emel taşkesen

Öykü: Yol ve Kant’ın Ahlak Felsefesi

12.11.2023 © Novelius Edebiyat

Yazar: Emel TAŞKESEN

Öykü: Yol ve Kant’ın Ahlak Felsefesi

edebiyat Kırık şemsiyem beni yağmurdan korumak için adeta direniyordu. Otobüs yazıhanesine girdiğimde üzerimden sular damlıyordu.

   ‘’Yirmi dört, Ankara otobüsü gelmedi mi?’’

   ‘’İki dakika önce kalktı,’’ dedi, yazıhaneyi kapatmak için o sırada hazırlık yapan görevli.

   ‘’Nasıl olur?’’

   ‘’Nasıl olacak, vakti geldi, kalktı.’’

   ‘’Sadece iki dakika geciktim. Bavullarımı da emanete bırakmıştım. Nasıl izin verirsiniz gitmesine!’’

   ‘’Otobüs vakti gelince kalkar, beklemez.’’

Geçen sene babamla aramda geçen konuşma geldi aklına. Yarıyıl tatilinde, memlekete dönmek üzere bindiğim otobüs, kar yüzünden yolların kapanmasıyla iki saat rötar yapınca gece yarısı ikide varabilmiştim ancak eve.

Babam, gözlerinde çakan şimşeklerle, ‘’Keşke otobüs devrilseydi de ölseydin bu saatte geleceğine. Karı hesap ederek gündüzden binmeliydin otobüse.’’ demişti.

Babamı arayıp yirmi dört arabasına bilet aldığımı söylemiştim. Sabah saat yedi, bilemedin yedi buçukta Ankara’da olmam gerekiyordu. Otobüsü kaçırdığımı söylemek, bundan sonra hayatım boyunca babam tarafından aldığım onlarca etikete ek olarak sorumsuzlukla etiketlenmek, aşağılanmak demekti. Yaşamasam daha iyiydi yani. Soğuk soğuk terlemeye başladım. Kalbim hızla atmaya, ellerim uyuşmaya başladı. Burnumdan verdiğim sık nefesler yüzümden süzülen yağmur damlalarıyla buluşuyordu. Bir hâl çaresine bakacaktım bu durumun. Aksini düşünmek bile istemiyordum. 

‘’Bavullarımı verin o hâlde.’’

 ‘’Bavullarınız Ankara arabasına teslim edildi.’’

İyice sinirlendim. ‘’Bavullarımı, ben olmadan niye verdiniz? Emanete teslim etmiştim,’’ dedim yüksek sesle.

Görevli beni umursamadan çantasını topluyordu, çekmecesinden yazıhanenin anahtarını çıkardı.

‘’Hanfendi, burada emanet araca teslim edilir, anlamı budur. Yoksa yoldan geçen biri gelsin, alın şu pazar çantalarımı emanete, işim bitince gelir alırım desin! Dingo’nun ahırı mı burası? Kural var, kaide var!’’

Işıkları kapatmıştı ve bana kendi kibarlığınca kapıyı gösteriyordu. Elim mahkum çıktım.

emel taşkesen

Kırık şemsiyemi tekrar açmaya uğraştım ama olmadı. Burnumdan soluyordum. Ben yapacağımı bilirim, şikâyet edeceğim sizi, diye söyleniyordum çoktan gözden yiten görevlinin ardından…

Yola doğru birkaç adım attığımda ne yapacağıma karar vermiştim. Bir araba geçti önümden. Zaten sırılsıklam olan üstüm bir güzel çamurlandı sıçrattığı suyla. Arkadan yavaş yavaş bir araba daha geliyordu. Gözlerimi kısıp dikkatlice baktığımda, içinde üç kişi olduğunu gördüm. İkisi önde biri arkada oturuyordu. Sol elim karanlığı delip yukarı kalktı önce. Başparmağımı çekinceli de olsa yukarı kaldırınca hareketi tamamlamış oldum. Zınk, diye durdu araba önümde.

Hangi kapıyı açacağımı düşündüm. Kararsızlıkla arka kapıyı açtım. Siyah paltolu, bıyıklı, favorili, kerli ferli adamlardı arabanın içindekiler. Şoför koltuğunda oturan, ‘’Nereye gidiyorsunuz?’’ diye sordu. ‘’Ankara’ya’’ dedim tedirginlikle. Yanında oturan adam küçük bir kahkaha attı, ‘’Ankara’ya gitmiyoruz,’’ dedi. Arkada oturan ve hepsinden iriymiş gibi duran adam ilgisizce ters yöne bakarken cama vuran aksimi izliyordu. Çaresizlikle başıma gelenleri anlatmaya başladım.

‘’Abi ben öğrenciyim, öğrenci yurdunda kalıyorum, ki içeri girme vakti çoktan geçti,’’ diye başlayıp, ‘’Bavullarımla birlikte sabah Ankara’da olamazsam babam çok kızar. Otobüs fazla uzağa gitmiş olamaz. Yakalamak mümkün olur mu?’’ diye bitirdim bir solukta.  Şoför koltuğunun yanında oturan adam sessizce gülüyordu, ‘’Te Allah’ım Ya rabbim!’’ Şoför arkada oturan arkadaşına baktı. Ellerini iki yana açıp dudaklarını büzdü arkadaşı, dışarı bakmaya devam ederken. Şoför ‘bin’ işareti yaptı eliyle. Oldukça çekingen, ama bir o kadar da umutlu, aracın içine yöneldim. İlk iş, çantamdan günün gazetesini çıkarıp arka koltuğa, oturacağım yermek sermek oldu.

‘’Islak ve çamurluyum, arabanız batmasın.’’

Öndeki adam, ‘’Te Allah’ım,’’ diyerek gülüyordu yine…

Araba hareket etti. ‘’Küçük Hanım!’’ dedi şoför,’’ ‘’Benim de iki kızım var, biri senin yaşlarında, biri senden biraz küçük. Gece vakti ortada kalma diye aldım seni ama bir daha sakın ola otostop çekeyim deme, hele ki gece vakti!’’ Yanımda oturan adam dışarıya bakmaya devam ederek, ‘’Sakın ha, sakın!’’ diye ünledi, ‘’kadın cinayetlerini duymuyor musunuz, her gün bangır bangır televizyonlarda yayınlıyorlar.’’ Kalbim gümbür gümbür atıyordu o esnada. Ne yapmıştım ben? Tecavüz edilip bir kenara atılsam ertesi gün üçüncü sayfa haberlerinde olurum diye düşünmekten kendimi alamadım. Kafamda bir görüntü belirdi o sıra. Kadın kolektiflerinin, ‘’Erkek şiddetine son, ölmek istemiyoruz,’’ sloganları attıkları bir protesto yürüyüşünde, pankartlarda ismim yazıyordu. Babam caddeden gelen gürültüden rahatsız olup camı kapatıyor, elindeki gazetenin üçüncü sayfasını çevirirken, ‘’Hak etmiş, sorumsuz geri zekâlı!’’ diyordu. Sanki beni hedef alıyordu!

Midem bulanmaya, gözlerim yaşarmaya başladı. Korktuğumu belli etmemeliyim diye düşündüm. Kendimi güvende tutmak için bilgi birikimimden faydalanmalıydım. Öyle de yaptım. Gayet sakin olmaya çalışan bir ses tonuyla:

‘’Haklısınız! Ne var ki üç kişisiniz. Üçünüzün duruşlarının farklı olmasından, özgürlüklerinizi kullanma biçimlerinizin farklı olacağını düşünüyorum. Bu da demek oluyor ki, başlangıçta aynı fikirde olsanız bile daha sonra birbirinizle çatışacaksınız. Çatışacağınız için de ortak bir eylem sürdüremeyeceksiniz,’’ dedim.

yol ve kant'ın ahlak felsefesi

Silecekler çalışıyordu. Şoför koltuğunun yanında oturan adam elini ağzına götürüp kıs kıs güldü, ‘Bir felsefemiz eksikti!’’ Yanımda oturan adam ellerini iki yana açtı, alt dudağını büzüp pencereden bakmaya devam etti. Şoför, ‘’Hangi bölümde okuyorsun?’’ diye sordu.

‘’Felsefe Bölümü ikinci sınıf öğrencisiyim. Şu aralar Kant’ın ahlak felsefesi üzerinde çalışıyorum, isterseniz biraz anlatayım size?’’

   ‘’Anlat bakalım,’’ dedi şoför.

‘’Kant, evrensel bir ödev ahlakının varlığını savunmaktadır. Bu düşüncesiyle insanların kurallara her şartta uymalarını öngörür. Örneğin trafik polisinin olduğu yerde, kırmızı ışık yanınca duran araba sürücüsü, trafik polisi olmadığı zaman da ödev ahlakının gereği olarak kırmızı ışıkta durabilmelidir.

Kırmız ışıkta durdular. Şoför koltuğunun yanında oturan adam artık sadece ‘’Teee,’’ dedi. ‘’Eğlence bitti beyler, ben iniyorum, yarın görüşürüz,’’ ve arkadaşlarının ne diyeceğini dinlemeden arabadan iniverdi.

Derin bir nefes aldım, bu adam çok germişti beni. Yeşil ışık yanınca yola devam ettik, ben de anlatmaya, ‘’Kant’a göre ahlakın kaynağı asla tecrübe olamaz, ona göre insanlarda bir iyilik iradesi vardır. Bu irade de davranışları menfaat gözetmeksizin ortaya koymanın ta kendisidir. İnsanlar bu iradeyi tecrübeden değil, numenden kazanmaktadır.’’

   ‘’Numen ne oluyor?’’ diye sordu şoför.

   ‘’Gerçek bilgi.’’

   ‘’Hıı.’’

Neredeyse yarım saattir yoldaydık. Araba gecenin göğsünü yarar gibi yola devam ediyor, yağmur camları dövüyordu. Sileceklerden solda olanı deli gibi çalışmaya dayanamamış yamulmuş haliyle son gayretini verirken yanımda oturan adam ilk defa kafasını arabaya çevirdi, dikiz aynasına doğru, ‘’Abi daha ne kadar gideceğiz ya, bak şehir çıkışına geldik. Başımıza bir kaza gelmese bari bu yağmurda. Hız sınırını da aştın, polis durdursa, bu kız kim dese, ne diyeceğiz?’’ dedi.

‘’Gerekirse Ankara’ya kadar gideceğiz, sen istiyorsan inebilirsin.’’ dedi şoför.

‘’İndir öyleyse,” diye sert bir tonlamayla yanıtladı onu yanımda oturan adam. Araba sağda durdu, adam indi. Gaza basmadan önce kendi kendine mırıldandı şoför, ‘’Kızımı yarın dershaneye götürmem gerek, yetişemezsem hanım delirir.’’ Sol sileceğin aksak, sağ sileceğin ise tüm hızıyla çalışmasına rağmen sanki araba camına kova kova su dökülüyor, yol bir türlü gözükmüyordu.  Anlatmaya devam ettim. Sanki bildiğim her şeyi anlatırsam bütün gerginlik yok olacak, her şey yoluna girecekti.

‘’Kant’a göre evrensel ahlak yasası mümkündür. Fakat böyle bir yasa, doğa yasası gibi olanı değil, olması gerekeni içeren bir yapıda olmasıyla mümkündür.’’ Sol silecek son damla canını da verip fırtınanın içinde gözden kayboldu ben bunları söylerken. Gözyaşlarına boğuldum, artık her şey bitmişti. Ellerimle koltuk kenarlarını sıkıca kavrayıp tevhit çekmeye başladım.   

Mevsimim en şiddetli yağmuru olmalıydı. Hızla giden araba ıslak yoldan dolayı sağa sola kayıyor, güçlükle yolu ortalıyordu. İyice midem bulanmaya başlamıştı. Gözlerimi kapattım. Tam kelimeyi şehadet getiriyordum ki, ‘’İşte!’’ diye bir çığlık atı şoför.  ‘’İşte, otobüs!’’ Bir yandan kornaya basıyor, bir yandan selektör yapıyordu. Camı açınca içeri giren temiz havayla kendime gelip gözlerimi açtım. Otobüse doğru ‘’Çek, çek,’’ diye bağırıyordu şoför. Otobüs sağa çekti. Şoför inip bir şeyler konuştuktan sonra dönüp beni çağırdı.

‘’Çok teşekkür ederim,’’ dedim inerken. Tam otobüse ayağımı atmıştım ki şoför arkadan seslendi. ‘’ Küçük Hanım, halk dilinde felsefi bir deyim vardır. İyilik yap denize at, balık bilmezse halik bilir,’’ derler.

Ne demek istediğini anlamasam da ona el sallayıp otobüse bindim.  

Emel TAŞKESEN

S O N

Kapak Görseli, Maurice de Vlaminck, The Red Tractor, 1956

Kare Görsel, Edward Robert Hughes, Idle Tears

Yazar Hakkında:

emel taşkesen

Emel TAŞKESEN, 1975 Yılında Ankara’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji bölümünü bitirdi. İki kız çocuğu annesi olan Taşkesen, hâlen Mudanya Devlet Hastanesi’nde Psikolog olarak profesyonel meslek hayatına devam etmektedir.

Edebiyata olan ilgisi ilkokul sıralarına uzanan Emel Taşkesen, üç arkadaşıyla birlikte Sır Piramitleri adını verdikleri ve el yazımı usulü çoğalttıkları bir dergi yayımlar. İlkokul ve ortaokul yılları boyunca öyküleri okul panolarının edebiyat köşelerinde sergilenir. Üniversiteyi kazandığı 1994 yılından itibaren İstanbul’da, üniversite kütüphanesinde vakit geçirmeye başlar. Ankara’ya dönüşlerinde ise A Kitabevi‘nin müdavimlerinden olur. Burada, A Kitabevi‘nin sahibi, “Deli Murat” lakabıyla da anılan Murat Koçak‘la tanışır. Bir gün, Murat Koçak‘ın birdenbire yüksek sesle okumaya başladığı Çağrılmayan Yakup (Edip Cansever) şiirinden çok etkilenerek ikinci yenilere ilgi duymaya başlar. Bu olayla edebiyat anlayışı kökten değişir.

Yol ve Kant’ın Ahlak Felsefesi, yazarın sitemizde yayımlanan ilk öyküsüdür.

12.11.2023 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın