EDEBİYATIN GELECEĞİ ÖYKÜDE Mİ?

“Size tamamen yabancı bir insanın zamanını öyle bir şekilde kullanın ki zamanını boşa harcamadığını hissetsin.

Kara mizah ve bilim kurgu üstadı Kurt Vonnegut iyi bir öykünün nasıl olması gerektiğini işte bu cümleyle özetler. 

Edebiyatın geleceği öyküde mi? Bilemiyorum, bu söyleyeceklerime ne ölçüde katılırsınız ama edebi türlerden öykü, Türk edebiyatının lokomotifi olma yolunda (bence) emin adımlarla ilerliyor. Hiç değilse şurası kesin ki, öykü kitaplarının varlığını her geçen biraz daha kuvvetli hissediyoruz. Ülkemizdeki edebiyat ortamını şöyle bir kokladığınız vakit, bana hak vereceğinizi tahmin ediyorum.

Öykü kitaplarıyla ilgili toplum nezdinde yanlış algılar da yok değil. Bu algıların bana göre en başta geleni: “Öykü yazıyorlar çünkü roman yazacak kadar tecrübeli / yetenekli değiller.” Düşüncesi. Hemen söyleyeyim, bu düşünce, tamamen yanlış bir düşüncedir. Öykücülüğün babası kabul edilen Anton Pavloviç Çehov yetersiz bir edebiyatçıydı da o yüzden mi öykü yazıyordu? Ya Montaigne? Bu bakış açısıyla Montaigne’e de şöyle yüklenilmesi vacip olacaktır: rahmetli öylesine yeteneksizdi ki, bırakın roman yazmayı, öykü dahi yazamadı. Bir heves karaladıklarına sırf bu yüzden “deneme” adı verildi. Denedi yani. Beceriksiz herif bir umut denedi…   

Diğer taraftan, son yirmi-otuz yılda, bilhassa iletişim alanında yaşanan gelişmeler, insanoğlunu (hepimizi) öyle korkunç bir şekilde dönüştürdü ki… Yaşam biçimlerimizden, ilgi alanlarımıza, değer yargılarımızdan zevk ve alışkanlıklarımıza varıncaya değin hemen her şeyimiz değişti. Değişmeye ve dönüşmeye de hız kesmeden (aslında farkında bile değiliz) devam ediyoruz. Nazarınıza sunmak istediğim değişim ve dönüşüm, konumuza bakan yönüyle, yani okuma alışkanlıklarımızla ilgilidir. Sıkılıyoruz efendim. İster kabul edin ister etmeyin, çabucak, ışık hızıyla, her şeyden ama her şeyden sıkılıyoruz. Çaba gerektiren işlerde yokuz. Takdir edersiniz ki, okumak da (az veya çok) bir çaba gerektirmektedir. Küçük bir nüansı anlamak için bazen aynı sayfayı beş on kez okuruz. Bazen, aslında pek de o kadar önem arz etmeyen bir fikri yakalamak uğruna, gayet sıkıcı, gayet kalın, hiç de bize hitap etmeyen bir kitabı okumaya katlanırız. Okuduktan sonra ne geçmiştir elimize? Kimi zaman hiçbir şey. Ama okumak biraz da böyle bir şey değil midir? Örneğin Sefiller, ki tüm zamanların en iyi romanlarından biri sayılır, ana öyküsü, yetmiş seksen sayfada anlatılabilecekken, Victor Hugo, Paris’in lağımlarından girip Waterloo savaşından çıkmak suretiyle, Sefilleri adeta bir tuğla formuna büründürmüştür. Fakat Sefilleri Sefiller yapan da bu değil midir? Daha doğrusu, konusu itibariyle zaten yeterince iyi bir kitap olan Sefilleri, çok çok iyi bir kitap (şaheser) sınıfına sokan bu değil midir? Eh tabii, günümüzde, uzun metinler okumaya takatimiz yok. (Benim var gerçi.) Kim okur Sefilleri? Bir sürü güzel (basit ve kolay tüketilen, zihni ve ruhu yormayan) kısa videolar varken! Evet, insanımız buraya doğru yöneliyor. Tüm dünyada ivme bu yönde. Tekrar soruyorum, böyle bir ortamda, (mutfak alışverişinin bile moto-kuryelerle halledildiği bir dünyada) kim okur Sefilleri, kim okur Savaş ve Barışı, kim okur Suç ve Cezayı?

İşte tam da bu noktada, (gerçi yüz kırk karakterlik twittleri dahi okumaya üşenen halkımızdan, zerre ümidim yok lakin insan yine de yanılmak pahasına edebiyat kazansın, iyilik kazansın istiyor) kısa ve çarpıcı anlatılar koyulsa önlerine? Acaba okumak lütfunda bulunurlar mı? Ve zamanla şu minvalde diyaloglar kulağımıza çalınmaya başlar mı: “Bugün çok hoş, çok güzel bir öykü kitabı okudum şekerim, içinde öyle akıcı, öyle değişik öyküler vardı ki, vallahi elimden bırakamadım, bayıldım!.. Senden ne haber? Hani geçenlerde… Ay dilimin ucunda, adı neydi o çocuğun, genç bir yazardan bahsetmiştin hani. Fantastik öyküler mi ne yazıyormuş. Ne yaptın, başladın mı okumaya?..”

Gayet dar bir çevreyle sınırlı da olsa, ülkemizde bir edebiyat ortamı mevcut. Her türlü zorluğa rağmen insanlar bir şeyler yazmaya, üretmeye çalışıyor. Mevcudu, düzeni eleştirsek de bir şekilde kitaplar basılmaya ve o dar çevrenin içindeki birileri tarafından alınıp okunmaya devam ediyor. Buna da şükür deyip, daha iyisi için kolları sıvamak en doğrusu olur sanırım. Bu noktada, kanaatimce romandan ziyade öykü kitaplarına, dolayısıyla bu kitapların yaratıcıları konumundaki öykü yazarlarına büyük iş düşüyor.  

15.03.2022 © Novelius Edebiyat – Mehmet BAHÇECİ

EDEBİYATIN GELECEĞİ ÖYKÜDE Mİ?” üzerine bir yorum

Bir Cevap Yazın