uğur karabürk

Röportaj: Peren Ercan – Uğur Karabürk

31.01.2024  © Novelius Edebiyat - Uğur Karabürk

Japoncanın zor olup olmadığını soranlara söylediğim bir cümle var: “Konuşması o kadar da zor değil ama yazmayı ve okumayı öğrenmek zaman alıyor.” Tabii ki dil öğrenimi çok kişisel bir süreç, benim herkese söylediğim bu cümle de söz konusu sürecin oldukça basite indirgenmiş hâli. Anlatmaya çalıştığım şey, bize “öğrenilemeyecek kadar zor” gibi gelmesinin sebebi aslında farklı bir yazı sistemine sahip olması. Bunun dışında korkulacak bir şeyi olduğunu düşünmüyorum.

PEREN ERCAN

Röportaj: Peren Ercan – Uğur Karabürk

novelius Uğur Karabürk, Yazar ve Çevirmen Peren Ercan’la keyifli bir röportaj gerçekleştirdi…

Uğur Karabürk: Hem Japoncadan çeviriler yapıyorsun hem de yayımlanan iki tane romanın var. Seni biraz daha yakından tanıyabilir miyiz? Peren Ercan kimdir?

Peren Ercan: Aslında bir öğrenciyim. Japonca Öğretmenliği mezunuyum, şu an doktora yapıyorum. Bunun dışında kendimi tutkulu hissettiğim her alanda faaliyet yürütmeye çalışıyorum. Genel olarak içimde durduramadığım bir “hikâye anlatma arzusu” var diyebilirim. Ben de bu arzuyu olabildiğince serbest bırakmaya çalışıyorum. Sanırım bunun sayesinde çeviri projelerin yanı sıra kendi romanlarımı ve öykülerimi yazdım, çeşitli senaryo ekiplerinde yer aldım. Şu an için daha çok manga ve roman çevirilerine odaklanmış olsam da daha farklı hedef kitlelerine de hikâye anlatma çabamı sürdürüyorum. Özellikle çocuklara hikâye anlatmak, yetişkinlere anlatmaktan çok farklı bir deneyim. TRT Çocuk’ta yayınlanan Bulmaca Kulesi isimli animasyon serisinin senaryo ekibinde yer almamla birlikte bu deneyimi de farklı açılardan edindiğimi düşünüyorum. Yani esasında kendimi bir öğrenci ve bir hikâye anlatıcısı olarak tanıtmaktan onur duyarım.

Uğur Karabürk: Çevirisini yapmış olduğun Dazai’nin “İnsanlığımı Yitirirken” kitabı ülkemizde uzun süre çoksatanlar listesinde ilk sırada yer aldı ve aynı şekilde ilgi devam etmekte. Bu ilginin sebebi ne olabilir?

peren ercan

Peren Ercan: Japon edebiyatına, daha doğrusu Japonya’nın ürettiği her türden esere ilgi zaten vardı. Bu ilgi bir günde oluşmadı, yıllardan gelen bir kültürün oluşması sonucu. Anime, video oyunları, manga, edebiyat… Eskiden Japonya’nın popüler kültür eserleriyle ilgilenenlere -edebiyat haricinde tabii ki- çocuk gözüyle bakarlardı. Tahminimce şimdi “anime” ve “manga” sözcüklerini duymayan yoktur. Muhtemelen bu ilgi artarak devam edecektir. Bu yalnızca Dazai’la ilgili bir durum değil. Dazai zaten Japonya’nın en çok okunan yazarlarından biriydi, aynı şekilde dünya çapında da tanınırlığı vardı ki Türkiye’de de hâlihazırda çevirileri mevcuttu. Şu an patlama noktasında olan bu ilgiye denk gelmesiyle daha geniş kitlelere ulaştığını düşünüyorum. Eserin niteliği kadar toplumsal psikolojinin ona uygunluğu ve zamanlama da önemli.

Uğur Karabürk: İntihar, ölüm ve melankoli gibi kelimelerle özdeşleşen Osamu Dazai’yi çevirme düşüncesi nasıl oluştu? Ayrıca İthaki Yayınlarından “Son Yıllar” adında ciltli bir Dazai öykü derlemesi yayımlandı. O kitapta da iki öyküsünü çevirdin. Biraz o kitabın yayımlanma sürecinden de bahsedebiliriz?

Peren Ercan: İnsanlığımı Yitirirken’i çevirmek aklımda yoktu açıkçası. Yayınevinden gelen bir teklif vesilesiyle çevirmeye karar verdim. Melankolik bakış açımız kendisiyle eşleşiyor olsa da şahsi olarak edebi tarzlarımızın uyuştuğunu söyleyemeyeceğim. Bu yüzden öncesinde Dazai okumamıştım. Ben kendisiyle, onun eserini çevirirken tanıştım. Bu da çok daha ilginç bir deneyim oldu tabii ki. Son Yıllar, yayınevi için de çevirmenler için de özel bir projeydi. Aslında ilginç bir durumu var bu kitabın. Dazai, bazı öykülerini bir araya getirdiği bu kitaba “Son Yıllar” adını veriyor çünkü bu kitabın basımından sonra intihar etmeyi planlıyor. Fakat başarılı olamıyor. Bu açıdan oldukça ironik olduğunu düşünüyorum. Kitap, Dazai’ın son yılları olmaktan ziyade yeni yıllarının başlangıcı olmuş. Türkçe çevirisindeki tüm çevirmenler, aynı zamanda daha önce Dazai’ın farklı öykü veya romanlarını çevirmiş kişiler. Bu açıdan da bizim için anlamlı.

uğur karabürk

Uğur Karabürk: Roman ve öyküler dışında Japonca’dan manga çevirileri de yapıyorsun. Japonya’da manga okurunun geniş çaplı olduğunu biliyoruz. Son yıllarda Türkiye’de mangaya karşı ilgi nasıl?

Peren Ercan: Türkiye’de mangaya olan ilgi şaşırtıcı derecede artarak devam ediyor. “Şaşırtıcı” diyorum çünkü gerçekten on yıl kadar öncesinde, bir gün böyle bir ilginin olacağını düşünemezdim. Dediğim gibi, popüler kültürün ve insanların gittikçe zihinsel olarak da çokkültürlü düşünceleri benimsemesi bunda etkili olabilir. Ayrıca şu an ülkemizde, dünya çapında popüler olmuş seriler dışında da mangalar basılıyor. Bu da ayrıca sevindirici tabii ki. “Manga” kültürünün, ülkemiz okuru nezdinde farklı açılardan keşfedilmesini de sağlıyor. Yalnızca en ünlü seriler basılsaydı, belki de bu ilgi bir noktada tıkanırdı. Yayınevleri bu noktayı özellikle görüp mü hareket etti bilmiyorum ama bence gayet iyi yapıyorlar. Manga çevirisinin çok keyifli olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

Uğur Karabürk: Japonca büyük ihtimal Türklere çok zor bir dil olarak görünüyor. Çeviri yaparken zorlandığın noktalar nelerdir?

Peren Ercan: Japoncanın zor olup olmadığını soranlara söylediğim bir cümle var: “Konuşması o kadar da zor değil ama yazmayı ve okumayı öğrenmek zaman alıyor.” Tabii ki dil öğrenimi çok kişisel bir süreç, benim herkese söylediğim bu cümle de söz konusu sürecin oldukça basite indirgenmiş hâli. Anlatmaya çalıştığım şey, bize “öğrenilemeyecek kadar zor” gibi gelmesinin sebebi aslında farklı bir yazı sistemine sahip olması. Bunun dışında korkulacak bir şeyi olduğunu düşünmüyorum. Tabii çeviri esnasında bu da başlı başına bir dezavantaj olabiliyor. Bazen bir kelimenin okunuşunu bilmiyorsunuz ama anlamını çıkarabiliyorsunuz veya anlamını çıkaramıyorsunuz ama nasıl okunduğunu anlayabiliyorsunuz. Bu durum, kelimeyi sözlükte nasıl arayacağınızın yolunu bulmaktan tutun da çevirdiğiniz cümleyi nasıl yorumlayacağınıza kadar ekstra çaba sarf etmenize neden oluyor. Tabii bu kısım işin mekanik tarafı. Her kelimenin, sözlükte bir anlamı var. Benim için daha zor olanı, Japoncanın muğlaklık denizine dalıp oradan Türkçe açısından doğal cümleler çıkarabilmek. Özellikle mangalarda daha çok karşılaşırsınız, bazı repliklerde cümleler tamamlanmaz. Yarıda kesilir, fiil konmayabilir. Japoncasından okuyabiliyorsanız o cümlenin nereye gideceğini çıkarabilirsiniz. Fakat Türkçede cümleyi aynı şekilde bıraksanız, doğallığı kaçırabilirsiniz. Bu noktada mecburen Japoncanın aslındaki muğlaklığa müdahale etmeniz gerekiyor. Asıl mesele de bu. Ne kadar müdahale edebiliyorsunuz? Çevirmenin hem hedef dildeki hem de kaynak dildeki yetkinliğinin burada belli olduğunu düşünüyorum.

peren ercan

Uğur Karabürk: İstersen biraz da kaleme almış olduğun romanlardan bahsedelim. “Kuyrukname” ve “Büyülü Eşyalar Koleksiyoncusu” adında iki romanın var. İsimlerinden hareketle fantastik metinler olarak algılanıyor. Eserlerinin türü için fantastik kitaplar diyebilir miyiz?

Peren Ercan: Ben iki romanımı da “büyülü gerçekçi” olarak hissederek ve kurgulayarak yazmıştım. Bir süre sonra, okurun nasıl tanımladığının o kadar da önemli olmadığını fark ettim. Daha doğrusu, okurun tanımıyla benim tanımımım uyuşmak zorunda olmadığını gördüm. İlk romanım Büyülü Eşyalar Koleksiyoncusu, adında da geçtiği üzere “büyülü eşyaların” koleksiyonunu yapan bir adamın, bu eşyaların hikâyesini anlatmasını konu alıyor. Her büyülü eşyayla birlikte, okuru farklı diyarlar ve karakterlerle tanıştırmayı hedeflemiştim. İkinci romanım Kuyrukname, yapı olarak daha derli toplu diyebilirim. Sultan İbrahim döneminde işlenen bir cinayetin tek tanığının bir Van kedisi olması sebebiyle, kediyi konuşturmak üzere dağa çıkarmalarıyla başlıyor olaylar. Çıkmaya çalıştıkları dağda onları, hayvanları konuşturabilme ilmine vakıf olan Agop Efendi bekliyor. Kuyrukname’de daha masalsı bir ton yakalamaya çalışmıştım. Verdiğim bu kısa bilgilerden yola çıkarak iki romanın da fantastik olduğunu düşünen olabilir mi? Tabii ki olabilir. Belki de onlar okurken fantastik bir tat alacaktır. Eğer zihinlerinde “büyülü bir tat” bırakmayı başarabiliyorsam, kitapların nasıl sınıflandırıldığının hiç önemi yok benim için.

Uğur Karabürk: Sorularım bu kadardı. Cevaplar için teşekkür ediyorum.

31.01.2024  © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın