Makale: Ankara’da Tiyatro

03.03.2024 © Novelius Edebiyat

Yazar: Ökkeş Can KILIÇ

Ankara’da Tiytaro

novelius edebiyat Tiyatro kültürümü burada, Ankara’da, edindim ben. Kendimce oluşturduğum bu kültürün en önemli hususunun da tiyatroya yalnız gitmek olduğunu düşünüyorum. İsteyenler için tarih, saat ve konumu detaylandırabilirim. Şöyle ki, Ankara’da tiyatro, takvim yapraklarının kasım aylarında dans ettiği, havanın bile nasıl davranması gerektiğini tam kestiremediği, akşam sekiz seanslarında izlenir. Ayrıca Kızılay’daki sahnelerin herhangi birinde izlenmesini önerim, Şinasi veya Akün salonlarından herhangi birine gidilmesi de şiddetle tavsiyemdir. Özel sahneler de var elbet ama benim pek aram yoktur onlarla. Neden mi? Öğrenciyim ben de o yüzden! Öğrenci dostu biletlerle izlenen özel tiyatrolara da gittim tabii ki ama kendileri, ruhumda Devlet Tiyatroları’nın aromasını bırakamadı maalesef.

Evet, son bir kez tekrarlayıp toparlayayım söylediklerimi; Kasım ayı, saat sekiz civarları, Kızılay’daki devlet tiyatroları. Ulus’taki tiyatro salonları da epey güzel, kesinlikle size katılıyorum. Ama şöyle bir husus var; Tiyatro salonuna yürümenin verdiği zevk vardır ya, işte onu Ulus’taki tiyatrolarda yaşayabiliyor musunuz ki? Metrodan çıkınca hemen karşınızda kalıyor salonlar. Gittiniz, izlediniz ve bitti. Oysa Kızılay’da Karanfil Sokak’tan çıkıp insan selinin içinde, sadece kendinizin tiyatroya gittiğini bilmenin ulvi hazzını ayaklarınızda hissetmeyeceksiniz tiyatroya gitmenin anlamı ne ki? Tiyatro izlemek gibi ince bir zevke sahip olduğunuzu bilmek ve Kızılay kalabalığındaki onca insan arasından sıyrılıp bulunduğunuz toplumun aydınlık yüzünü oluşturanlardan birinin de siz olduğunuzu bilmek… Bunlar önemli şeyler. Ayrıca çoğu zaman, bilen bilir, nefes kesen kuru Ankara soğuğunda elleriniz cebinizde, İç İşleri bakanlığından sola doğru sapıp Akün Sahnesi’ne doğru yapayalnız kaldırımlarda, irice adımlar atmanın zevki bambaşkadır. Ankara’da; kasımda, akşam saat yedi sularında, Kızılay’da tiyatroya gitmek başka işte, bambaşka.

Yine o Kasım günlerinden biriydi. Konusuna bile bakmadan “Devlet Tiyatrosu değil mi abi, kötü olacak hali yok ya!” diyerek aldığım bir tiyatro oyununa yetişmek için hızlıca kendimi Karanfil Sokak çıkışına attım. (Karanfil Sokak benim her yere referans noktamdır.) Akün Sahnesi’ne gitmek için Dost Kitapevi’nden hemen sonraki dönemeçten sağa saptım ve İç İçişleri Bakanlığı’na doğru koşar adım ilerlemeye başladım. Bu cadde üzerinde her daim satış yapan  bardak mısırcılar olur. Kokusu o kadar güzeldir ki bile isteye dibinden geçip kokuyu yüzüme boca etmeden geçip gidemem.

Bir de sık sık saate bakarım giderken. Çünkü son dakikalarda salona girmeye çalışan tiplere sinir olurum. Tiyatro salonuna, “Geçerken bir uğrayalım dedik,” dermiş gibi girerler. Bunlar bazen ele ele tutuşan çiftler olur, beraberce entel(!) etkinlik yapmaya çalışan o tipler yok mu? Hah, onlar işte. Girerler içeri sarmaş dolaş, yerleşirler koltuklarına, elleri bu sırada hâlâ ölümüne kenetlenmiş, tiyatroyu izlerler, sonra bir de üstüne çıkışta sohbet falan ediyorlardır! Ne konuşurlar hep dinlemek istemişimdir. Oyun ortasında başını diğerinin omzuna yaslarken ne de güzel takip edip kendilerine bir pay çıkarmışlardır oyundan! İşte o paydan ben de nasiplenmek isterim ama…

Son dakika gelen bu yılışık tiplerden daha da beteri onca uyarıya rağmen telefonlarını sessize almayı beceremeyen saygısız tiplerdir. Böyle bir uyarının geçilmesini bile kendine hakaret saymamaları yeterince garip değilmiş gibi, onca emeğin arasına telefon seslerinin karışmasını bile engellemeyecek kadar garip insanlardır bunlar. Ya da yanındaki arkadaşına sürekli bir şeyler fısıldayanlara ne demeli! Onların, tüm bu bahsettiklerimden aşağı kalır yanı var mıdır sanıyorsunuz? Oyundan daha mühim ne gibi bir söylemleri olabilir? Bu da hep merak konusu olarak kalmıştır benim için!

Bunlar aklıma geldikçe ziyadesiyle moralim bozulur; şehirdeki somut her şey, içimdeki hümanist duyguları iliklerine kadar sömürür. Nasıl olur da aylarca hatta belki yıllarca emek verilen böylesine kutsal bir sanata; bu bağnaz tavırları takınabilen insanlar, onca yolu kat edip o pek değersiz vaktini, birkaç saate tüm hayatı sığdırabilen bina içindeki bir çift perde ardında öldürebiliyorlar? Hiçbir zaman anlamadım ve anlayamayacağım sanırım. Moliere ‘in komedilerindeki alaya aldığı insanların, bizzat Moliere’in icra ettiği sanatı izlemeye gelmesi, Moliere’in yazdığı komedilerden daha da trajik bana kalırsa. Üstat yaşasaydı bu insanları da yazmaktan eminim ki geri durmazdı. Sonra o bahsettiği insanlar gelip Moliere’in bu oyununu izlerlerdi. Oyunu, dikkatlerini verebilecek kadar değerli görürlerse şayet, hunharca gülerler sonra da çıkar giderlerdi. Ah yok mu bu tip insanları anlatacak bir tiyatro oyunu! Gittikçe yozlaşan, tiyatro izlemeyi sadece etrafına caka satmak için kullanan bu çağın insanlarına iki çift satır yazıp oynayabilecek kimseler yok mu!..

Her şeye, bu kadar yakınmaya rağmen tiyatro bir toplumun aydınlık yüzüdür. Farkındalık merkezidir. Düşünsel yolcukların ilk durağıdır. Hiç değişmeyen yüzyıl sorunlarının tekrar tekrar hatırlatıldığı bir günlüktür… Bu kadar müsvedde izleyicileri olmasına rağmen ki, bunlar zannımca kalıcı değildir, ya da kalıcılardır, bilemiyorum…

Yine de yüzünüze sıcacık bir tebessüm konduracak pek çok insan da görebilirsiniz Ankara’daki tiyatrolarda. Mesela, en temiz ve şık kıyafetleriyle gelip, oyun sonunda aralıksız üç beş dakika boyunca oyuncuları alkışlayan insanlar pek fazladır. Yaşının verdiği kısıtlamaya aldırmadan, oyunu ve oyuncuları ayakta alkışlayan ulu çınarları da görebilirsiniz. Tiyatro sonrası salonu sessizce terk eden, çıkar çıkmaz oyun hakkında izlenimlerini yanındaki arkadaşına oldukça muntazam bir ses tonuyla tartışmaya açan irili ufaklı insan gruplarını da unutmayalım…  Böyle şeyler gördükçe içimdeki sanat aşkı kabardıkça kabarır ve tüm o gördüğüm, sinirden başımı ağrıtan insan tiplemeleri o anda yok olup gider…

Ve ben, yazdıkça yazarım Ankara’daki tiyatroları. Sayfalarca uzatırım gözlemlerimi ama neye yarar ki?

Kısaca böyle işte Ankara’da tiyatrolar. İzlemenin hakkını verenlerin devrettiği gösterişli, ki bunu sonuna kadar hak ederler, binaların içindeki küçük salonların parlak zihinlerle parladığı yirmi dört kilometrekarelik bir çöle vahadır Ankara’daki Tiyatrolar.

Nerede kalmıştım? Evet, tiyatroya gidiyordum. Gittim. Bunları gördüm ve yazdım. İşte şimdi yine gidiyorum.

Gittim.

S O N

ÖKKEŞ CAN KILIÇ

03.03.2024 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın