06.09.2023 © Novelius Edebiyat
İnceleme Yazarı: Mehmet BAHÇECİ
Rüzgârın Götürdükleri – Burak Akbaş
Rüzgârın Götürdükleri, Yol Akademi Yayınevi‘nin 2023 temmuz ayında Mythos Kitap etiketiyle okurlarla buluşturduğu novella ebatlarında bir roman. Eser, Burak Akbaş imzası taşıyor ve yazarın roman türündeki ilk, toplamda ise, yayımlanmış ikinci emeği. Hâlen Ağrı’da Türkçe Öğretmeni olarak görev yapan Akbaş, Kar Kültür Sanat platformu ve Kar Öykü dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini üstleniyor, basılı ve dijital pek çok edebiyat mecrasına da çalışmalarıyla katkı sunuyor… İşte tüm bu çabalar, emek ve üretkenlik, birazdan örneklendirmeye çalışacağım üzere yazarın kalemine güç katmış, ortaya duygusal yönü kuvvetli, bir solukta okunabilecek akıcılıkta bir roman çıkarmış.
Kitabın kapak tasarımında içerikle birebir uyumlu bir yağlı boya resme yer verildiği görülüyor. Bu resimde; zirvesi karlı dağlar, yemyeşil kırlar, bir köy evi (belki de ahırdır) ve gidiş yönüne bakılırsa, sürüsünü otlatmaya götüren bir çobanla karşılamaktayız. Kitabı okurken ayırdına vardım ki, adeta romandaki sıradan bir gün kapakta resmedilmiş. İçeriğin doğru yansıtılması bakımından başarılı, fakat romanın hedef okur kitlesini tutturmada isabetsiz bir seçime imza atıldığını düşünüyorum. Neticede yetişkinler için yazılmış bir roman Rüzgârın Götürdükleri. O hâlde, çocuk kitaplarını çağrıştıran, bu çizgi filmvari kapak tasarımı da neyin nesi?

Rüzgârın Götürdükleri, okurların çok seveceğini düşündüğüm Servet adındaki son derece hassas bir küçük kahramanın romanıdır. Bir küçük kahraman ki, yöresindeki insanların ufuklarının çok ötesinde duyargalara ve ideallere sahip. Bir küçük kahraman ki, sadece insanların değil, hayvanların da duygularını anlayabiliyor. Ve fakat yaşının getirdiği tüm dezavantajlara rağmen kendisine reva görülen sığ istikbali reddetmek noktasında elinden ne geliyorsa yapıyor.
Kahramana ve romanın kişilerine yakından bakalım…
Ortaokul çağında bir çocuktur Servet. Anne ve babasıyla köylerinin yakınındaki bir yaylada, derme çatma bir çadırda kalmaktadır. Roman, işte bu yayla yaşamının anlatımıyla başlar ve ilerleyen sayfalarda da yayladan köye dönüşlerine şahit oluruz. İlk sayfalar romanımızın kahramanını, ailesini ve nasıl bir yaşamları olduğunun tanıtımıyla geçer. Bilhassa Servet’le, yakın arkadaşı Selim’in ilişkileri dikkate değerdir. Her ikisinin ailesi de köyün geneli gibi hayvancılıkla uğraştığından, koyunlarını birlikte otlatmaya götürürler. Yayla bu iş için biçilmiş kaftandır. Kırlarda saatler süren mesaileri boyunca ikilinin çocuksu iddialaşmalarını, şakalaşma ve sohbetlerini okuruz. Kısa diyaloglarla ve çocukların uçarı hayalleriyle zenginleşen bu bölümleri okumak epeyce keyiflidir. Yazarın, on, on iki yaş grubu çocuklarını başarıyla sayfalarına taşıdığını düşünüyorum. Kahramanımız Servet’le, yakın arkadaşı Selim’in ilişkileri, birbirlerinin zıttı düşüncelere sahip iki farklı karakterin okura sezdirilmesi bakımından da değerledir. Servet ne kadar engin ufukluysa, Selim’in hayalleri de yaşamakta olduğu çevreyle o kadar uyumludur. Herkesin toprakla uğraştığı ya da çobanlık yaptığı bir ortamda Selim de geleceğini çobanlıkta görmektedir… Burada Servet, Selim iklisine virgül koyup, Servet’in anne ve babasıyla devam edelim…

Ha dağdaki kütük ha Servet’in babası! Roman boyunca empati kurmaya, babadır, büyüktür, vardır herhalde bir bildiği demeye çalışsam da nafile. Hatta bir ara, oğluna iyi davranırken, gözümdeki kötü imajını düzeltir gibi olmuştu ama sonradan onu da temelli batırdı. Allah, huyu suyu pek hoş, okumak için yanıp tutuşan, becerikli, akıllı bir evlat vermiş ama beriki bana mısın demiyor, tek derdi çocuğu okuldan alıp çoban yapmak! Tam bir istikbal celladı yani. Ufuksuz, idraksiz, şuursuz bir adam. Kaypak da! Çocuğunun eğitim hakkına niçin engel olduğu, niye okula göndermediği sorulunca, sanki bu işin tek sorumlusu kendisi değilmiş gibi, özbeöz çocuğuna suçu atacak kadar küçülebiliyor. Hatta eşiyle geçen bir konuşmalarında, karısı fevkalade iyi bir eş ve anne bu arada, tek geleceklerinin koyunları olduğunu ciddi ciddi ileri sürmüştü. İşte böyle bir adam. Küçük bir destekle iyi bir eğitim alabilecek evladını değil de iki çıfıt koyunu seçen sevimsiz, sinir bozucu bir adam.
Anne karakteri ise maalesef ülkenin genelinde olduğu gibi iyi ama etkisiz bir profil çiziyor. Sağlık sorunlarıyla da uğraşan kadın, Servet’in en büyük destekçisi olsa da çoğunlukla pasif kaldığına şahit oluyoruz. Demin kahramanımız Servet’le yakın arkadaşı Selim arasında yakaladığımız zıtlığın bir benzerini Servet’in anne ve babası arasında da görebiliyoruz. Mesela anne karakterini okurken, onun fedakarlık ve sıcaklığını ne kadar yüreğimde hissetmişsem, baba karakterinden de bir o kadar uzaktım. Adam resmen umut celladıydı. Romanın dayandığı temel çatışma da buydu esasında. Hayatı köyden, koyunlardan ve çobanlıktan ibaret sanan bir babaya karşı, okuyup kendini kurtarmak için çırpınan küçük bir yüreğin sessiz savaşı? Peki kim kazanmıştır bu savaşı? Ya da bir kazananı var mıdır? İyisimi bunu da romanı okuyup kendiniz karar verin.

Romandaki diğer karakterler de fazla ağırlıkları olmasa da Servet’in öğretmenleri olarak karşımıza çıkmaktalar. Çizdikleri idealist ve fedakâr profilleriyle akıllara Grigory Petrov’un “İdeal Öğretmen” eserini getirmiyorlar değil. Ben verdiği mesajların önemi bakımından Rüzgârın Götürdükleri’nin de tıpkı Grigory Petrov eserlerinin ülkemizde popüler oluşu gibi, çokça okunmasını temenni ediyorum. Çünkü hâlâ bu çağda cehaletle savaşıyorsak, eğitim öğretimi, aydınlanmayı yücelten ve özendiren bu tip eserlerin çoğalması ve elden ele dolaşması önemlidir kanımca.
Birkaç küçük eleştirimle yazımı bitirmeden önce, Servet’in yüreklere dokunan hikâyesini okumanızı bir kez daha şiddetle tavsiye ediyorum. Akıcı, gerçekçi, hüzün temposunu son ana kadar düşmediği bir roman Rüzgârın Götürdükleri. Ve aşağıya iliştireceğim birkaç küçük eleştirim kesinlikle romanın değerini düşürmeyecektir. Kaldı ki bu eleştiriler kısmen kişisel zevklerimi yansıtmaktalardır. Bu nedenle yazarın tercihlerine saygı duymamız, metni olduğu gibi kabul etmemiz icap eder.

Mekan olarak önce yaylada sonra da köyde geçen romanda, doğa tasvirlerinin daha fazla olmasını beklerdim. Hiç yok değil elbette, kısa romanın el verdiği ölçüde yapılmaya çalışılmış lakin benim gibi Tolstoy’un pastoral betimlemeleriyle edebiyat sevdasına düşmüş okurları pek kesmeyecektir. Keza karakter tasvirleri de pek azdı. Elbette günümüz okuru tasvir okumayı pek sevmiyor ve yazarlar da belki de bu sebepten bu işe pek girişmiyorlar ama bir orta yol bulunmalı. Mesela romanın en önemli kişisinin fiziksel özelliklerine dair ne biliyoruz? Bir de bazı sayfaları okurken, hızlandırılmış bir filmi izler gibi hissettim. Olaylar biraz daha detaylı anlatılabilir, daha yavaş bir tempoda geliştirilebilirmiş. Bu noktada, ana hikâyeyi besleyecek yan hikâyeciklere, geçmiş anılara ya da anımsamalara daha fazla başvurulabilirmiş.
Ne mutlu kitaplarıyla hayallere dalanlara!
Sağlıcakla…
Mehmet BAHÇECİ
06.09.2023 © Novelius Edebiyat