Öykü: Dehliz

06.11.2024 © Novelius Edebiyat

Yazar: Mustafa Ünver

Dehliz

Papatyaların olanca güzelliğiyle serpilip açtığı mayıs ayının son günleriydi. Yaz, kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. Üşüme duygusunun artık akla bile gelmediği, yabani iğde çiçeklerinin buram buram koktuğu bir ikindiüstü, düzgün ve simetrik kahverengi taşlarla örülmüş çıplak duvarlarıyla bir okuldan daha çok gotik bir katedral görüntüsü veren Sanat Tarihi Fakültesinin kesim vakti gelmiş çimlerle kaplı öğrenci girişinden içeriye adımını atmak üzereydi.

Deniz Hanım’ın odasına gidip onu görmek ve fırsat bulabilirse kafasına takılan birkaç felsefe problemini de konuşmak için karanlık koridorlardan adım adım ilerlemeye çalışıyordu. Koridorlar dar, serin, ürkünç ve ağır rutubet kokuluydu. Soğuk ve ışıksızlıktan çillenmiş duvarlarla kaplı karanlık bir kilisenin bitmek bilmeyen uzun ve kasvetli koridorlarını andırıyordu. Yol bir türlü bitmek bilmiyordu. Zaman zaman sendeliyor, el yordamıyla hemen duvarlara tutunuyor, zar zor yürüyerek yol almaya çalışıyordu. Neyse ki gözü karanlığa alışmıştı. Arada bir elindeki sabunlu su dolu kovasının içindeki paspasıyla yanından geçen temizlik görevlileriyle karşılaşıyor; ürkütücü bir dehlizi andıran koridorda yan yana zorlukla geçerek kimseye selam bile vermeden yürümeye devam ediyordu. Ne temizlikçilerin ne onun ağzını bıçak açıyordu. Koridorlar uzadıkça uzuyor; koca dumanlı kara trenlerin girip de bir türlü içinden çıkamadığı uzun ve dar tüneller gözünün önüne geliyordu. Ayağını bastığı yeri ve yürüdüğü şeridi tam görememekle birlikte yokuş yukarı çıktığının farkındaydı. Tatlı ve zor hissedilir bir yokuştu çıktığı. Deniz Hanım’ın odasına doğru bir yükseliş içinde olduğunu sezinliyordu. Arada fakülte hocalarının bazılarının odalarından koridora doğru kapı altlarından ve yanlarından sızan ince hüzme şeklindeki zayıf ışıklar süzülüyor ve yüzünü cılız bir ışık demeti yalayıp geçiyordu. Irık kapılara dönüp bakmadan ileriye doğru gidiyor, hedefine bir an önce ulaşmaya çalışıyordu. Koridorları güçlükle kat ederken ilk dönem İslam mimarisinin karakteristiğini taşıyan Samarra Ulu Camiinin minare stili aklına gelmişti. “Acaba şu an böyle bir mimari yapı içinde mi hareket ediyorum?” gibi düşünceler zihninden geçmiş; ama göz gözü görmeyen zifirî karanlıkta bu düşüncesini destekleyen somut bir kanıta rastlamamıştı.

Mustafa Ünver

Nihayet Deniz Hanım’ın odasına ulaşabildiğini hissetti. Kapısı ardına kadar açıktı ve her taraf raflarla, ağzına kadar kitaplarla doluydu. Masanın üstünde kimi açık kimi kapalı onlarca kitap ve dergi vardı. Bu karmaşada neredeyse altlarında bir masa olup olmadığını fark etmek bile imkansızdı. Odada çok sinik ve zayıf bir ışık vardı. Etrafta Deniz Hanım’a bakındı. Gözleri kamaşmıştı; etrafındakileri seçme konusunda zorluk çekiyordu. Odada kitaplardan ve neredeyse kendini aydınlatmaktan bile âciz bir ışıktan başka bir şey yok gibiydi. “Kapı açık olduğuna göre Deniz Hanım buralarda olmalı,” diye düşündü. “Deniz Hanım merhaba,” diye seslenmeye yeltendi. Ne var ki istenci sese dönüşmede başarısız oldu. Sesi bir türlü çıkmıyor, konuşamıyordu. Harfler, heceler, kelimeler ağzında her biri kocamanlaşan peş peşe kartopu kümelerine dönüşüyordu. Dudaklarını olabildiğince gerdirerek ağzını açmak için zorlamasına rağmen istenci bir türlü seslere dönüşemiyor ve çaresiz geldikleri yere geri dönüyorlardı. Konuşamamasını dert etmedi; sadece etrafa bakınmaya ve büyükçe olan odayı köşe bucak incelemeye devam etti. Deniz Hanım nasılsa bir yerden çıkardı. Nihayet odanın en uzak köşesinde gördü onu. Ayakta durmuş, zayıf bir ışık demeti altında önündeki sehpaya belini kırarak eğilmiş, okuduğu sayfaları geriye katladığı kalınca bir makaleyi göğüs hizasında elinde tutmuş satır satır incelemeye çalışıyordu. Kendisini gördüğüne sevinmiş bir hali vardı. Bundan cesaret aldı ve sevindi. Ne var ki ziyaretçisiyle ilgilenmek yerine elinde tuttuğu ve yaprakları sol üst köşesinden zımbalanmış olduğu anlaşılan makaleyi okumaya devam ediyordu. Işık gitgide zayıflamış olmalı ki sehpanın üzerine iyice kapaklanmıştı. Bir ara ikisi de bir sesle kapıya döndüler. Koridorda büyük bir sessizlikle gezinen beş altı yaşlarında, sarı saçlı bir oğlan çocuğuna doğru baktılar. Çocuğun Deniz Hanım’ın oğlu olduğuna şüphe duymadı. Çocuk birden gözden kayboldu ve uzun dehlizlerde gezinmeye ve koşturmaya başladı. Tıpır tıpır gelen ayak sesleri küçük bir insanın adımlarından başkasını doğrulamıyordu. Cılız ışık altında Deniz Hanım kapaklandığı sehpada okumaya devam ederken göğüslerinin üstünden sarmaladığı havlu, bir anda düğümünden çözülerek ayaklarının dibine ipek bir eşarp gibi kayıverdi. Deniz Hanım okumaya o kadar dalmış olmalıydı ki havlusunun çözülüp yere düştüğünü ve bedeninin çırılçıplak kaldığını hissetmemişti. Cılız sarımtırak ışık altında vücudunun bütün güzelliği olanca alımlılığıyla göz kamaştırıyor, iç gıdıklıyordu. İlişkiye davet eden arzulu bir tanrıça heykeli duruyordu karşısında. Gizem, şehvet ve büyü odanın nahif ışığından cesaret alıyor, büyüdükçe büyüyordu. İkircikli bir hâl içinde Deniz Hanım’ı arkasından kucaklayarak ilişki yaşamak geçti içinden. Onun da buna itiraz etmeyeceğini, hatta isteyeceğini ve mutlu olacağını düşündü. Kapının açıklığı, çocuğun veya bir başkasının her an odaya gelme ihtimali ya da görünmez bir sakınım duygusu bu arzusunu gerçekleştirmesine engel oldu. Anlık bir hareketle yerden kaptığı havluyu Deniz Hanım’ın omuzlarından aşağıya doğru kaydırarak çıplak vücudunu örttü. Deniz Hanım memnuniyet ve teşekkür anlamı taşıyan bir gülümsemeyle ona şöyle bir baktı ve ardından okumaya devam etti.

 

***

 

Bina derhal boşaltılmalıydı. İnişi oldukça zor bir yolculuktan sonra vadiye, geniş düzlüğe çıkılmalıydı. Kaybedecek zaman yoktu. Daracık merdivenlerden ve zaman zaman kayma tehlikesi içinde bir metre yükseklikten atlanarak devam edilmesi gereken bir iniş yolculuğuydu bu. Kucağında Deniz Hanım’ın oğluyla birlikte bu zor inişi tamamlamaya çalışıyordu. Saatlerce indiler. Kimi zaman dar, kimi zaman uçurumlu yerlerden geçtiler. Çocuğu düşürmeden tamamlaması gerekiyordu bu zorlu yolculuğu. Sonu hiç gelmeyecek gibiydi, ama nihayet yolu tamamladı. Bütün bina boşalmış ve insanlar güvenli ve geniş bir alana inmenin verdiği rahatlık ve ferahlıkla gülümsüyorlardı birbirlerine. Ne çok insan varmış binada meğer. Sonra fark edildi ki Deniz Hanım inenler arasında yoktu. Binanın bir an evvel boşaltılması gerektiğini de duymamıştı muhtemelen. Öylece okuduğu makaleye dalıp gitmiş ya da sıcak duş almanın verdiği rehavetle köşesinde uyuyup kalmış olmalıydı. Oğlanı fakülte binasından inmiş olan kadınlardan birine emanet ederken kendisinin yukarı çıkıp Deniz Hanım’ı alıp geleceğini söyledi. Etrafa toplanan insanlar inmesi o kadar zor olan bir yolu çıkmanın daha da zor, hatta imkânsız olduğunu, burada kalıp gelmesini beklemenin daha güvenli ve akıllıca olduğunu söylediler. Bu ikna çabalarına rağmen sevinç ve coşkuyla yukarı doğru çıkmaya yöneldi. Deniz Hanım’ı kurtarma, yolculuk boyunca onunla baş başa kalma, elinden tutarak inmesine yardım etme ve zaman zaman da belinden kavrayarak destek olma ihtimali zihin ve ruh bütünlüğünde büyük bir coşku ve cesaretin toplanmasına aracılık ediyordu. Birden nereden geldiğini bilmediği “öldüğüm gün keşke üzerime kar yağsa,” sözü çınladı kulaklarında ve tekrarlanıp durdu zihin duvarlarında. Adımlarını loş ışığın kuytusundaki tanrıçasına bir an önce yetişmek üzere hızlı hızlı atıyordu.

 

***

 

Birkaç defa salonların yüksek taş duvarlarında yankılanan “müzemiz kapanıyor!” sedasıyla kendine geldiğinde renkli camlarla kaplı gotik pencerenin hafifçe açık bırakılmış aralığından kafasını çevirerek dışarıya baktı; lapa lapa kar yağıyordu. Tutkusunu iliklerinde hissettiği Deniz Hanım ise olanca güzellik ve davetkârlığıyla loş köşesinde hâlâ makalesini okumaya devam ediyordu.

Tutkusuna bir daha asla kavuşamayacak olmanın verdiği derin ıstırap ve çöküntü göz yaşlarına karışmıştı. Karlı havanın yüzüne savurttuğu soğuk hava, çektiği derin aşk acısını ve göz yaşlarını sonsuza dek dondurmuş, müzenin soğuk salonuna mühürlemişti.

SON

Kapak Görseli: Henri Martin, Peupliers au printemps au bord du Vert Cows, 1900’s

Kare Görsel: Renoir, Sleeping Girl, 1880

Yazar Hakkında:

Mustafa Ünver

Mustafa ÜNVER, Ankara doğumlu. İlahiyat Fakültesi mezunu, kamudan emekli, yaşamını yazları köyde, kışları Ankara’da sürdürmekte. Çeşitli edebiyat mecralarında öyküleri yayımlanan Ünver’in Dehliz adlı çalışması, sitemizde yayımladığımız ilk öyküsüdür.

06.11.2024 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın