İnceleme: Sevgili Arsız Ölüm

21.01.2024 © Novelius Edebiyat

İnceleme Yazarı: Nagihan Korkutata

Bir Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Kurgusu Olarak “Uğursuzluk”


Sevgili Arsız Ölüm, büyülü gerçekçilik akımıyla yazılmış sert bir Türkiye gerçekliğidir. Gerçeküstü ve fantastik bir örüntüye sahip olan Sevgili Arsız Ölüm; gerçek hayat ve masalsı unsurların birbirine aktığı, akarken aynı zamanda birbirine karıştığı ve bu karışım unsurların iç içe geçirilmek suretiyle yazar tarafından çarpıcı şekilde harmanlandığı iki katmanlı bir “bildungsroman”dır. Romana, dışa kapalı olduğu özellikle vurgulanan köy ve büyük şehir arasındaki geçişe uygunluk gösteren ikili bir atmosfer hakimdir. Dışa tamamen kapalı olan Alacüvek köyü sakinleri birtakım batıl inançlara sahiptirler ve köyde yaşanan bütün olumsuzlukları yalnızca batıl inançla eşitlemektedirler. Aynı zamanda köydeki fantastik olayların halk hikâyelerine göz kırpan bir tarafı da vardır. Alacüvek’teki olumsuzlukların sorumlusu ise -köylüye göre- köye dışardan gelen yabancılardır. Tıpkı Türkiye köyünün dış güçler takıntısı gibi, köyde yaşanan bütün garipliklerin sorumlusu daha en başından itibaren bellidir. Alacüvek’e sonradan gelen yani farklı olan daima yadırganır ve nihayetinde ise köylünün kendisine benzemeye başlar. İşte bu önermede tamamen değişerek köylülere birebir benzeyen kişi, Huvat’ın karısı Atiye’dir.

Atiye, köy hayatına dair olan bütün işleri öğrenir ve tamamen onlardan biri haline gelir. Atiye’nin hayatının seyri, kadının toplum ekranına yansıyan görüntüsüdür. Toplumsal cinsiyet rolleri, annelik, erkeklik ve kadınlık kodları; madunluk, ezilme-sömürü ilişkisi üzerinden kurgunun arka planında flu görüntülerle çizilmektedir. Kadınlık ve erkeklik birer boş kovandır. İçini her türlü şeyle doldurmak mümkündür. Bu da kadın ve erkek olmayı zorlaştırmaktadır. Romandaki bir diğer izlek ise Atiye’nin kendisini çoğalttığı dört çocuğundan en küçüğü olan Dirmit’in nasıl kurgulandığıdır. Romanın kurgusu toplumun en küçük kesimi üzerinden ele alınmıştır. Tıpkı Kırmızı Pazartesi romanında işlenen bireysel bir suçun esasında evrensel suçu temsil etmesi gibi; toplumun en küçük kesiminin çarpıklığının aslında evrensel bir çarpıklığı, evrensel bir yozlaşmayı ve dünya çapındaki birtakım sorunları işaret etmesinin kaydıdır Sevgili Arsız Ölüm.


Latife Tekin bir söyleşisinde,


“Sevgili Arsız Ölüm, bir bakıma benim de yetişme sürecimi, kendim oluşumu anlatan, yazmayı da bu yazı sürecinde öğrenmeye çalıştığım ilk romanım. Birçok yönüyle bir bildungsroman. Yalnızca kuşağımın değil, sonraki kuşaktan birçok genç insanın yetişme serüveninden imgeler, yaşantılar taşıyan bir anlatı olmalı ki bu kitap, yayımlandığı günden bu yana yeni gelen okurdan da hiç uzak kalmadı. Büyülü mü? Bunu ben bilemem. Ama sizin gibi hissedenleri gördükçe demek öyleymiş diyorum”


İfadelerini kullanarak ilk roman deneyiminden kendisini de bu oluşuma dahil ederek bahseder. Yazarın yetişme sürecini barındıran bu roman, aile yapısını didikleyen kültürel kodlarla doludur. Eşitsizliklerin yeni adı, “uğursuzluk”tur.
“Sevgili Arsız Ölüm’de Huvat köye tıpkı daha önce şehirden aldığı eşyalar gibi “yüzü alev alev yanan, başı kıçı açık, süt beyaz bir kadın”la (s. 8) gelir. Köylü kadınların dikkatle incelediği kadın, erkek çocuğu doğurduğu an ismi söylenen Atiye, onların kültürel kodlarına uyumsuzdur. Aykırılığın yarattığı kadın imajını zihinsel şemaya oturtamayan köylü kadınlar, şehirli kadını görüntüsü nedeniyle dışlarlar. Adlandıramadıkları imaj ile bir tür tabu oluşturarak kadının köye uğursuzluk getirdiğine inanırlar. Toplumsal cinsiyetli özne, dişil olanının tümüyle dışlandığı bir nesneye dönüşür: kadını ahıra kapatırlar. Kendilerine benzemeyeni uğursuz bulurlar” (Karaçengel, E. & Şahin, Z. (2021).

Kadının henüz doğmamış çocuğunu dahi kadına en başından beri uğursuz deyimiyle kodlanır.


“Dirmit, Atiye’nin kendini çoğaltıp dünyaya getirdiği, anne arketipinin uzantısıdır. Anne Atiye, bir bakıma annesinin yazgısını içinde taşır; “çocuğun ruhundaki hayatla ilgili içten duyguları ve başkalarıyla olan ilişkileri biçimlendiren kadınsı özü temsil eder” (Mascetti, 2000, s. 148). Ana rahminin barındırdığı toprağın yaratıcı gücü ile evrenin kaynağı olan su (tulumba) Dirmit’in roman boyunca iletişim kurduğu mekân, zaman ve olayın kaynağıdır. Dirmit’in sesini susturmaya çalışan anne, varoluş inkârına sürüklenir”


Romanda dikkat çeken karakterlerden biri de köylülerin peri kız dediği Sarıkız’dır. Sarıkız henüz isim itibariyle zihinde olumsuz ve hastalıklı bir imgeyi çağrıştırmaktadır.


“Sarıkız, tüm erkeklerden intikam alma hırsıyla hareket ederken mitolojik büyücü Kirke’nin özelliğine bürünür. Kirke, içinde tanrıların simgesi olan aslanlarla kurtların bulunduğu bir adada yaşar. Büyük Tanrıça’nın mirasçısı büyü yapmak gibi ilahî güçlere sahip Kirke, kurbanlarını kendine âşık ederek onları büyüleyip domuza çevirir. Çember anlamına gelen Kirke adıyla beraber erkekleri cazibe dairesi etrafında toplar. Erkekleri domuza çevirerek insan niteliği kazanan Kirke, baştan çıkardığı erkeklerin erkekliklerini yok eder (Mascetti, 2000, s. 94-97) Sarıkız, kendi çemberinin merkezinde baştan çıkarıcılığını kendini teşhir ederek gerçekleştirir”


Sarıkız’ın yanısıra romanda cinsel taciz ve cinsel sapkınlık olayları sıkça tekrarlanmaktadır. Atiye’nin küçük oğlu Mahmut da bunlardan biridir. Mahmut devamlı olarak köylülerin cinsel istismarına maruz kalmaktadır.


“Mahmut’un üstüne her gece ayrı bir koku sindi. Mahmut kokuların içinde en çok manikürcü Sevcan’ın kokusunu sevdi. Sevcan, Mahmut’u şampuan odasında hiç yalnız bırakmadı. Saçlarını okşadı, kulağına sıcak sıcak soludu. Mahmut ustasından gizli Sevcan’ın kucağına oturdu. Sevcan’ın göğsünün düğmelerini çözdü. Korkudan kızarmış yüzünü, Sevcan’ın hızla inip kalkan göğsüne gömdü, başı fırıl fırıl döndü. Sevcan her akşam Mahmut’u evine götürdü. Yedirdi, içirdi. Çocuklarını uyutur uyutmaz, Mahmut’un koynuna girdi. Mahmut, Sevcan’ın bağıran fısıltılarından korktu. O yanından kalkıp gider gitmez başını yorganın altına soktu. Korktuğunu Sevcan’a hiç söylemedi. Ona başka şeyler de söylemedi. Sevcan’ın saçlarını açıp kara gözlerini üstüne dikmesinden utandığını, niye kendisine öyle şeyler yaptığını anlamadığını hiç belli etmedi. Onunla göz göze gelince başını önüne eğdi. O başını eğdikçe, Sevcan çenesinden tutup başını yukarı kaldırdı. Parmaklarını saçlarına daldırdı. İnleyerek göğsünü açtı. Mahmut, Sevcan’ın inlemelerine dayanamayıp bir öğlen o iş yerinden kaçtı”


Bildungsroman, çarpıklıklar ve eşitsizlikler üzerine kurulu ironik bir atmosfere hakimdir. Heba edilen hayatların, iletişimi kopuk ebeveynlerin, suistimal edilen çocukların ve derin bir yozlaşmanın yazınıdır. Eksiklikler ve zorluklarla doludur. Özellikle Atiye’nin zorlu hayatı Azrail’le cebelleştiği sahnede hüzün ve sitemle dile getirilmektedir.


“Ailede eğitim alan tek çocuk, Dirmit’tir. Dış ve iç evrene ait biriktirdiği sorularına yanıt bulamadığı için -ya da soru sormaması adına yanlış cevaplarla susturulduğundan- hayal dünyasıyla dış dünyanın gerçeklerini birleştirir. Çocuğun gerçekliği algılayışı kendine has bir mantık içerdiğinden bütünüyle özneldir” Çocuk anne ve baba sevgisinden mahrum bırakılmak suretiyle devamlı baskı altında tutulduğu için normal bir çocuk olmaktan son derece uzaktır. Bu sebeple köylüler tarafından “cin” olarak nitelendirilir. Diğer çocuklara hiç benzemez. Cansız varlıklarla, bitkilerle konuşmakta; çamurla oynamaktadır. Doğayla bir alış veriş içindedir. Dirmit, sancılı kadınlığın ilk adımını temsil eden annesinin uzantısıdır. Anne sütünden uzak, boğazda acı ve tahriş edici bir his bırakan incir sütünün yani patriyarkal bir sütün alıcısı olarak doğmuştur. Sistem kadın üzerinde büyük bir baskı kurmuştur. Kadını sorumluluklarla belli bir alana kıstırmış; erkek ve kadını sindirmiştir. Atiye, ataerkil düzenin eşitsiz sömürüsünü kabul ettiğinde çocuklarının da değişim şansını tıkamıştır. Erkekler ve kadınlar ataerkil sistemin bir parçası olmayı reddettiğinde çarkların dönmeye başlayacağı yazar tarafından sezdirilmiştir.

Nagihan Korkutata

21.01.2024 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın