24.06.2023 © Novelius Edebiyat
İnceleme Yazarı: Bedriye KORKANKORKMAZ
Şair ve Yazar Mahmut Aksoy’un Sessizliğe İsim Verme Masrafları anlatı yapıtını, bizim için özel yapan yazarın yaralarını paylaşmasındaki içtenliğidir; kitaptaki şu paragraf bu içtenliğin bir örneği:
“Siyaset Renkli arkadaşımdan koşar adım uzaklaştım. Şimdi pis kokan entelektüel sermayesiyle oturmuştur. Benim ondan kaçmak için uydurduğum yalana inanmıştır. Parayla satın aldığı entelektüelliğine de inanıyordur hâlâ.”
Fihrist Kitap, Sessizliğe İsim Verme Masrafları, S.30, Mahmut Aksoy
İnceleme: Sessizliğe İsim Verme Masrafları
Hayatın, Sanatın ve Yaşanmışlığın Yazarı: Mahmut Aksoy
Aksoy’un doğduğu andan başlayarak bugüne değin değişen ve gelişen kişiliğinin izini sürmesindeki duygusal çıplaklığı olarak okuyoruz kitabı. Onun, anlatılarında tamamen şiirsel bir dil hâkim ve bizi soran ve sorgulayan düşün dünyasına dâhil ederek; bizim de kendisi gibi çıkmazlarımızla yüzleşmemizi istemesindeki yürekliliğini gösteriyor. Okur Sessizliğe İsim Verme Masrafları’nı okurken farkında olmadan ruhuyla söyleşiyor ve ruhuna şöyle sesleniyor: Bir başka insana güvenmesi ve yaşadıklarını paylaşması ne kadar da önemli. Yaşamın arka bahçesi, aslında içimizin birinci kapısıdır; o kapıyı hiç kimsenin kilitlemesine izin vermemeliyiz aslında. Ne yazık ki, çoğunlukla hiç değmeyecek bir insanın davranışı yüzünden, kapımızı kendimize ve insanlığa kapatıyoruz. İnsanın doğasında vardır kendini kötülüklerden korumak. Peki, bu koruma güdümüzü nasıl kontrol altında tutmalıyız? Yoksa kendimizi korumak adına yaşamın güzelliklerinin kapısını mı kapatıyoruz kendimize? Her yaşanılan kendi içinde gerçeğini bulur. Ve her gerçek, anlayanın, anlatanın ve de yaşatılanın içinde hayat bulur. Yaşamak her koşulda sevmekle güzel. Aslolan yaşadıklarının farkına varmak ve farkında olduklarının kıymetini bilmektir.

Ayrıca yukarıda kitaptan alıntıladığım paragraftan Mahmut Aksoy’un ülkemizde yozlaşan siyasettin sanatla birlikte popülist kültürün entelektüellerini de zapturapt altına almasından dolayı şikayetçi olduğunu anlayabiliriz. Sanatı toplumda yükselme aracı olarak algılayan sözde sanatçılar ile gerçek sanatçılar arasındaki “kişilik” farkını fark etmemizi sağlama çabası eserinin değerini artırıyor. Farklı bir görme, farklı bir bakma, farklı bir sezgi zenginliğiyle yapıyor bunu üstelik. Nesnel bakış açısına önem verdiği için ele aldığı konulara nüfus etmekte zorluk çekmiyor.
Mahmut Aksoy bu kitabında içinde yaşadığı toplumda bireyin ve sanatın çürümüşlüğünü tüm çıplaklığıyla dile getiriyor. Çürümüşlük onu ürkütüyor; çünkü çürümüşlük tıpkı bir hastalık gibi bulaşıcıdır. İnsan çürümüşse; sağlık, sanat, kültür, tarih adalet, vicdan değerler de çürür. Çürümüş toplumların aydınlık yarınları olmaz. Aydınlık yarınları olmayan toplumlar da köleliğe mahkumdur. Sözde değil, özde yapılan değişikleri hayata geçiren toplumların aydınlık yarınları olur. Aksoy da gelişen olaylara bakarak, hem toplumun geleceği için hem de kendi geleceği için kaygılanıyor bu noktada, ne kadar kendisine sürgün bir insan portresi çizmiş olsa da kitabında. Gerek toplumsal gerek kişisel acıları anlayan insan sayısı her geçen gün azaldığından, sanatın ise her geçen gün insansız sanata mahkum olmasından içi kanayan, tek sığınağı sanata dönüşen birinin metinleriyle dolu kitap.
“Baba oğul bir gözde toplanıp ve aş götürmenin gözyaşlarını akıtıp duruyorsa – balda kıl çoğaldıysa – toprak muhabbetini uzatmıyorsa bizimle – eşiklerde toplanıp kararsızlığın / belirsizliğin dumanı içinde ölüyor, bizi birbirimizi ezmeye itenlere savunmanın duvarlarını örmüyorsak – bokumuzla bir arada yaşamanın aşk teriyle yaşamakla aynı olduğunu unuttursak…” (s. 26)
Kendisi gibi ıstıraplı, yaşanmamış çocukluğu olanların sızısını yürekte hissettirerek devam ediyor kitap. Salt cümleleri bir araya getirmek için yazmıyor. Kendisinin ruhsal ve düşünsel çıkmazına yakın olmak istediği gibi okurun da ruhsal ve düşünsel çıkmazına yakın olmak isteyen bir eser olduğuna her sayfada daha çok yakınlaşıyoruz. Kendi ruhunun hâkimi veya yargıcı olmak da diyebiliriz.
Aksoy’un anlatı eserini konu başlıkları adı altında okuduğumuzda aynı zamanda bir günlük izlenimi de veriyor. Günlük’ünü iki konu başlığı altında inceledim ben. 1: Kendisinin ve İnsanlığının Günlük’ü; 2: Öfke ve Istırap Çekmenin Günlük’ü. “En kurumlu, en canlı, en olumlu insan, istiyorum; dünyayı istiyorum ve olduğu gibi istiyorum ve daha istiyorum, onu sonrasız olarak istiyorum ve yatışmayan bir istekle. Bir daha bağırıyorum…” diyen Nietzsche gibi haykırıyor sözcükleriyle eserinde kendisine.
“İnsanlar dünyayı kurtaracak gibi konuşuyorlar kahvehanede akşam yemeği saatine kadar, sonrası rivayete dönüşüyor. Bu benim, hep susup daha çok yazmam için hem de eylemlerimle konuştuklarımın paralel hale gelmesi için ve bağımsızlık savaşı vermeme baş sebep. Onlara benzediğimim hissedecek kıvama geldiysem, yerimden, kalkamıyorsam, kova bir Oblomov isem söz açmakta gözümün olmamasını tercih ediyorum; ortaya çıkarsa da o gözümü oyuyor oyuyor, konuşmuyor, yazmıyorum.” ( s. 63)

Söyledikleri ile yaptıkları birbirleriyle örtüşmeyen insanlarla ruhu uyuşmuyor. Bu uyuşmamazlık zamanla bıkkınlığa dönüşüyor. Onlara bakarak kendisinin de onlar gibi biri olmaması için eylemlerini hayata geçirmesinin önemini kavrıyor. O, sözcüklerle dile getirdiklerini yaşamına da geçirmeyi önceliyor. Bu uğurda ödeyeceği bedelleri gözünde büyütmüyor. Ruhu sürekli kanıyor, çünkü gelir ve adalet eşitliği istiyor toplumsal yaşamda. İnsanın bir dilim ekmeğe muhtaç edilmesine isyan ediyor. İnsana dair hiçbir duyguya ve umarsızlığa yabancı değil.
Mahmut Aksoy, şiire, zulme ve işkenceye dair duygularını söyle dile getirmiş kitapta: “Mavi mavi olmaktan yoruldu ama fakat şairler maviyi şiirde güzellemekten bıkmadı. Bugün şiirin çıkmazları tıpkı insanlığımızın kendini tekrar etme eğiliminde olan yönleriyle aynı kulvarda. Hayır, şiir, elbette çoğulluğa sahip çıkacak, yönleri, gücü olan değil. Aksine azınlığın kendisini koruması, savunmasına olanaklar açandır. Tarihe bakalım, hangi çağda zulmün, adaletsizliğin hüküm sürmediğini görürüz? Burada umutsuzluğa kapılır tarafınız olmasın. Gerçek ortada. En azından azınlığın kendi dinamiğini koruması gerek. Ferahlık azınlıktadır.” (s. 4)
Yirmi birinci yüz yılda yaşıyoruz. Çağımız teknoloji ve iletişim çağı. Mahmut Aksoy ise ilkelliği insanlığa duyumsattığı insani değerlerle pekiştiriyor. İnsan, insanlığın bir parçası olduğu sürece insanlığa varlığıyla artı bir değer katabilir. İlkel Çağ’da şartlar ne olursa olsun insanlar daha onurlu ve daha dürüsttü. Çağımızda ise insan insansızlıktan aldığı her nefeste ölüyor. Dostunun, eşinin / ihanetlerinden çektiği ıstıraptan ölüyor. Her şeyin şana/ şöhrete/ gösterişe teslim olduğu yirmi birinci yüz yılda kimse duymuyor açlıktan/ işkenceden ve savaşta ölen insanların duyulmayan anlam çığlıklarını. Bir bakıma İlkel Çağ’a özlem duymakla haklı Aksoy. Bu konudaki duygularını ise şöyle dile getiriyor kitapta: “Buna kim itiraz edebilir? Binlerce yıl geçse de tekrar edecek bu, ilçemizde ve dünyanın dünyanın herhangi bir yerinde. İnsanın kendisi için yarattığı cehennemdeki buz, umudun ateşiyle erimekte olacak! Aynı kaderin ortancasıyız; küçüğümüz ağlamaklı, büyüğümüz ise gözyaşlarını siliyor olacak daima. Kışın suya kısım ayırdığı yerde batığa sırnaşan yeşiller olacak sanıyordum oysa yıllardır. Buzla yüklü bulutlar şimdi yağıyor dibe. İlkelliğimiz dön, ilkelliğimiz dön sonra don, ilkellik don da, dön önce ama dön” (s. 27)
Aksoy’un hayatında aşkın ve sevgilinin de çok önemli bir yeri var ki kitapta yeri dolmuş derece yazılmış. Ama o, sevgiliye kavuşma özlemi çekmiyor. Sevgilisiyle birbirlerini bulmanın haklı sevincini yaşarken, yaşamını aşkla donatıyor. O’nun aşkı yaşam gerçekleri gibi ayağı yere basan ve birbirlerinin çocukluğuyla büyüyen bir aşk. Geçmişin yaralarını birbirlerinin varlığıyla sararken, geleceklerini birlikte kurmanın ayrıcalığını yaşıyorlar. “14 Şubat Sevgililer Günü” ne dair duygularını sevgilisinin sözleriyle şöyle dile getiriyor Sessizliğe İsim Verme Masrafları’nda: Zehra, “Hadi abartalım, sevgicillik oynayalım, ödülümüz bu olsun bugün, ne de olsa sevgililer günü…” deyip dudaklarımdan öpüyor. “Ağzında sigara, sarımsak ve alkol karışımından koku; saçlarında kuş tüyü kokusu” “
Evet, kendi gerçeğiyle yüzleşmekten korkmayan okurların bir başka ışık altında okumaları gereken bir kitap Sessizliğe İsim Verme Masrafları
Bedriye KORKANKORKMAZ
24.06.2023 © Novelius Edebiyat