıcılığa bakarak mı Döngü’ye değer biçecek?

Çabucak sonuca gitmeye odaklı günümüz okuru, kitabın içeriğinde önemli yer tutan adalet, haksızlık, dengeli olmak, yalnızlık, mutluluk, ölüm… gibi kavramlar hakkında girişilen etraflı mülahazalardan, derinlikli analizlerden sıkılır mı? Bizim düşüncemizi sorarsanız, böyle bir risk mevcut. Şunu da belirtelim ki, klasiklerle ve düşünce kitaplarıyla arası iyi olan okurların Döngü’den ziyadesiyle lezzet alacaklarını düşünmekteyiz.

Eserin bir diğer dikkat çekici yönü de kumar, içki, zina gibi meseleleri ele alıyor oluşu. Bunları kimi zaman inceden inceye kimi zaman da göstere göstere eleştirmesi… Kötü oldukları konusunda hemfikir olduğumuz tüm bu olumsuz meseleler, ne iyidir ki üstenci ve dayatmacı bir üslupla ele alınmamış. Romanın bir parça muhafazakâr bir bakış açısını yansıttığı izlenimine kapıldıysak da dayatmacı bir durumla karşılaşmamak mutluluk vericiydi. Ne var ki, bunlar eleştirilmeli hatta zinhar yasaklanmalı, diyenler bile olacaktır aramızda. Fakat bu edebiyatın görevi midir gerçekte? Edebiyat dediğimiz mecra böyle mi olmalıdır?  

Kitaptan yakaladığımız parıltıları, hoşumuza giden yönleri öne çıkararak incelememize devam edelim.

Her romanda olması gerektiği gibi Döngüde de bir parça gizemli hatta merak ve heyecan uyandırıcı bir konuyla karşılıyoruz. Fakat romanın başkişisinin yedi yaşında olmasından sebeple Döngü eserinin bir çocuk kitabı olduğu yanılgısına düşülmemeli.   

İbrahim, Anadolu’nun mütevazı bir köy evinde, tek göz bir odada annesiyle birlikte yaşamını sürdüren oldukça hassas bir çocuk olarak karşımıza çıkıyor. Evin daha büyük kısmında ise İbrahim’in yengesi Gülsüm yaşamakta. Hayatında önemli bir müşkülü olan Gülsüm de kurguda önemli rolü olan karakterlerden. İbrahim’in babası ise romandaki tabirle acı vatana gitmiş. Malum, ekmek derdine… Hüzünlü ama samimi ve sıcak bir ortamda yani küçük İbrahim. Ayrıca köyde de pek çok arkadaşı bulunmaktadır, türlü maceralara atıldığı.

Döngü, Goethe’nin meşhur sözünü tasdikler nitelikte. “Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir.”

Okuduğumuz kadarıyla çoğu arkadaşından birkaç yaş küçüktür İbrahim. Fakat İbrahim’i cüssesine ve yaşına göre değerlendirmek hakkaniyete ne denli uygun düşecektir? Hele İbrahim gibi adalet konusunda özel ve yoğun bir duyarlılığa sahip birisi için.

İbrahim öyle bir çocuktur ki, düşünceleri ve eylemleriyle çoğu yetişkinden daha yetişkin daha olgun ve oturaklı bir profil çizmektedir. İbrahim ve annesi Sultan arasındaki ilişkiyi okumak, tüm metin içinde en yoğun keyfi aldığımız kısımdı diyebiliriz. Küçük çocuğun annesini üzmemek adına ortaya koyduğu ince düşünceli yaklaşımlar gerçekten etkileyiciydi. Kaldı ki, İbrahim başlı başına kafa yorulması, üzerinde düşünülmesi gereken bir roman karakteriydi. Çocuksu masumiyetini kaybetmeden ortaya koyduğu sorgulamaları, çıkarımları öyle değerli, öyle yerindeydi ki, günümüzün klişe tabiriyle: “Dünyayı İbrahim yönetsin,” diyesimiz bile geliyordu okurken. Beri yandan İbrahim, romanın ilerleyen safhalarında gözüpekliği ve haktanırlılığıyla da kalplerimizi fethetmeyi başaracaktı… Babasının olumsuz davranışlarına karşı gösterdiği tepkiler de olsun, zayıf arkadaşlarının haklarını savunurken takındığı cesur ve dirayetli tutumların da olsun, hep ama hep gözümüzde devleşmeyi başarıyordu.

Romanda başarılı bulduğumuz bir diğer konuda, ölenin öldüğüyle kaldığı, kalanların da ne kadar ah edip vah etseler de hayatlarına devam ettiği gerçeğinin çarpıcı bir şekilde gözler önüne serilmesiydi. Cenaze evindeki genel hava, ölenin birinci dereceden yakınları, keza taziyeye gelenler, oralarda konuşulanlar, ortaya çıkan abesle iştigal durumlar… Bütün bunlar gerek roman anlatıcısının kaleminden gerekse de İbrahim’in iç monologlarından son derece çarpıcı bir biçimde okura sunulmuştu. Evet, hayat neden bu kadar acıydı? Sahiden neden her şeyi unutuyor, hiçbir şeyin kıymetini bilemiyorduk?… Sık sık bu sorgulamaları yüreğimizde hissederek metinde ilerledik. Bir diğer sorgulama ise, bu sefer ölüm üzerinden değildi ama, ölümün ikizi sayılabilecek ayrılık mevhumu üzerinden yapılmaktaydı. Yine taziye evindekine benzer sorgulamaların yapıldığı bu bölümde de acı gerçekler, tutarsızlıklar, bilhassa küçük İbrahim’in iç dünyasının anlatılması yöntemiyle okura sunulmuştu.

Romanın isminin, romanın konusuyla pek uyumlu bir biçimde Döngü olarak konulduğunu görüyoruz. Lakin ikinci bir isim daha koyulmak zorunda kalınsaydı, herhalde bu isim Denge olurdu. Çünkü Döngü romanı sıklıkla denge konusuna atıflarda bulunmakta, hayattaki dengeden, yaşantımızdaki ve ilişkilerimizdeki dengelerden bahisler açmaktaydı. Haliyle okuma deneyimimiz esnasında romanın gayri resmi ismini (ya da ikinci ismi demeli en iyisi) “Denge” olarak tarafımızca konulmuştu bile.  Belki de kendi hayatımızda bu dengeyi kuramadığımızdan ötürüdür. Kim bilir.

Konu içerisinde hatırı sayılır bir ağırlığı olan önemli bir mesele de çocukların aslında nasıl da tehlikeli ve tekinsiz olabilecekleri gerçeğiydi. Bu konu özellikle iddialaşma ve yersiz güç ve cesaret gösterileri üzerinden ortaya konulmuştu. Okuma heyecanı yönünden en keyifli kısımlar da tam olarak burasıydı, yani kıran kırana bir atmosferde geçen çocuk oyunlarının sahnelendiği bölümlerdi.

Ve geldik yazımızın en zor bölümüne.

Kitabı okuyacakların keşfetme haklarını ellerinden almamak niyetiyle kitapta geçen bazı önemli olaylara üstü kapalı olarak değineceğiz. Döngü, adıyla müsemma olan bir eser zira olaylar silsilesi adeta bir döngü halinde tekrar tekrar karşımıza çıkmakta. Bu iyi ve orijinal bir fikirdi elbette. Lakin döngüye konu olan olaylar bir parça azaltılsa, tesadüfi bazı durumlara daha az yer verilse daha iyi olmaz mıydı diye düşünmedik değil. Tesadüf konusu, roman ve sinema gibi yapıtlarda fazlaya kaçılması durumunda pek hoş karşılanmaz. Eseri zayıflattığı bile düşünülür. En azından bizim nezdimizde böyle. Buna bir örnek vermeye çalışalım. Döngü romanıyla ilgili değil ama bir kahraman düşleyelim, bu kahramanın roman boyunca aydınlatmaya çalıştığı önemli bir mevzusu olsun ve final kısmına gelindiğinde, belli bir mantık dahilinde gizemleri çözümlemesi umulsun doğal olarak. Fakat bilimsel gerçeklerle, mantıkla ya da kahramanın özverisiyle değil de tesadüfi birtakım gelişmelerle sırlar aydınlatılsın. Ne kadar keyif kaçırıcı değil mi? Kim ister ki böyle bir finali?.. Hâsılı, bizce birinci bölümde Gülsüm’ün, ikinci bölümde ise çok sevdiğimiz İsa’nın başlarına gelenler metinden çıkarılmış olsaydı, döngüdeki şişkinlik epeyce giderilmiş olur ve fakat döngü fikrinin esprisine halel gelmezdi. Benzer olayların sık tekrarı, okurda bir kanıksama yaratıyor, en tesirli bölüm olması gereken finaldeki son iki olayın etkisi zayıflıyordu.  

İbrahim’le ilgili olumsuz demeyelim ama fazla bulduğumuz tek nokta, bazı diyaloglarda sahiden yaşından büyük laflar ediyor olmasıydı. Neyse ki nadiren gözümüze çarpan bu durumu fazla büyütmedik çünkü ağır ve oturaklı profili sayesinde olumsuz hissiyatımız çabucak dağılıveriyordu. Yine de kimi yerlerde başkahramanın yaşına daha uygun basitlikte cümleler kurması daha gerçekçi olurdu kanaatindeyiz.

İbrahim’in köyünde hiç kız çocuğu yok muydu? Keza Denizli’de de. Oyun arkadaşları neden hep erkeklerden seçilmişti? Küçük yüreğinde duyumsayacağı bir ilk aşk kıpırtısı, burçak tarlalarındaki masum öpücükler, verilen sözler, edilen aşk yeminleri de işini içerisine girseydi hiç de fena olmazdı.

Köy ahalisinin hemen hepsinin bir namı, bir tür lakabı bulunmaktaydı. Temizlerin Mahmut, Doymazların Kâmil, Demiricilerin Kâzım, Bostancıların Metin vb… Elbette küçük yerlerde lakaplar, ön adlar olmazsa olmazlarımızdır lakin bir kitapta herkesin bu yönüyle ele alınması, çoğu lakabın doğumuna vesile olan hikâyeciğin anlatılması biraz fazla kaçmaktaydı sanki.

Karakterlerin fiziksel olarak betimlenmesi konusu yarı yarıya azaltılabilir miydi? Ya da romanda fazla önemi olmayan karakterlerin daha az betimlenmesi yoluna gidilebilir miydi? Bu konudaki naçizane düşüncemiz şudur: sadece Döngü için değil, bugüne kadar okuduğumuz romanlardaki hemen hiçbir karakterin fiziksel özelliklerini hatırlamıyoruz. Eğer roman karakteri Quasimodo gibi dış görünüşüyle öne çıkan bir karakter değilse betimlemelerin birkaç yüzeysel cümleden ibaret tutulmasından yanayız. Bu elbette kesin bir kural değil, sadece ve sadece bizim öznel görüşümüzdür.

Yazımızı toparlamak gerekirse, Döngü, iyi düşünülmüş, çok emek verilmiş bir eser olarak sevdiğimiz, tavsiye edeceğimiz kitaplar arasındaki yerini almış bulunuyor. Bir başka yazımızda, Döngü eserinden alıntılara yer vermeyi düşünüyoruz. Şimdilik bizden bu kadar.

Mesajları, konusu, ve fikri altyapısıyla beğenimizi kazanan bu güzide eserin daha fazla okurla buluşması dileğiyle.

YAZAR İSMAİL ULUÖZ HAKKINDA:

27 Ocak 1993’te Afyonkarahisar’a bağlı Hocalar ilçesinde dünyaya gelen yazar, yaşamının önemli kısmını geçirdiği Denizli’de, Pamukkale Üniversitende öğrenimini tamamlar. Halen Rize, Ardeşen’de Türkçe Öğretmenliği görevine devam etmektedir.

İSMAİL ULUÖZ
“İsmail ULUÖZ”

Bu noktada sözü İsmail Uluöz’e bırakalım. Edebiyatın hayatında kapladığı yeri o bize anlatsın…

Her insan güzel şeylerin öznesi olmayı arzu eder. Ben de bu anlamda bütünden farklı değilim. Okuduğum güzel romanlar beni bir zaman sonra okuyucu koltuğundan kalkmam ve elime kalem almam konusunda teşvik etmeye başladı. Lakin ben onlara kültürel anlamda yetersiz olduğum gerekçesini öne sürerek karşı koyuyordum. Hep az daha vakti vardı, hep biraz daha pişmem gerekiyordu. Tabii bu noktada ölüm gerçeği de ara ara kendisini hatırlatıyordu. Gerçekten yarın diye bir şey var mıydı? Bu düşünceler nedeniyle yıllarım gelgitler içinde geçti. Fakat bir gün geldi ki bir kitaba gebe kaldığımı ve kürtaj için çok geç olduğunu fark ettim. Artık doğurmak zorundaydım. Bu kaçınılmazdı. Böylelikle de yazarlık serüvenim başladı. Bu olduğunda takvimler 2021 yılının temmuz ayını gösteriyordu. Yedi aylık bir süreç neticesinde de romanımı doğurdum ve bu roman, kısa zaman sonra kitap yapraklarında büyüme şansına erişti.

18.09.2022 © Novelius Edebiyat

İnceleme: Döngü” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın