nevin ulusoy

Deneme: Maviden Siyaha, Nevin Ulusoy

23.07.2023 © Novelius Edebiyat

Yazar: Nevin ULUSOY

novelius edebiyat Akşam geceye doğru ilerliyor. Hızla geçen arabaların ışıkları yeryüzü yıldızlarına karışıyor, karşıda akşam pırıltılarına bürünmüş evlere, uzakta sokak lambalarına, akşam hüznüne sarılı sokak lambalarına. Bu kadar uzaktan hiç de rahatsız edici değil arabaların sesleri, böyle tek başına pencerenin önünde dikilip izlerken akşamın maviden siyaha akışını. Deniz, sokak lambalarının hüznünü yansıtan sessiz bir yansımalar demeti şimdi. İnsanlardan uzak olmak böyle ne eşsiz, yetişmen gereken bir yerin olmaması. Zaman, dokunabildiğin bir akış şimdi, hissettiğin tüm varlığında, ritminle hareket eden, kristal zerrecikler her yanında, dokunabildiğin kristal zerrecikler.

Sonsuz bir sıkıntılar, telaşlar aleminde insanlar, senin içinde akışkan dinginlikler. Haziran, serin bir gece. Başka bir serin gece geliyor aklına, Ocak. Pencereden kömür kokuları gelen bir Ocak gecesi, gülümsüyorsun, ne kadar da uzak görünen bir gece şimdi! Mevsimler, yaşamın bitimsiz döngüsü, kışın hayal ettiğin yapraklarla bezeli şimdi ağaçlar, ağaçların, kardeşlerin, ah! “Bilge kişiler yerine bazı ağaçları çokça ziyaret ettim” diyor ya, Henry David Thoreau ölümsüz “Walden” kitabında. Walden, Amerika’da bir göl ve Thoreau o gölün kıyısında, ormanın derinlerinde, daha çok kendi derinlerinde basit bir tahta kulübe yapıp yaşamaya başlıyor.

nevin ulusoy

Kitabın sayfaları arasında yoldaşlık ediyorsun ona, basit tahta kulübesinde, Walden Gölü’nün yanında birlikte oturuyorsunuz, sana gölün suyundan ve elleriyle pişirdiği ekmekten ikram ediyor, nasıl seviniyorsun, ormanın kokusuyla sarhoşsunuz, esriklik için başka neye gerek var ki, o da öyle diyor, anda ışığı buluyorsunuz, sessizlikte, kendinizde. “Mevsimlerle dostluğun tadına varırken hiçbir şeyin yaşamı bana bir yük haline getireceğine inanmıyorum.” diyor, sarılıyorsun ona, yalnız olmadığını görüyorsun ve deli olmadığını ağaçlarına sarılıp onlarla hemhal olurken, seni beklediklerine, özlediklerine inanırken ağaçlarının. “Bilge kişiler yerine ağaçları çokça ziyaret ettim” diyor Thoreau başını sallayarak. Kadim bilgisi ağaçların, doğanın, on binlerce yıllık sunusu, yüreğin dilinin duyduğu, yüreğin aynasında yansıyan. Ayna. “Zamanları birbirine bağlayan en iyi yol, aynadır; bütün iyi ve sağlam yolculuklara aynanın içinden geçilerek çıkılır. Her insanın kendine yaptığı ilk yolculuk, ayna yoluyla olmuştur… Herkes kendi yolculuğunun sırrını kendi aynasına sırlar. İnsan, kendine tuttuğu aynayla yolunu bulur. Ayna, yüzümüzün uğultusudur.” diyor, Murathan Mungan “Üç Aynalı Kırk Oda”sında. Yüreğinin aynasında Thoreau ve Walden, yüzünde Haziran İstanbul gecesi. Gece kokuları pencereden odaya doluyor, cam güzeline takılıyor gözün, cam güzeli tebessümde, pembe pembe, Ege sıcağında solmuş mor cam güzelinin sızısı diniyor. Bir ezgi çalıyor, denizin gece mavisi kokusunda:

“Ben böyle sığındım sana böyle kuş gibi

Sen öyle bir gökyüzü öyle düş gibi

Hep bu yüzden içimizde kanat sesleri

Bir kış güneşinde cam güzelleri” diyor, Hüsnü Arkan, “Cam Güzelleri.” Karin Karakaşlı yanında sanki şimdi, sigarasından derin bir nefes alıp o hüzün aynası gözleri denizde, “Bakir yürek sözleri usulca alır mesafesini.” diyor. Siz iki İstanbullu, İstanbul’u seyrediyorsunuz, günbatımı sonrası kederi üzerinizde, ama İstanbul işte bu, Saroyan ne kadar “Yüreğim Dağlardadır” dese ve Bitlis’in dağlarında olsa yüreği, senin yüreğin de İstanbul’da. “İstanbul ne büyülü, ne mucizevi şehir. Sen planlarını yaparken başka kaderleri başına getiren. İyi ki de getiren… İstanbul’dan başka hiçbir yerde olmayı istemem şimdi.” diyor canının içi Karin Karakaşlı, gözlerinden taşıyor gönlün ve biliyorsun, İstanbul bağrına bastırıyor seni, sizi, sonsuz yıldızlı dokunuşlarıyla. İstanbul’un kış günbatımları yansıyor aynanda, pencereden kömür kokuları geliyor, eğri büğrü evlerle dolu her yer. Uzaktalar, göremiyorsun, gece örtüyor bütün eğri büğrülükleri siyah ışıklı peleriniyle. Ay, uzak ve yalnız, yeryüzü yıldızlarından çok uzaklarda, ay, yüreğinin içinde, sevecen dokunuşlu ışıklarıyla. Gözlerini kapıyorsun, ay, yüreğinde pırıltılar hüzmesi, elini uzatıyorsun, ay, sarılıyor damarlarına dek. Zaman, ay ışığı akışında. Kalbinin atışlarını hissediyorsun, gök simsiyah şimdi, biliyorsun, soğuk Ocak simsiyah gecesi, düşüncelerine dokunabileceğin bir yerde, düşüncelerin, dostların senin işte. “İnsanın sığınabileceği tek bir yer vardır. Kendi içimizde bir yer var. Kendimizden başka kimsenin ulaşamayacağı ve tahrip edemeyeceği bir yer.” Pedro Almodovar, “İçinde Yaşadığım Deri” filminde işaret ediyor sığınağına. Aynaya yansıyan sığınak bu, kendi gözünün içine bakarken, serin Haziran İstanbul gecesi. Karin Karakaşlı gibi sesleniyorsun sen de, dost deyip yüreğinin kendinin bile bilmediğin uçurumlarını açtığın, günbatımında kendi ıssızlığına götürdüklerine: “Sen ne hakla kalbimden içeri dalıyorsun?” Thoreau gibi biliyorsun iyice: “Kendi başınalıktan daha iyi bir arkadaş hiç bulamadım.” Kendi başınalığında, sığınağında, Saroyan’ın sözleri yankılanıyor: “Derin derin nefes almayı öğrenmeye çalışın, yediğinizde yiyeceğin tadına varın ve uyuduğunuzda gerçekten uyuyun. Elinizden geldiğince büsbütün, var gücünüzle canlı olmaya çalışın ve güldüğünüzde deli gibi gülün, kızdığınızda iyice kızın. Canlı olmaya çalışın.”

Yaz gecesinin aynasında tek başınalığında yazdığın satırları yansıyor soğuk Ocak gecesinin. Denizin, ağaçların kokusunda siyah Ocak gecesi var belli belirsiz. Saroyan’ın kitabı yanında pencerenin, o buram buram eski kitap kokusu karışıyor yaz İstanbul gecesine. Kendi başınalığındasın, deniz göz kırpıyor sana, “Bahçedeki Sandal”lar uykulu bir salınışta, ay, seni dinliyor, aynana yansıyan kelimelerini, “Bakışımlar”dasınız yine, belki de buldunuz “bütün sonsuz şeyler, kelimelerimizde”, birtanecik Saroyan.

23.07.2023 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın