14.03.2025 © Novelius Edebiyat
Her kitap insanlık için yeni, taptaze bir nefes, karanlıkları boğan ümit dolu gün ışığı demek. Yazarlarsa erdemin, iyilik ve güzelliğin değirmenine su taşıyan dost ellerinden başka kim olabilirler?.. Yeni yayın serimiz “Kitabın Öyküsü”nde, işte tam da bu bakış açısıyla yazarların ve eserlerinin görünürlüğüne katkı sunmayı hedefledik. Edebiyatseverlerin ilgisine sunarız…
Kitabın Öyküsü
Bölüm 8
“Dalgaların Götürdüğü“
Novelius Edebiyat:
Sayın Fatih Dağdelen, öykü türüne ait kitabınız, “Dalgaların Götürdüğü” adını taşıyor ve 2024 yılı Aralık ayında Bilgi Yayınevi etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kıymeti bilinen, adından söz edilen eserler arasında yerini alması temennisiyle, öncelikle sizi, sonrasında da eserinizi tanımak ve tanıtmak isteriz.
Fatih Dağdelen kimdir?
Fatih Dağdelen:
Sanırım en zor soru bu. İnsan, kim olduğunu anlatmaya başladığında ya fazla söze boğuluyor ya da kısaca kendinden söz etmeye kalktığında kimlik bütünlüğünün bozulduğunu hissediyor -ya da bende böyle oluyor. Kim olduğum sorulunca günlük rutinlerimi, takıntılarımı, bahar akşamlarının bana neler hissettirdiğini, bir mekânda sürekli köşe masalara oturmak istediğimi falan anlatmak geliyor içimden. Mesela beyaz ışığı sevmem demek istiyorum ya da üşümekten nefret ederim. Aslında yine bir hikâye gibi anlatmak istiyorum. Öyle değil midir, en iyi arkadaşlarımızdan daha iyi tanıdığımız roman ya da öykü karakterleri yok mu? Okunan okullardan, hayatta kalmak için yaptığımız işlerden önce bunlara cevap vermek bir insanı daha iyi tanımlar diye düşünüyorum.
Ama belki de en doğrusu şudur: Hikâye anlatmayı seven, ömrü elverdiği sürece de hikâyeler anlatacak olan biriyim. Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Dramatik Yazarlık ve Dramaturgi Ana Sanat Dalı’ndan mezunuyum ve şu an aynı üniversitenin Sahne Sanatları Bölümü’nde yüksek lisans tez aşamasındayım. “Tiyatroda Korku Estetiği” üzerine çalışıyorum.
Önceleri hikâyelerimi tiyatro aracılığıyla anlatıyordum; yazdığım oyunlar sahnelendi ve ödüller aldı. Tabii o süreçte pek çok dergide öyküler yazmaya da devam ettim. Şimdi sırada bir roman yazma fikri olsa da, temelde hep bir hikâye anlatma dürtüsü var. Bu yüzden edebiyatı, tiyatroyu ya da sinemayı birbirinden ayıran biri değilim. Sanırım, hangi sanat dalında anlatılacağına biraz da hikâyenin kendisi karar veriyor. Başta söylediklerime tezat bir cümleyle bitireyim: Kısaca, hikâyelerle yaşamayı ve hikâye anlatmayı seven biriyim.

Novelius Edebiyat:
Kitabınızda hangi konuları mesele edindiniz? Okurları nasıl bir üslup ve konu beklemektedir?
Fatih Dağdelen:
Bazı şeyleri tutmaya çalışırsınız ama ne yaparsanız yapın elinizden kayıp giderler. Bu, bazen bir şehir olur, bazen bir aşk, bazen de hayatınızın belli bir dönemi olur. İnsan bunları tutmaya, aynı zamanda bunlara tutunmaya çalışır. Yine de zaman alır götürür hepsini. Dalgaların Götürdüğü, işte o tutulamayan, sabitlenemeyen şeyler hakkında. Bazen bir ömrün kayıp gitmesi, bazen bir aşkın, bazen de insanın kendini kaybedip bulması… Ama dalgalar sadece götürmez, aynı zamanda getirir de. O yüzden bu öykülerde bir tür kayıp hissi varsa da, o kayıpların insanlara getirdikleri de vardır. Tabii dalgalar götürdüklerini hiçbir zaman aldıkları gibi getirmezler. Deniz ve zaman, içindeki her şeyi aşındırır. Bize kalan bazen pürüzsüz bir deniz taşı, bazen de biçimsiz sivri uçlu kayalar olur.
Yazarken şunu düşündüm: Karakterler belli bir noktadan sonra hayata karşı kayıtsızlaşıyor. Ama bu kayıtsızlık bir yenilgi değil. Hayatla ve kendileriyle hesaplaşmaları var; bunu bağırarak değil, susarak, bazen de küçük, yararsız, çaresiz girişimlerle yapıyorlar.
.

Karakterlerin çoğu ölüm ve yaşama korkusu yaşıyor. Bana kalırsa ikisi de aynı şey. Öyküleri yazarken bunu fark etmemiştim, tamamladıktan sonra -doğrudan söz etmeseler de- her birinin hem yaşamaya hem de ölüme karşı korku duyduklarını fark ettim. Tabii bunu öykü içinde ekstra bir cümleyle belirtmeye gerek yok. Hikâye içinde, hikâye sonunda ya da hikâye bittikten sonra fark etmez, her hikâye ölümle biter. Bazıları bunu öfkeyle karşılıyor, bazılarıysa öfkelerini yöneltecek bir muhatap bulamadıkları için kendi kendilerine öfkeleniyor. Kimi yükselmeyi değil, çöküşü seçiyor. Bana kalırsa, onlar da yükselmek için önce zeminden sekmeyi seçiyorlar. Tabii bazıları o zemine çakılıyor ve kalkamıyor.
Ve günbatımı… Kitabın pek çok öyküsünün bir noktasında mutlaka güneş batar. Güneş de her gidişinde pek çok şey götürür bizden. İster müthiş bir neşeyle isterse derin bir hüzünle geçsin her günün sonunda güneş ufku kızıla boyar, usulca kaybolur. Çocukluğun bitişinde, gençliğin geride kaldığını anladığınız o anda, bir ayrılığın akşamında, uzun bir maceradan, tatilden, bir geziden sonra eve dönüş yolunda daima güneş batar. Bu yüzden de, sadece bir ısınma turu için olsa bile, klavyenin başına her geçtiğimde bir günbatımı betimlemesi yazmak isterim. Sonradan o bölümü çıkarıp atsam da duygusu hep kalıyor.

Novelius Edebiyat:
Yazım ve yayımlatma safhalarına da değinerek eserinizin ortaya çıkış öyküsünü ve sizin için taşıdığı anlamı bizlerle paylaşır mısınız?
Fatih Dağdelen:
Zor bir süreçti benim için. İlk öyküm 2014’te Varlık’ta yayımlanmıştı. “Yeni Öyküler Arasında” diye bir bölüm olduğunu görmüştüm. Elimde de yeni bitirdiğim bir öykü vardı: “Şehre Bakan Serçe”. Gönderdim. Yayımlanacaklar arasına girdi. Yayımlanacaklar arasına giren öyküleri bir sonraki ay dergide görürdüm. Fakat benim öykümün yayımlanması tam bir yıl sürdü. Her ay kitapçıların yolunu tutar, raflar arasından Varlık’ı bulur, çıkmış mı diye bakardım. O süreçte bir yandan okula gidip geliyor, bir yandan da barlarda, kafelerde, orada burada günlük işlerde çalışıyordum. Yayımlanacağına dair umudumu kesmiştim. O öykü bir kenarda kaldı. Yenilerini yazmaya başladım. Hayatım boyunca pek çok işe girip çıkmıştım; sanayide, gözlükçüde, kahvehanede, berberde, emlakçıda, hamburgercide, bilgisayarcıda, üzüm, kavun, portakal, elma tarlalarında çalıştım. Hepsi aynı şehirde de değil tabii. Bu işlerde pek çok insan tanımış, pek çok hikâye biriktirmiştim. Onlardan yola çıkarak birkaç öykü daha yazdım. Yine aynı dönem oyunlarımdan biri sahnelendi. Yazmaya olan hevesim eğitim gördüğüm bölüm itibariyle de iyice pekişmişti. Fakat Varlık’a takıntılı hale gelmiştim. Bunun asıl nedeni de -arada uzun yıllar olsa da- Sait Faik ve daha nice öykücüyle aynı dergide yayımlanmak düşüncesiydi. Bir sabah derginin yazı işlerini aradım. Öykünün akıbetini sordum. Ellerinde böyle bir öykü olmadığını söylediler, editörden de böyle bir öykü gelmemiş. Meğer benim gönderdiğim dönemde editör değişmiş ve öykü kaybolmuş. Derhal benim gönderdiğim dönemde bu bölümün editörlüğünü üstlenen Nalan Barbarosoğlu ile iletişime geçecek bir kanal aramaya başladım ve sonunda ona ulaştım. Öyküyü hatırladığını ve dergiye ileteceğini söyledi. Aradan bir beş ay daha geçti sanırım. Tümden umudumu yitirdiğim bir anda tebrik mesajı aldım. Nasıl sevindiğimi tarif edemem. Apar topar evden çıkıp kendimi bulduğum ilk kitapçıya attım. Dergiyi elime alıp öykümü gördüm. Ne var ki, arka kapağında yazan fiyat ile cebimdeki para denk değildi. Eşe dosta telefon edip bir şekilde aldım. Eve giderken ne parayı ne akşam yemeğini ne de başka bir şeyi takıyordum kafama, neredeyse sevinçten ağlayacak gibi olmuştum. Sanırım yazmanın, hikâye anlatmanın zehrini en kuvvetli şekilde hissettiğim anlardan biriydi. Ardından Can Yayınları’nın yayımladığı Öykü Gazetesi’nde, daha sonraları Deliler Teknesi, Edebiyatist gibi dergilerde ve Kalem Kahve Klavye gibi platformalar öykülerim yayımladı. Sonrasında bu öyküleri derledim ve yeni yazdıklarımı da ekleyip bir dosya haline getirdim. Yayınevlerine göndermeye başladım. O süreçte de uzun yıllar geçti. Cevap süreleri uzadıkça da bir sürü öykü birikti elimde. Yazdıkça dosyaya yeni öyküler ekliyor, bazılarını çıkarıyor, bazılarını silip atıyordum. Zaten yayınevleri size bir haftada dönmüyor. En az altı ay süre veriyorlar. Daha önce bir derleme kitap çalışması için yazdığım birkaç öyküyü Bilgi Yayınevi’ne göndermiştim. Editör bu öyküleri okuyunca benden dosya istedi. Ama bu dosya yayın kurulundan geçmedi. O dönemde ret cevaplarından bir koleksiyon yapabilirdim. Yine de yazmaya devam ettim. Okul çoktan bitmiş, alanımda bir iş bulamamıştım. Part-time bir hamburgercide çalışmaya başlamıştım. Bilgi Yayınevi’nin Genel Yayın Yönetmeni de beni mutfakta, “arka-oda” dedikleri yerde bulaşık yıkarken aradı. Önlüğümü, şapkamı çıkarıp fırlattım. Gidip bir on beş dakika şaşkın şaşkın oturdum. Haberi sindirdim. Sonra dönüp kaldığım yerden çalışmaya devam ettim. Nedense biraz utanmıştım, düzeltmelere isteklerine geç dönüyordum çünkü vardiyalarım çok düzensizdi. Bazen 17’de gidip gece yarılarına kadar çalışıyordum. Sonra eve gelip ağrısından kesip atmak istediğim ayaklarımı bir tabureye uzatıp sabaha kadar kitabın düzenlemelerini yapıyordum. İkinci bir yayın kurulu vakası yaşamak istemiyordum. Benden birkaç yeni öykü daha istendi. Onları da tamamlayıp gönderdim ve editörümle çalışmaya başladık. Sonunda 2024’ün aralık ayında kitabım raflardaki yerini aldı. Kitabım elime ilk geçtiğinde, yıllarca süren bekleyişin, zorlukların ve umutların tümü bir anda önüme serildi. Varlık Dergisi’ndeki öykümü hatırladım; benzer bir histi. Dergiyi elime alışım, kitapçının kokusu, guruldayan midem, aradığım dostlarım ve uykusuz sabahlarım geldi aklıma. Hepsine değmişti. Dalgaların Götürdüğü, o uçsuz bucaksız denizden geri dönüp, kaybettiklerimi bana, eksik de olsa, birer hatıra olarak geri getirdi.
K ü n y e :
Bilgi Yayınevi • Öykü • 88 s. • 13,3*19,5 cm • Yazar Fatih Dağdelen • Karton Kapak • 1.Hamur Kağıt • Aralık 2024 • ISBN 9789752213111
Tanıtım Bülteni:
“Dünya bedenimi istiyordu. Henüz solup sararmadan, derim bir samankâğıdı gibi buruşmadan, gözlerimin beyazı beyaz, siyahı siyahken çağırıyordu. Bana canlılığı vaat ediyordu. Sıcacık öğleüstü güneşi tenimi ısıtacak, serin öğle gölgelerinin içinden ılık gece ayazlarına kadar içtiğim şarap yüreğimi yumuşatacaktı. Dünya olacaktım.”
Fatih Dağdelen ilk kitabı Dalgaların Götürdüğü’nde ölüm korkusuyla yaşama korkusu arasında salınıp giden hayatların fotoğrafını çekiyor. Hareketin, kaosun, takıntının, çocukluğun, hatırlamanın ve unutmanın, kadın-erkek ilişkilerinin odağında kurulan öyküler bazen doğrudan bazen de gizemle örülüyor.
Dalgaların Götürdüğü o yerde kalanlardan mı yoksa orayı terk edenlerden misiniz?
14.03.2025 © Novelius Edebiyat

