İnceleme: Denizin Çağırışı

27.10.2024 © Novelius Edebiyat

DENİZİN ÇAĞIRIŞI’NDA AŞAĞILIK KOMPLEKSİ | RIDVAN ŞAHİN

novelius edebiyat ÖZ: Sanat eserleri, yazılışlarına etki eden birçok unsurun bir araya gelmesiyle meydana çıkar. Bu unsurlardan biri hiç şüphesiz psikolojidir.Psikoloji,bir metnin yazarında görülen bir etki olabileceği gibi,karakterlerin üzerindeki bir etki de olabilir.İster bilinçli ister bilinçsiz olsun, her yazar psikolojik unsurları kullanır.Psikolojinin kullanımı her yazarda farklılık gösterir. Bunun yanında her okuyucu,okuduğu eserde kendine göre psikolojik unsurlar bulabilir.Kemal Bilbaşar’ın Denizi Çağırışı romanı, arka kapak yazısında görüleceği üzere ‘Türk edebiyatında, psikolojik yabancılaşmanın konu edildiği ilk roman’ olması açısından önemli bir yapıttır.Yazıldığı dönemde yeterince anlaşılmayan roman, başkarakterin psikolojik sorunlarına,iç dünyasına ve çelişkilerine yer verir.Bu çalışmada, Denizin Çağırışı romanındaki psikolojik unsurların aşağılık kompleksi bağlamında açıklanmaya çalışılır. Çalışma boyunca Kemal Bilbaşar, Toplumcu Gerçekçi Edebiyat,aşağılık kompleksi, Denizin Çağırışı hakkında bilgiler verilip aşağılık kompleksleri nedenleriyle birlikte verilemeye çalışılır. Bu noktada başkarakterin dilsel kullanımlarına yansıyan aşağılık kompleksi içeren bölümlerle çalışma desteklenir.

Anahtar Sözcükler: Denizin Çağırışı, aşağılık kompleksi, Kemal Bilbaşar.

GİRİŞ:

1.Kemal Bilbaşar:

Kemal Bilbaşar (1910-1983),  1910 yılında Çanakkale’de doğar. Çocukluk yılları Çanakkale, Eşkişehir, Kayseri gibi farklı illerde geçer, 1924 yılında Edirne Erkek Muallim Mektebi’ne kaydolur. Buradaki dört senelik öğrenimini 1929 yılında  tamamlayanBilbaşar, Kırklareli’nin çeşitli ilçelerinde ilkokul öğretmenliği  yapar. 1931 yılında Gazi Orta Mualleim Mektebi ve Terbiye Esntitüsü’nün Tarih Öğretmenliği Bölümü’ne kaydolur. Burada Ahmet Hamdi Tanpınar, İsmail Hakkı Tonguç gibi hocalarının etkisiyle edebiyatla ilgilenmeye başlar. 1935 yılında buradaki öğrenimini bitiren Bilbaşar, 1936 yılında Aydın‘ın Nazilli ilçesine öğretmen olarak atanır. Buradan sonra İzmir Karataş Ortaokulu’na tayin olur ve sonrasında uzun yıllar burada çalıştıktan sonra 1961 yılında emekli olur.

Kemal Bilbaşar  edebiyata öykü yazarlığı ile başlamıştır. ‘Kaza’ (1938) adlı ilk öyküsü 1938 yılında yayımlanır. 1939 yılında yazdığı ‘Budakoğlu’ (1939) adlı öyküsü ile Ankara Halkevleri Öykü Yarışması’nı kazanır. 1943 yılında ilk romanı Denizin Çağırışı’nı (1943) yazar. Bu romanından itibaren yazdığı Ay Tutulduğu Gece (1961), Cemom(1966), Memo (1968), Yeşil Gölge (1970), Yonca Kız (1971), Başka Olur Ağaların Düğünü (1972), Kölelik Dönemeci (1977), Bedoş (1980), Zühre Ninem (1981) adlı romanlarında köy ve  kasabalardaki çarpıklıkları;  gelenek, görenek ve töre baskısını;  cehalet ve batıl inançları ve bu mekanlara has çıkar çatışmalarını işler. Yazdığı romanlarda tercih ettiği konular itibariyle Toplumcu Gerçekçi Edebiyat anlayışına mensuptur.  Romanlarında bu anlayışı işlerken folklorik unsurlara ve doğa betimlemelerine sıkça yer verir. Bu unsur, toplumcu gerçekçi yazarların ortak özelliğidir. Yazar, Cemo ( 1966) adlı romanı ile 1967 TDK Roman Ödülü’nü, Yeşil Gölge (1970) adlı romanı ile May Roman Ödülü’nü kazanır.

Roman ve öykü dışında tiyatro, oyun, skeç, radyo oyunu gibi türlerde eseler veren yazar, ders kitapları da yazmıştır. Emekli olduktan sonra bir süre siyasetle de uğraşan yazar 21 Ocak 1983 tarihinde vefat etmiştir.

Rıdvan Şahin

2. Toplumcu Gerçekçi Edebiyat

Edebiyatın işlevlerine ilişkin bugüne kadar çok farklı görüşler ortaya atılmıştır. Aslında bu görüşler bir anlamda sanatında işlevine yöneliktir. Buna göre sanatın işlevine dair  ‘sanat, sanat içindir’ yahut ‘sanat, toplum içindir’ gibi iki temel görüş süregelmiştir. Edebiyata bu iki görüş perspektifinden bakıldığında ‘sanat, sanat içindir’ görüşü ‘katıksız egoizmi ve estetik coşku’yu;  diğer yandan ‘sanat,toplum içindir’ görüşü ise ‘tarihsel itki ve politik amaçlar’ı içine alır(ORWELL 2014: 10-11). Katıksız egoizm;  yazarın kendisinden bahsedilmesi, dehasının fark edilmesi, hissetmek istediği ölümsüzlük duygusu ve kendisini hakir gören çevreden bir nevi öç alma duygusudur. Bunun yanında kendisi de okuyucu olan yazarın estetik noktasında bazı ölçütleri oluşur. Bunlara göre yazarın güzellik algısı, estetik anlayışı şekillenir ve yazar, eserlerine de bunları yansıtır. Böylelikle yazar ‘sanat; sanat içindir’ görüşüne yaklaşır. Diğer yandan ‘sanat, toplum içindir’ görüşüne göre bir yazar; olguları, olaylarıoldukları gibi aktararak onları gelecek nesillerin kullanması için saklamış olur. Bunun yanında bazı yazarlar dünyayı istedikleri, arzuladıkları, idealize ettikleri bir noktaya götürmek gibi politik amaçlar da güderler. Toplumcu Gerçekçi Edebiyat buradan hareket eder, toplumdaki aksayan yönleri yansıtarak bunlara çözüm bulmaya çalışır.Toplumcu Gerçekçi Edebiyat temelini Marksist dünya görüşünden alır,  politik ve ideolojik duruşunu bu görüşe göre belirler.

Toplumsal Gerçekçilik’in özünde ‘gerçekçilik’ vardır. Ama ondaki gerçekçilik, insanı odak noktasına alan ve toplumu dönüştürmek isteyen bir gerçekçiliktir. 1934 yılında Moskova’da yapılan Yazarlar Birliği Kongresi’nde Maksim Gorki Toplumcu Gerçekçilik’inkaynaklarını şöyle açıklar:

1.Toplumcu gerçekçilik daha önceki eleştirel gerçekçilikten farklı olarak pragmatik bir edebiyattır ve bir tezi vardır.

2.Bu edebiyatta insanı belirleyen en temel öğe kolektivizmdir: ‘Sosyalist bireysellik ancak kolektif emek içinde gelişebilir.’

3.Toplumcu gerçekçi edebiyatta iyimser bir bakış açısı egemendir:’Yaşam eylemdir ve yaratmaktır.Yeryüzünde yaşayan insanın ulaşacağı en son erek yeryüzünde yaşamak mutluluğudur.’

4.Bu edebiyat eğitsel bir işlevle yüklüdür: Sosyalist bireyselliğin getirilmesi bu edebiyatın ana amacıdır.” (KAHRAMAN 2000: 51)

Gorki’nin belirttikleri çerçevesinde Toplumcu Gerçekçi Edebiyat’ın yaşamsal temelleri           ‘insan, toplum ve üretim’dir. Bu temeller Marksist dünya görüşü ile de örtüşür. Marksistler feodal yapının, kapitalistin, burjuvanın, aristokratın ve ezenin karşısında köylünün, işçinin, emekçinin, devrimcinin, ezilenin yanında olmuşlardır.Onlara göre toplumsal dönüşümü sağlayacak esas grup işçilerdir. İşçilerin emek etrafında birleşip sendikalaşmaları ve haklarını savunmaları sosyalist bireyselleşmeyi sağlar. Sanatçıya bu anlamda bir görev daha düşer: İşçinin, emekçinin, devrimcinin, köylünün, ezilenin sesi olmak.Edebiyat bu anlamda onları üstünleştirerek anlatır. “Toplumcu gerçekçiler, neden-sonuç ilişkisini dikkate alarak eylemlerini açıklarlar. İşçi sınıfının düzene ve sosyal hayata başkaldırısı ise toplumcu gerçekçiliğin oluşumunu hızlandırır. Yani sosyalist gerçekçiliğin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde sınıfsal farklılıklar büyük rol oynar. Proletaryanın sesi olan sanatçı, bu noktada toplumsal ve kültürel bir devrimci modeline girer.” (KAYA 2018: 244)

 

Toplumcu gerçekçi yazarlar, esere yaklaşırken eserin yazıldığı çağın ve toplumun gerçeklerini göz önünde bulundururlar. Eseri ve yazarı, yaşanılan çağdan, toplumu etkileyen tarihsel olaylardan bağımsız düşünemezler.Bu sebeple yazar yaşadığı çağı iyi gözlemlemeli ve tarihsel süreçleri yakından takip etmelidir. Toplumu bir reaksiyona sürükleyen nedenlerin üzerinde durmalıdır.

“Toplumcu gerçekçilik, sanatın ne olduğu sorusundan çok, ne olması gerektiği sorusuna cevap verir.” (MORAN 2002: 52). Moran’ın da belirttiği gibi Toplumcu Gerçekçi Edebiyat, Marksist dünya görüşüne göre ideal olan edebiyatın nasıl olması gerektiği sorusu üzerinde durur ve cevabını yansıtma kavramıyla verir. Buna göre sanat bir yansıtmadır ve yansıtılan da toplumsal gerçekliktir.Toplumcu Gerçekçi Edebiyat kuramına mensup yazarlar, toplumdaki sosyal adaletsizliği, sömürüyü, feodal düzen baskısını, köyden kente göçü, zengin-fakir çatışmasını eserlerine yansıtırlar. Bununla beraber onların görevi sadece bu yansıtmayla bitmez, toplumu değiştirmek de onların görevidir. Yazar, toplumun gerçekliğini yansıttıktan sonra bu gerçekliği iyi olana, olması gerekene dönüştürmenin yollarını arar ve sorunlara çözüm getirmeye çalışır.

 

“Toplumcu gerçekçiliğin özünde “gerçeklik” vardır ki bunun kökleri Eski Yunan’a kadar gider. Eski Yunan’da özellikle Platon, Aristoteles ve Demokritos sanatı “yansıtma (mimesis)“ olarak niteleyerek onun gerçeklik boyutuna vurgu yapmışlardır.’’(DEMİR  2018: 181-182).

Bu anlamda eleştirel gerçekçilik ile toplumsal gerçekçilik bizim edebiyatımızda birlikte işlenir. Yazarlarımız toplumsal bir konuyu işlerken sadece Sosyalist,Marksist dünya görüşüyle yaklaşmazlar, bazen toplumu dışarıdan izleyen bir gözlemci konumundadırlar.Yani olayın içinden değil de dışından bakar yazar.

 

Türk Edebiyatı’nda toplumcu gerçekçi yazarlar Sosyalist, Marksist düşünceye biat etmelerine rağmen Kemalizm’le çatışmazlar. Daha ziyade köy gerçekliği ve onun kalkınması gerekliliği üzerinde dururlar.Köy gerçekliğini anlatırken zengin-fakir, ağa-maraba, bölgesel idareci-köylü, kazanan-kaybeden, ezen- ezilen gibi zıtlıklar üzerine bir edebiyat inşa ederler.Burada ezilen köylüler, ezen feodal düzen ve bu zulme son vermek isteyen modern ve idealist öğretmen, savcı, doktor,kaymakam vardır.Bu son grup aracılığıyla ‘ideal tip’ yaratılmak istenir Şehirde, köyden kente göç, bu göçün sebep olduğu sorunlar, gecekondulardaki hayat, fabrika işçileri, patronla işçiler arasındaki ilişkiler anlatılır,işçilerden yana taraf tutulur.Toplum sorunları  ve bunların çözümleri bu köy ve şehir gerçekliği ile anlatılır. Nazım Hikmet(1902-1963), Yaşar Kemal(1922-2015), Orhan Kemal(1914-1970), Attila İlhan(1925-2005), Fakir Baykurt(1929-1999), Kemal Tahir(1910-1973), Samim Kocagöz(1916-1993), Necati Cumalı(1921-2001) gibi şair ve yazarlar bu çerçevede eserler vermişlerdir.

 

Kemal Bilbaşar da işlediği konular ve bunlara bakış açısı itibariyle toplumcu gerçekçi bir yazardır. Eserlerinde kumar, fuhuş, karaborsacılık, çıkar çatışmaları,rüşvet,kaçakçılık,töre baskısı,ağalık, sosyal gibi konuları işler.Nitekim Başka Olur Ağaların Düğünü’nde(1972) İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan karaborsacılık,vurgunculuk gibi konuları, Cemo’da(1966) Doğu Anadolu’da  yaşayan insanların yaşam tarzlarını ve ağalık rejiminin buna etkisini işler Eleştirilerini burjuva yaşamına ve kapitalist düzene yöneltir.Bunu yaparken eleştirel gerçekçilikten de yararlanır. “Fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi görüşe bağlıydım. Memleketimizin insanlarının dertlerini, toplum gerçeklerini ancak bu edebiyat tekniğiyle gün ışığına çıkarmak ve onlara çözüm yolunu göstermek mümkün olacağına inanıyordum.” (BİLBAŞAR 1967: 218-219). Bu sözüyle fikri ve sanatsal görüşlerini açıklamış olan Bilbaşar,Denizin Çağırışı’nda eleştirel geçekçi bir yaklaşımla karanlık ve ölüm korkusu yaşayan, aşağılık kompleksine sahip taşralı bir öğretmenin toplumla yaşadığı uyuşmazlığı ve bunun sonunca intihar edişini anlatır.

 

3.Denizin Çağırışı

 

Denizin Çağırışı romanı, Kemal Bilbaşar’ın ilk romanıdır. 1941 yılında yazılan roman 1943 yılında Yurt ve Kültür Dünya Yayınları tarafından yayımlanır. Bu roman, Kemal Bilbaşar’ın diğer romanlarına nazaran bireysel bir konuyu işler. Yaşadığı toplumun kurallarına, ahlak anlayışına ayak uyduramayan;  karanlık korkusuyla, temizlik takıntısıyla boğuşan; kendisini etrafındaki insanlardan üstün gören ve bu nispette topluma karşı yabancılaşan ve kitabın sonunda intihar eden bir öğretmenin hikâyesini anlatan roman, birçok edebiyat araştırmacısı tarafından psikolojik yabancılaşmanın ilk örneği olarak kabul edilir(ALGÜL, 2014: 8).

 

Denizin Çağırışı romanının başkarakteri, ismi verilmeyen bir taşra kasabasında beş yıldır görev yapan Öğretmen’dir. Bu beş yıllık süre zarfında kimseyle ahbaplık kuramamıştır. Bunda Öğretmendeki aşağılık kompleksinin ve temizlik takıntısının etkisi vardır. Bu takıntı sebebiyle öğrencilerinin başını bile okşayamaz.“Beyaz zambaklar memleketi benim kasabamı kıskanacaktı.Ve bu üstünlük benim eserim olacaktı’’(BİLBAŞAR 2003:18).diyen Öğretmen’in kasabaya dair idealleri hem kasabadaki bürokratlar hem de eşraf tarafından bastırılır. Bu sebeple bunalan, buhranlı günler geçiren Öğretmen, psikolojik sorunlarını çözüm bulmak amacıyla kasaba doktoruna müracaat eder. Kendisiyle aynı problemleri yaşayan kasaba doktoru Öğretmen’e kasabadan uzaklaşmasını tavsiye eder. Böylece Öğretmen, tatil için İzmir’e gitmeye karar verir ve buraya bir gece yarısı varır.Okul arkadaşı Hamit, onu karşılamaya gelmemiştir.Karanlıktan korkan Öğretmen, kendisini kötü hissetmeye başlar. Oradan geçmekte olan bir at arabasına binip bir otele yerleşir. Bu arada arabacıya ve otel kâtibine kendini gazeteci olarak tanıtır. Çünkü öğretmenliğinden utanmaktadır. Otel odasında keyfince yatamaz, duş alamaz;  temizlik takıntısı bunlara engel olur. Otel koridorunda bir gün sarışın bir kadınla karşılaşır. Bu kadın, tıpkı annesinin kendisine anlattığı masallardaki prenseslere benzer. Kendisini İzmir’e çağıran itkinin bu kadın olduğunu düşünür. Kadın ise onu bir hademe zanneder, bu nedenle Öğretmen hayal kırıklığına uğrar.

 

Öğretmen, arkadaşı Hamit vasıtasıyla bir aileye pansiyoner olur. Bu aile Hasan Efendi, Pakize Hanım ve kızları Zehra’dan oluşmaktadır. Öğretmen,Zehra’ya ders verir. Bu arada Hasan Efendi’ye düşmanlık besleyen mahalleli, onu ve eşi Pakize Hanım’ı bekâr bir öğretmeni evlerine aldıkları için muhabbet tellallığı ile suçlar. Mahallelinin bu tepkisi Öğretmen’e de yönelir. Mahallenin kadınları ve çocukları ona imâlı imâlı bakarlar,  laf atarlar. Tüm bunlara rağmen Öğretmen pansiyondan çıkmaz. Bu süreçte evin kızı Zehra ile Öğretmen arasında duygusal bir yakınlaşma başlar. Bu yakınlaşma saf ve masumdur. Tamamen hissidir, içinde cinsel bir beklenti yoktur. Bir süre sonra Öğretmen ile Zehra nişanlanır. Böylelikle mahalleli susturulmuş olur. Bir gün Öğretmen ile yeni ailesi sinemaya bir film izlemeye giderler. Lakin Öğretmen’in karanlık fobisi vardır. Işıklar kararınca Öğretmen bunalmaya başlar, bir yandan da Zehra ile ilişkisini düşünür; nişan yüzüğü ilişkilerinin tüm ulvîliğini maddeleştirmiştir. Bu esnada film başlar, bir çığlık kopar, sarışın bir kadın beyaz perdede görünür; zaten karanlıktan korkan Öğretmen bunlarla birlikte iyice bunalır. Sevdiği kızın Zehra değil de “bir sarışın kadın” olduğunu düşünerek sinemadan kaçarcasına çıkar.

 

Sinemadan kaçan Öğretmen, Bahribaba Parkı’nda Mahmut adlı bir arabacı ile tanışır, onunla ahbap olurlar. Bir süre sonra yanlarına sarışın bir kadın gelir. İsmi Adalet olan bu kadına Öğretmen âşık olur, hayallerinin kadınının o olduğunu düşünür. Daha sonra Öğretmen ile Adalet sevgili olurlar. Ama Adalet gerçekte bir hayat kadınıdır, Öğretmen’in parası bitince onu kapının önüne koyar. Sonrasında kasabadan işine son verildiği haberi gelir.Sokakta yatıp kalkmaya başlayan Öğretmen, hamallık yaparak karnını doyurmaya çalışır. Tütün işine gittiği bir gün, fabrikadan Zehra’nın çıktığını görür. Hamalın biri Zehra’ya sarkıntılık eder. Bu duruma dayanamayan Öğretmen, hamalı iter. Fakat Zehra hamala koşar, onu yerden kaldırır.

Artık hayatında hiçbir dayanak noktası kalmayan Öğretmen’i, Zehra’nın bu hareketi yıkar. Kendisini boğan taşradan kaçan Öğretmen, büyükşehirde de aradığı ferahlığı bulamaz, dünya ona dar gelir. Bu esnada denizin çağırışını duyar. Deniz ona enginliğiyle içinde bulunduğu daralmayı sonlandıracak gibi görünür. O da denizin bu çağırışına uyar.

 

4.Aşağılık Kompleksi

 

Aşağılık kompleksi, Avusturyalı doktorAlfred Adler’in(1870-1937) Bireysel Psikoloji Kuramı’na ait bir kavramdır. Viyana kentinde tıp eğitimi alan Adler’in esas ihtisas alanı aslında göz hastalıklarıdır. Daha sonra psikoloji alanında çalışmalar yapan Adler, Psikanalatik Kuram’ın kurucusu Sigmund Freud’un(1856-1939) öğrencisi olur, hatta onun bu kuramına ait çalışmalar yapar, Psikanaliz Derneği’ne üye olur. Bir süre sonra dernek üyeleriyle yaşadığı uyuşmazlık neticesinde buradan ayrılır ve Freudçu görüşten vazgeçip kendi Bireysel Psikoloji Kuramı’nı oluşturur.

Bireysel Psikoloji, insanın topluma uyumunu sağlamaya çalışır.Adler’e göre kişiler bütünleştiklerinde ve tamamladıklarında kişilik olarak bir bütün olurlar. Böylelikle kişilik bütünlüğünü sağlayan birey toplumla kaynaşabilir.Adler’in kuramı insancıl bir kuramdır. Bu vesileyle insan sadece kendi çıkarlarına göre hareket etmez, başkalarına yararlı olabilecek amaçlara da sahiptir. Nihayetinde insan iyiyi ya da kötüyü seçebilen bir varlıktır. Davranışlarını sadece bilinçaltına göre şekillendirmez, bilinçli davranışlarda bulunur.

Freud’a göre insan davranışlarının temel itkisi hazdır, Adler bu temel itkiyi bir erek arzusu olarak görür. İnsan her ne koşulda olursa olsun daha iyiye ulaşmak ister. Yani insan hep daha iyisi olmak, daha üstün olmak ve amaçlarına ulaşmak ister. Dolayısıyla insan davranışlarını araştırırken bu ereğe ulaşma arzusu göz önünde bulundurulmalıdır.Adler’e göre insan denen varlık hep bu ereğe ulaşma arzusu taşır ve davranışlarında belirleyici unsur bu erek arzusu olur. Bu erek arzusu bireyi başkalarından daha iyi olmaya, daha güçlü olmaya daha üstün olmaya zorlar.Bunu beceremeyen birey kendisini kötü hisseder. “İnsan olmanın aşağılık duygusuna kapılmak olduğunu uzun zamandan beri ısrarla belirtmekteyim.” (ADLER 2002: 82). Adler’e göre kendi üstünlüğünü kabul ettiremeyen birey, aşağılık duygusuna kapılır. Bu duygu her insanda bulunur ve bireylerin kendilerini diğer insanlardan eksik ya da daha aşağıda hissetmesi durumunda  karmaşaya dönüşür. Özgüven eksikliği, kültürel yozlaşma ve saplantısal bazı bozukluklar bu karmaşanın oluşmasına sebep olur. Aslında her insanda var olan özgüven eksikliği, kültürel yozlaşma ve bazı saplantılar birer karmaşadır.Bu karmaşalar çözüme kavuşmazsa ortaya aşağılık kompleksi çıkar. Bu noktada kompleks kelimesinin anlamına bakmak gerekir.

Kompleks kelimesi TDK’ya göre karmaşa, karmaşık,karmaşıklık anlamına gelir(URL1).Psikolojik olarak da kompleks kelimesi karmaşadır. Kelimenin kökenine de baktığımıza zaman şu anlamlar ortaya çıkar:

Kompleks kelimesinin kökenine bakıldığında Latince iç içe geçmiş, sarmaşık, kucaklama anlamına gelen complexus kelimesine varılır(URL2). Nihayetinde kompleks kelimesinin kökeninde ve bugünkü anlamında bir iç içe geçmişlik, karışıklık, sarmaşıklık, karmaşıklık vardır.

Aşağılık duygusu doğumla başlayıp ölene kadar bireyin kendisinde mevcuttur. Bireyler bu duyguyla başa çıkma yolarını ararlar. “Yetersizlik duygusu inatçı bir hastalıktır ve en azından bir iş yapıncaya, bir ihtiyaç karşılanıncaya veya bir tansiyon azalıncaya kadar devam eder. (…) Bu problemlerin çözümünün yeterli bir sosyal duyguyu, tüm hayatla sıkı bağlılığı, başkalarıyla bir arada bulunmak ve işbirliği yapmak yeteneğini istediğini göreceğiz.” (ADLER 2002: 59).Bunun yollarını bulamayan, kendi açıklarını, eksikliklerini gideremeyen bireylerde bu aşağılık duygusu bir komplekse dönüşür. Yani bireysel bütünlüğünü sağlayamayan birey, toplumla kaynaşamaz ve ‘birey’ olamaz.

 Bu noktada birey aşağılık kompleksinden kurtulmanın yollarını arar ve anormal davranışlar sergilemeye, uyumsuz olmaya başlar. Bu tür davranışlar onun kompleksinden kurtulma çabalarıdır. Birey kendini bir şekilde ifade etmek zorundadır. Bu ifade ediş tarzı üstünlük kompleksini ortaya çıkarır. Birey kendisini herkesten üstün görür, başkalarını küçümser (ADLER 1994: 186-189). Yani üstünlük kompleksi olarak nitelendirilen davranışların temelinde aşağılık kompleksi vardır. Birey aşağılık kompleksinin telafisini üstünlük kompleksinde arar. Üstünlük duygusu da tıpkı aşağılık duygusu gibi doğumla başlar. Bu duygu, duygu olarak kaldığında insanı olduğu noktadan ileriye, başarıya götürür. Fakat iş başkalarını küçük görmeye, kendini herkesten üstün görmeye hatta bu üstünlüğü sağlamak için yalan söylemeye evrildiğinde bu duygu da bir komplekse dönüşür. Bu kompleks, kendini sosyal ilişkilerde, duygusal tecrübelerde, cinsel yakınlaşmalarda, dilsel kullanımlarda gösterir.

Aşağılık ve üstünlük kompleksleri, bireyin toplumla ‘birey’ olarak ilişki kurmasını güçleştirir. Onun yalnızlaşmasına ve yabancılaşmasına zemin hazırlar.

Kemal Bilbaşar

 DENİZİN ÇAĞIRIŞI’NDA AŞAĞILIK KOMPLEKSİ:

Kemal Bilbaşar, Denizin Çağırışı romanında aşağılık kompleksi yaşadığı için toplumla uyuşmazlıklar yaşayan bir öğretmeni anlatır. Romanın başkahramanı olan Öğretmen,küçük yaşta yetim kalır.Babası karanlıktan,geceden ve sudan korkan bir adamdır. “Annem onun uykudan ve karanlıktan yakındığını söz arasında birçok zamanlar söylemişti.Odasında lamba yanmadan babamı uyku tutmazmış.Deniz kenarında dolaşmaktan korkarmış.Korkmakta da ne kadar haklıymış ki o mavi sularda dünyaya gözlerini yummuş.’’(BİLBAŞAR 2003: 13).Onun bu korkuları Öğretmen’e geçer.Aslında bu geceye ve karanlığa dair korku, ölüm korkusudur.

Babanın vefatıyla fakirleşen ailenin geçimini zengin evlerine temizliğe giden anne sağlar.Bu arada baba yoksunluğu çeken Öğretmen,çocukluk yaşlarında yoksullukla tanışır. “Ekmeğimizi çok kez haşhaş tohumuyla karıştırılmış tuza banıp yerken,’Bu lokmayı ne niyetine yiyelim?’diye sorardı.
Sonrasında kahkahalarla gözleri yaşarıncaya kadar gülerek kendisi cevap verirdi:’Bugün Rıdvan Beylerin evinde kuzu dolması var.Gel tadına bakalım şunun!’ ’’(BİLBAŞAR 2003: 12).Fakat annesi bu yoksulluğu küçük oyunlarla örtbas etmeye çalışır.Öğretmen evlerinden neşenin eksik olmadığını belirtir.Ancak annesinin temizlik yapıyor olmasından sonraki okul yıllarında utanç duyar, bunu arkadaşlarından gizler.

Yaşadıkları mahalle taşradadır.İkinci Meşrutiyet sonrasıdır.Derken Balkan Savaşları patlak verir.Memleket iyice güçten düşmüştür; her yer yıkık dökük ve yoksuldur.Bu ortamda babasız kalan Öğretmen, bir zaman sonra annesini kaybeder.Annesinin bu kaybı onda derin yaralar açar.Arkadaşlarından sakladığı annesinin temizlikçi olma gerçeği, bir zaman sonra Öğretmen’de temizlik takıntısı doğurur.Duygusal olarak her karmaşa yaşadığında kendini annesiyle ilgili bir anısında bulan Öğretmen,onun anlattığı masallarda teselli arar.

Öğretmenin okul yılları da pek parlak geçmez.Karanlık korkusu,gece korkusu burada da peşindedir.Babasının mirasını sırtlayan Öğretmen, karanlıktan kurtulmak için çeşitli yolara başvurur: “Gece lambasının altına düşen yatağı bana vermesi için arkadaşlardan birine bir aylık harçlığımı vermişimdir.’’(BİLBAŞAR 2003: 14).Yalnız bunları söyleyen Öğretmen kendi tabiriyle garip bir soyaçekim kanununun etkisiyle babasına benzemek ister.Onu hep merak eder. “Çocukluğumun bu gülünç kompleksleri bende ikinci bir huy haline geldiği zaman,annem sağ olsaydı,babam hakkında daha çok şeyler sorup öğrenmem kabil olacaktı.’’(BİLBAŞAR 2003: 14).Öğretmen’in gülünç bulduğu bu çocukluktan kalma olan kompleksler, aslında çocuklukta kalmaz, yetişkinlikte de devam eder.Karanlık ve gece korkusunun asıl sebebi ölüm korkusudur.Yani Öğretmen, karanlık gece içinde uyuyup bir daha uyanamamaktan korkmaktadır. “Oysa ben sarsılmayacak toprağı, batmayacak güneşi istiyordum.Ben servilerin altında açılan çukurların bulunmadığı,yalanın ve faniliğin,yıkıp savuran fırtına gibi esmediği o eski dünyamı istiyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 126).Öğretmen’in ölüm korkusunu anlattığı bu satırlarda bu korkudan kaçışın formülü de vardır:Çocukluk.Öğretmen her düşüş anında çocukluğuna ve annesinin aşırı korumacı tavrına sığınır.

Öğretmen Okulu’nu bitirip bir taşra kasabasına atanan Öğretmen,tüm korkularını,komplekslerini beraberinde götürür.Kasaba Öğretmen’in nazarında ‘karabasan’la eşdeğerdir.Temizlik takıntısı,aşağılık kompleksi ve bunun sonucunda ruhsal dengesini bulmak için geliştirdiği üstünlük kompleksi Öğretmen’i kasaba insanlarından,devlet için çalışan memurlardan uzaklaştırmıştır.Kendisini kasabalılardan üstün gördüğü için onlarla arasına kibirden teşkil olmuş bir duvar örmüştür.Halbuki kendisi de bir taşra kasabasında doğmuş ve büyümüştür.Yaşadığı aşağılık kompleksi kendi mahallesinden utanmasına, kasabadan nefret etmesine neden olur.Bu sebeple onların eşraf ve bürokratlar için düzenledikleri kayısı bahçelerindeki alemlere katılmaz.Kasabada hiçbir kadınla yarenlik etmez, frengiden korkar.Öğrencilerinin başını okşamaktan çekinir.Çünkü temizlik takıntısı buna müsaade etmez.Güya ‘Beyaz Zambaklar Memleketi’ onun kasabasını kıskanacaktır.Bu ideali milli eğitim memuru ve not yükseltmek için baskı yapan eşraf tarafından yerle bir edilir.“Ah o ilçe, o küçük kasaba, beni böylesine zavallı yapan orası değil miydi? Belki mayamda bozukluk vardı. Belki de ben gerçekten hasta yaratılmış bir adamdım. Ama hiç kuşkusuz beni hasta ve zavallı yapmakta o kasabanın büyük günahı vardı.’’(BİLBAŞAR 2003: 17)diyen Öğretmen, kendisine inciden bir salyangoz kabuğu oluşturur.O kabuğun içine kitaplarını,rüyalarını,hayallerini sığdırıp topluma yabancılaşır.

Kendisiyle baş başa kalan Öğretmen beş yıllık bir sürenin karanlık korkusu,gece korkusu,ölüm korkusu yüzünden daralır, bunalır,buhranlar geçirir.Bu psikolojik sıkıntılar ona rahat vermeyince kasana doktorunun kapısını çalar.Kasaba doktoru onda bir psikolojik sorun, bir fobi olduğunu daha geldiği üçüncü ayda anladığını söyler.Ama bunun için Öğretmen kendini suçlamamalıdır ona göre: “Otuz üç yıl bir vampir gibi ülkemizi kucaklamış bulunan baskı yönetimi devrinin torunları değil miydik?Babalarımızın kanı ve sinirleri,her gün ölümün binbir baskısını omuzları üzerinde hissederek bir çeyrek yüz yıldan fazla bir zaman kamçılanmamış mıydı?Bu trajik devrin kanı bir ürün verirse onda fobi bulunmaz da ne bulunurdu.’’(BİLBAŞAR 2003: 26)Doktora göre tüm bu fobilerin, takıntıların,komplekslerin nedeni İstibdat Dönemi’dir.Bu dönem esnasında ölüm korkusuyla yaşayan atalar, bu korkuyu ve daha başkalarını sonraki nesillere de taşımışlardır.Aslında burada doktor millet olarak bir aşağılık kompleksi içinde olduğumuzu vurgular.Sonrasında Doktor, ‘insanlar mahdut,semalar mahdut’(BİLBAŞAR 2003: 26) şeklinde tasvir ettiği kasabayı da psikolojik sorunlara önemli bir sebep olarak görür.Ona göre dağlarla çevrelenmiş bu kasabada insan, dağların ardını göremediği için kendi içindeki boşluğunda rahatlık aramak ister.Bu noktada Öğretmen’e: “Eğer sizin sizin gibi ayakları henüz zincire vurulmamışsa,daha akıllıcası,bu dağların kasabasından uzaklaşmalıydı.Mavi ufuklar alabildiğince genişleyen bir mavi deniz karşısında,ruhtaki bütün karanlıklar yıkanırdı.’’(BİLBAŞAR 2003: 26) diyerek psikolojik sorunlarından kurtulmanın yolunu söyler.Sonrasında ona bu mavi ufukları mavi denile alabildiğince genişleyen yere gitmesini tavsiye eder. Böylece Öğretmen tüm sıkıntılarından kurtulacaktır.

Öğretmen bu tavsiyeye uyarak İzmir’e gitmeye gitmeye karar verir. “Bununla beraber o küçük kasabada,gizli bir çağrının çekimiyle içimde yolculuk istekleri çağıldamaya başladığı zaman aklıma İzmir’den başka bir yer bana daha sevimli görünmemişti.Ölmüş bir zamanın masallarıyla hatırladığım ışıklı kıyılarda,’ilahların ayak izleri çoktan silinmiş’ ve Aphrodite tapınakları çoktan yıkılmış da olsa,bir masal dünyasının avutucu ve unutturucu renklerini orada bulacağımı umuyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 12).Öğretmen’in söylediği bu cümleler onun İzmir’i seçişinin nedenini verir.Burada görülmesi gereken bir noktada şudur ki, ona bu masalları anlatan annesidir.Bu da çocukluğa ve anneye kaçışı ifade eder.Bu durum aşağılık kompleksi sonunda gelen kaçıştır.Oraya beş saat Rötarla gece vakti varır.Karanlık ve gece korkusunun etkisiyle bunalan Öğretmen’in avuçları terlemeye,bilmediği bu şehir karşısında titremeye başlar.Bu esnada kasabadaki kötü anıları aklına gelir.Bu onu daha da kötü eder.Birden sol taraftan bir araba gürültüsü gelir,kendini karanlık ve gece korkusunun etkisiyle bu arabanın önüne atar.Arabacı küfrederek arabayı durdurur,Öğretmen içinde başka yolcular olmasına rağmen arabaya biner.Arabada bir polis komiseri vardır.Aşağılık kompleksinin etkisiyle kendini arabadakilere gazeteci olarak tanıtır.Diğer yolcular inerken Öğretmen’in varlığından memnun olmayan arabacı onu … Palas adlı bir otele getirir.Arabacıya psikolojik üstünlük kurmak isteyen Öğretmen, ona yüklü bir bahşiş verir.Arabacı onun verdiği paraları yere fırlatır.Öğretmen, bu durumda kendini daha da aşağılık hisseder.Paraları yerden toplamayı gururuna yediremez.Bu esnada yine öğretmenin aklına kasaba gelir.Tüm bu kötülüklerin sorumlusu ona göre kasabadır.

Bu esnada otel kâtibi, gelir.Öğretmen’in bavulunu elinden alır.Saygıyla Öğreetmen’e yol gösterir.Birlikte otele doğru yürürlerken bu Öğretmen, bu durumun otel kâtibi için bir gurur vesilesi olduğunu düşünür.Çünkü ona göre kendisi önemli bir adamdır.Öğretmen ona da kendini gazeteci olarak tanıtır.İçinde bulunduğu aşağılık kompleksi yüzünden kendisine saygı duyulmasını bekler.Bu saygıyı da yalanla sağlamaya çalışır.Otelde odasına çıkınca kendini boy aynasında görür,gördüğü görüntüden ve ona gösterilen saygıdan memnundur. “Aynadaki hayalimin önünde eğildim:
Hoş geldiniz Ekselans.’’(BİLBAŞAR 2003: 30).Ama üzerini değiştirmek için elini attığında perişan haldeki bavulu kendine gerçekleri hatırlatır.Oynadığı efendilik oyunu biter.Lakin bu bavulun kendisinin olmadığına dair içinde bir düşünce belirir.Kendisine ait olmayan bu bavulu,dikkatsiz istasyon hamallarının başkasının bavulu ile karıştırdıklarını düşünür.Bu andan itibaren aşağılık kompleksinin etkisiyle yatakta kimlerin yatmış olabileceğini,tuvaleti kimlerin kullanmış olabileceğini,banyoda ne tür insanların duş almış olabileceğini düşünerek gerilir.Kendisini yalnız hisseder.Bu düşüncelerle sabahı zor eder.Bununla beraber sabah uyandığında gecenin korkuları silinir.Sokağa çıkmak için odasından çıktığında koridorda sarışın bir kadın görür.Bu sarışın kadını annesinin anlattığı masallardaki sarı saçlı peri kızı ya da prenseslerle eş tutar ve ona aşık olur.İzmir’e gelmesine sebep olan itkinin bu olduğunu düşünür.Burada aşağılık kompleksinin etkisiyle Öğretmen’in annesiyle ilgili hatırlara sarıldığını görürüz.Öğretmen bu sarışın kadına aşık olur ama bu sarışın kadın onu hizmetli sanıp oda görevlilerinden birini çağırmasını ister.Öğretmen de ona ‘peki’ anlamına gelebilecek bir jestle karşılık verir.Bu durum onda aşağılık kompleksini tetikler. Kendisini hizmetçi ruhlu bir adam olarak görür. “Sabahın tüm aydınlığı,kendimi güvenlik içinde sanan tatlı mizaç kayboldu.’’(BİLBAŞAR 2003: 42). Bu kaybolan tatlı mizaç aşağılık duygularını yansıtır.Öğretmen kendisini hizmetli sanan sarışın kadından öç alma isteğiyle otel hizmetlisine beyaz zambak sipariş eder.Çiçekler geldiğinde sarışın kadının kapısını çalan Öğretmen’in üstünlük duyguları yumuşar,çiçekleri duygularını yansıtmak amacıyla vermeye niyetlenir.Ama kadın onu,başkasının gönderdiği çiçeği getiren bir kurye sanır.Avcuna bahşiş tutuşturur.“Ama o yuvarlak şey yanaklarım gibi,avcumda ateş olmuş,yanıyordu.’’(BİLBAŞAR 2003: 48).Böylelikle öğretmen tekrar aşağılık kompleksiyle baş başa kalır,büyük bir hayal kırıklığı yaşar.

Romanın buraya kadar olan bölümünde aslında bir anlamda Öğretmen’in yoğun aşağılık kompleksi duygularını,bu duyguları üstünlük kompleksine dönüştürmesi sık sık görülür.Bunun yanında bu aşağılık ve üstünlük komplekslerinin nedenleri üzerinde durulur.Bu nedenler, hem geçmişten gelen baba yokluğu,taşrada büyüme,annesinin temizlikçilik yapması,maddi durumlarının kötü olması tarzında etkenler olduğu gibi; kasabada yaşadıkları,arabada ve otelde yaşadıkları romanın geri kalan yüz sayfalık kısmındaki aşağılık kompleksine ait güncel nedenleri teşkil eder.

Bu bölümden sonra Öğretmen’in pansiyoner hayatı başlar. Pansiyonu ona arkadaşı Hamit bulur.Onunla birlikte pansiyona giden Öğretmen,buranın bir aile pansiyonu olduğunu öğrenir. Bu aile, Hasan Efendi, Pakize Hanım ve kızları Zehra’dan oluşmaktadır.Bu kız lise çağındadır,kadın arada onun ödevlerine yardımcı olmasını rica eder.Kadın Öğretmen’e çok yakın davranır.Bu yakınlık Öğretmen’de kızlarını onunla evlendirmek istediği vehmini uyandırır.Bu düşünceye ulaştıktan sonra kadına karşı içinden bir savaş başlattığını söyleyen Öğretmen,  burada da üstünlük kompleksine düşer.Kadının ona karşı nazik davranmasına pazarlıksız istediği kiranın fazlasını hemen takdim eder.Arkadaşı Hamit, kaş göz işaretiyle ona tutarın fazla olduğunu anlatmaya çalışır. “Onun itirazlarına meydan bırakmadan,ben yirmi lira vereceğimi söyleyince az daha Hamit’in gözleri yerlerinden uğrayacak,hayretinden çenesi düşecekti.’’(BİLBAŞAR 2003: 57).Bu durum üstünlük kompleksine işarettir.Saygı için her şeyi yapan Öğretmen, bu saygıyı elde etmek için hiçbir şeyden çekinmez.

Bu arada Hasan Efendi’ye düşmanlık besleyen mahalleli, onu ve eşi Pakize Hanım’ı bekâr bir öğretmeni evlerine aldıkları için muhabbet tellallığı ile suçlar. Mahallelinin bu tepkisi Öğretmen’e de yönelir. Mahallenin kadınları ve çocukları ona imâlı imâlı bakarlar,  laf atarlar. Tüm bunlara rağmen Öğretmen pansiyondan çıkmaz.Böylece mahalleli ile Öğretmen arasında sessiz bir savaş başlar.İlk önceleri Zehra’nın,Pakize Hanım’ın namusuna,Hasan Efendi’nin şerefine dair hakaretler ve dedikodular mahallede alır başını yürür.Mahalle kadınları ve çocuklar öğretmeni her gördüklerinde onunla alay ederler.Seyyar satıcılardan ve dilencilerden kaçan kadınlar Öğretmen’den kaçmazlar.Hatta onu gördüklerinde,onun gıyabında Müdür Bey diye bahsederler.Bu durum öğretmenin gururunu okşar.Aşağılık kompleksi için küçük bir telafi olur.Ama mahalleli onun erkekliği hakkında da ileri geri konuşmaya başlamıştır.Öğretmen yine aşağılık kompleksine kapılır. “Sergilenen taze göğüslere,kalçalara bakmayan,bir çatı altında bulunduğu genç kıza kardeş gibi davranan,hiç kimseyi kıskanmayan erkek nasıl bir yaratıktır?’’(BİLBAŞAR 2003: 82).Mahalle kadınlarının kendisi hakkında böyle düşündüğünü belirten Öğretmen,onların kendisine tiksinti ve acımayla güldüklerini söyler.Üstelik o da aşağılık kompleksinin etkisiyle böyle düşünür.Bunun sebebini İstibdat Dönemi’nde boğulmuş bir karanlıktan gelme olmasına bağlar.Bu esnada daralan Öğretmen’in dizlerine iki hanımböceği konar,çiftleşiyorlardır.Korkuyu unutarak kendinden geçen bu böcekler ona bir şeyi hatırlatır.Kasabada yaşama enerjisi çekilmiş,doğa yasaları dışında yaşamış,eline bir kadın eli değmemiştir.Cinsellik aracılığıyla ortaya çıkan aşağılık kompleksine yine sebep kasabadır.Bunun yanında otelde karşılaştığı sarışın kadın da bu noktada bir sebep olur.Bu sarışın kadın onu geçmişe,annesinin anlattığı masallara götürür.O bu masallara saplanıp kalmıştır.Bu durum onun, Zehra’ya karşı ilgi duymasına engel teşkil ediyordur.Ve bir anda içinde Zehra’nın kendisine ilgi duyduğuna dair bir his oluşur.Öğretmen için dünya tekrar güzelleşir.

O andan sonra içinde Zehra’nın kendisini sevdiğine dair bir his oluşur.Bundan sonra Zehra ile Öğretmen arasında duygusal bir yakınlaşma başlar. Bu yakınlaşma saf ve masumdur. Tamamen hissidir, içinde cinsel bir beklenti yoktur. Artık Zehra’yı sevdiğinden emin olan Öğretmen,onları Pakize Hanım’ın kendisini sürekli davet ettiği Marultarlası2na davet eder.Bu yolculuk esnasında tramvayda giderlerken birkaç genç çocuk,Zehra’yı bakışlarıyla rahatsız ederler.Hatta yanındaki kadına sahip çıkmadığı için Öğretmen’e alay ederek bakarlar,gülüşürler. “Bu gülüşmelerde pek çok anlamlar saklı idi.’’(BİLBAŞAR 2003: 89).Öğretmen bu esnada müthiş bir korku duyar,yine avuçları terlemeye,şakakları zonklamaya başlar.Kendisini aşağılık hisseder.Bu esnada mahalle kadınlarının erkekliği konusunda düşündüklerine hak verir. “Bütün mahalle kadınlarının hakkı vardı:Ben sersemin,iktidarsızın biri idim.Ben de erkeklik namına hiçbir şey yoktu.’’(BİLBAŞAR 2003: 89).Böyle düşünerek bir sinir buhranı geçiren Öğretmen,bir anda Zehra’ya sarkıntılık eden çocuğun şapkasını kulaklarına indirir.Bu olaydan sonra özgüveni yerine gelen Öğretmen,Marultarlası’na geldiklerinde neşelidir,hayata güzel bakar.

Bir süre sonra Öğretmen ile Zehra nişanlanır. Böylelikle mahalleli susturulmuş olur.Ama sanki bu nişandan sonra Zehra’da cinsel beklentiler,üstü kapalı davetler belirir.Öğretmen bu durumdan rahatsızdır.Aynı günlüğü küçük komplimanlarla,özlem ve sevgi duyguları ile çekinerek doldurdukları günler geride kalır.İçindeki İfrit ona bir türlü fırsat vermez.Aşağılık kompleksi ve üstünlük kompleksi arasında gidip gelen zihni yorgundur.Kafası karışıktır.

Bir gün Öğretmen ile yeni ailesi sinemaya bir film izlemeye giderler. Lakin Öğretmen’in karanlık fobisi vardır. Işıklar kararınca Öğretmen bunalmaya başlar, bir yandan da Zehra ile ilişkisini düşünür; nişan yüzüğün ilişkilerinin tüm ulvîliğini maddeleştirdiğini düşünür. Bu esnada film başlar, bir çığlık kopar, sarışın bir kadın beyaz perdede görünür; zaten karanlıktan korkan Öğretmen bunlarla birlikte iyice bunalır.Aşağılık kompleksi onu yine yoklamaktadır.Annesinin anlattığı masallardaki sarışın kadın yine düşüncesine musallat olur.Sevdiği kızın Zehra değil de “bir sarışın kadın” olduğunu düşünerek sinemadan kaçarcasına çıkar.

 

Sinemadan kaçan Öğretmen, Bahribaba Parkı’nda Mahmut adlı bir arabacı ile tanışır, onunla ahbap olurlar. Bir süre sonra yanlarına sarışın bir kadın gelir.Tam sinemadaki sarışın kadını görüp annesinin masalarındaki sarışın kadını hatırladığı ve psikolojik olarak bitkin olduğu bir anda bu karşılaşma onu etkiler.İsmi Adalet olan bu kadına Öğretmen âşık olur, hayallerinin kadınının o olduğunu düşünür.Şüphesiz Adalet için İzmir’e gelmiştir.Onu İzmir’e çağıran itki odur. Daha sonra Öğretmen ile Adalet sevgili olurlar.Bu süreçte Mahmut,Öğretmen’i dolandırır.Öğretmen buna aldırmaz.O bunu da üstünlük kompleksinin etkisi ile yapar,gereken doyumu da kendine göre alır.O Adalet’le hayatına bakar.Ama Adalet gerçekte bir hayat kadınıdır, Öğretmen’in parası bitince onu kapının önüne koyar.Öğretmen’in adalet ile ilişkileri de bir aşağılık duygusu ve aşağılık kompleksi çemberinin etrafında döner.Adeta Öğretmen,kendi cinsel açlığını doyuran bu kadına tapar.Lakin bu sarışın kadın da o sarışın kadın değildir.Adalet’le ilişkisini bitiren Öğretmen,İzmir’de kendisi için her şeyin başladığı otele geri döner.

Sonrasında kasabadan işine son verildiği haberi gelir.Bu haberi ona kasabanın milli eğitim memuru verir.Uzun süredir görevine gelmediğinden ortaya çıkar bu durum.Öğretmen bu haberle iyice yıkılır,beş parasız kalmıştır.Artık aşağılık kompleksini karşılayacak üstünlük kompleksi için parası da yoktur.Kendisine pahalı giysiler alamaz,bol keseden bahşiş veremez kimseye.Sokakta yatıp kalkmaya başlayan Öğretmen, hamallık yaparak karnını doyurmaya çalışır. Artık kendisini iyice aşağılık olarak görür,halini düzeltmeye çalışmaz.Bu yıkımı,bu düşüşü kabullenir.Tütün işine gittiği bir gün, fabrikadan Zehra’nın çıktığını görür. Hamalın biri Zehra’ya sarkıntılık eder. Bu duruma dayanamayan Öğretmen, hamalı iter. Fakat Zehra hamala koşar, onu yerden kaldırır.

Artık hayatında hiçbir dayanak noktası kalmayan Öğretmen’i, Zehra’nın bu hareketi yıkar. Kendisini boğan taşradan kaçan Öğretmen, büyükşehirde de aradığı ferahlığı bulamaz, dünya ona dar gelir.Aşağılık kompleksi ve onu telafi için geliştirdiği üstünlük kompleksi Öğretmen’i artık iyice etkisi altına alır. Bu Öğretmen, esnada denizin çağırışını duyar. Deniz ona enginliğiyle içinde bulunduğu daralmayı sonlandıracak gibi görünür. O da denizin bu çağırışına uyar.Böylelikle Öğretmen,kendisini ölümü ile aşağılık kompleksine iten babasının kaderini yaşar.Bu kompleks yüzünden iyice yalnızlaşan ve topluma yabancılaşan Öğretmen,intihar eder.Yalnız biz bunun ölümle sonuçlanıp sonuçlanmadığını bilemeyiz, sadece tahmin ederiz.Çünkü kitap bu şekilde biter. “Baban gibi sen de kollarımda rahat edeceksin.Ne bekliyorsun?Sappho’nun altın sarısı saçları da bende.’’(BİLBAŞAR 2003: 149).Bu denizin sesidir.Başından beni onu çağıran ses bu sestir.Bu ses, “Denizin Çağırışı’’dır.

 

Anlatıcı romanı oluştururken bilinçaltından yararlanır, geri dönüşler yapar, psikolojiyle alakalı unsurlara yer verir; başkarakterine gündüz düşleri gördürür. Bunun yanında eser birinci ağzından anlatılmıştır, kahraman bakış açısı hakimdir. Roman başkarakterin günlükleri şeklinde yazılmıştır. Bundan dolayı iç monolog tekniği kullanılır. İç monologların havası nadiren verilen diyaloglarla kırılmaya çalışılır.

BULGULAR:

Öğretmen’in sosyal ilişkilerinde, duygusal tecrübelerinde, cinsel yakınlaşmalarında, dilsel kullanımlarında çeşitli şekillerde kendini gösteren aşağılık kompleksi ve üstünlük kompleksi şu romanda aşağıdaki şekillerde iç monolog tarzında görülür:

“…benim gibi beş yıl sapa bir yerde kurulmuş küçük bir kasabada kabuğuna çekilerek vesvese ve korkularıyla baş başa yaşamış,bilmediği bir semanın ve tanımadığı bir denizin maviliğinden şifa aramaya çıkmış,karanlıktan korkan bir insan için ne büyük bir felaket…’’(BİLBAŞAR  2003: 11).Roman böyle bir girişle başlar.Öğretmen İzmir’e rötarlı olarak gece yarısından sonra varmıştır.Karanlık korkusu ile gün yüzüne çıkan aşağılık kompleksi Öğretmen’e görev yaptığı kasabayı hatırlatır.Bu kasabada kompleksin en önemli sebeplerindendir.

İzmir’e gelişini bir yılanın kılış değiştirmesine benzeten Öğretmen,aşağılık kompleksi ile kendini sürüngenler topluluğuna mensup olmaya layık görür:“Ama şunu hemen hatırlatayım ki ben sürüngenler topluluğundan bir adamım.’’(BİLBAŞAR 2003: 12).

“Çocukluğumun bu gülünç kompleksleri bende ikinci bir huy haline geldiği zaman,annem sağ olsaydı,babam hakkında daha çok şeyler sorup öğrenmem kabil olacaktı.’’(BİLBAŞAR 2003 :14).Bunları söyleyen Öğretmen,bu kendindeki kompleksin farkındadır.Bunun bir nedeninin babasının ölümü olduğunu da bilir.

Öğretmen ortalıkta bir hamal göremeyince aşağılık kompleksinin etkisiyle bir hamal görse bile yükünü taşıtmayacağını söyler.Ama sonra bu düşüncesinden vazgeçip bir hamal görse hemen koluna gireceğini düşünür. “ Ben küçük bir kasabadan gelmiş demokrat bir adamdım. Onun koluna girmekle belki de ona bazı hazlar kazandıracaktım.’’(BİLBAŞAR  2003: 15).Diyerek de kendisinin kolunda olmanın bir hamal için büyük bir lütuf olduğunu söyleyerek aşağılık kompleksini üstünlük kompleksi ile telafi eder.

“Bana metelik vermeyen bu adam karşısında küçüldüğümü hissederek ona sesimi işittiremeyeceğimden koktum.’’(BİLBAŞAR 2003: 15).Gecenin ilerleyen saatlerinde karanlık korkusu iyice gün yüzüne çıkan Öğretmen,istasyon şefine soru sormaya çekinir,kendini aşağılık görür.“İçim bir balon gibi boşalırken her yanımdan korku teri sızıyordu.’’(BİLBAŞAR 2003: 15).

“Şüphesiz o beni artık …ilçesinden gelmiş zavallı bir adam sanmayacaktı ve otel katibine,her nasılda kendi otellerine uğramış kibar bir zengin beyden söz açacaktı.’’(BİLBAŞAR  2003: 17).Bir arabaya binip bir otele yerleştiğini hayal eden Öğretmen, üstünlük kompleksinin etkisiyle oda hizmetçisinin katibe ondan zengin bey diye bahsedeceğini düşünür.

Tam da yukarıdaki pasajın devamında Öğretmen kendisindeki bu inişli çıkışlı ruh halinin sebebinin o küçük taşra kasabası olduğundan bahseder: “Ah o ilçe, o küçük kasaba, beni böylesine zavallı yapan orası değil miydi? Belki mayamda bozukluk vardı. Belki de ben gerçekten hasta yaratılmış bir adamdım. Ama hiç kuşkusuz beni hasta ve zavallı yapmakta o kasabanın büyük günahı vardı. Düşündükçe yalnız benim değil, oraya gelen hükümet doktorunun da,savcının da, jandarma komutanının da az zaman sonra kabuk bağladıklarını ve bu kabuk içinde gizli bir derdin yumağını sardıklarını hatırlıyorum. Demek ki kasaba da suçluydu. Onun yıkık kalesinin dişleri arasında çok insanın yaşama hevesleri törpülenmişti.’’(BİLBAŞAR 2003:17).

“Okulun yıkık duvarına bir taş koyduramayan zavallı tüysüz delikanlının mumdan cenneti, mumya suratlı milli eğitim memurunun ve topal kaymakamın uğursuz ellerinde nasıl da eriyivermişti.’’(BİLBAŞAR 2003: 18).


Kasabanın insanları ile anlaşamayan Öğretmen iyice yalnızlaşır ve onlara yabancılaşır:

“Kısacası benim etrafımda bir salyangoz kabuğu pıhtılaştı.Kale dibindeki han odasında, beş numaralı lambanın alevinde her gece eski benliğimin bir parçasını pervanelerle birlikte yaktım ve bu kabuk içine sığabildim.’’(BİLBAŞAR 2003: 19).Kabuğuna çekilmek bir anlamda aşağılık kompleksidir.

İstasyonda beklerken oradan geçen bir arabanın önüne kendini can havliyle atar.Arabada birkaç kişi ve bir polis komiseri vardır.“Oysa bu yardımı kabul etmiş olmakla kendimi küçülmüş buluyor, marazlı korkularıma kızıyordum.Aynı zamanda güçsüzlüğümü ve korkaklığımı sezdiğini sandığım komisere, benim aslında önemli bir kişi olduğumu göstermek arzusuyla yanıyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 20).Bu komisere önce küçülmüş hissetmesi,sonra da ona kendinin önemli biri olduğunu belirtmek arzusu ile yanması,aşağılık kompleksi ve üstünlük kompleksinin göstergesidir.

“Biraz önce bana,komiserin yanında küfreden arabacının şaşkınlığı ve kızgınlığıyla eğlenmek,ondan hıncımı almak amacıyla aynı adresi tekrarladım:
‘Boşluğa…’’’(BİLBAŞAR 2003: 22).Burada da arabacıdan hıncını almak istemesi aşağılık kompleksine işaret eder.

Arabacı bir otelin önünde durur,onu verdiği adrese götürmez.“Kapının üzerinde …Palas adını okudum.
Benim için ‘benim gibi insanlar’ın yatabileceği böyle bir otel seçmiş ve beni verdiğim adrese götürmemiş olmasına mükafaten kabalığını bağışlamayı ve zengin bir efendi olmanın zevkini tatmak için ona büyücek bir bahşiş vermeyi kararlaştırdım.’’(BİlBAŞAR 2003: 23).Arabacının kullandığı bu ‘benim gibi insanların’ yatabileceği otel tabiri Öğretmen’in gururunu kırar.Üstünlük kurmak için yüklü bir bahşiş vermek ister.

Bahşisi verdiğinde arabacının ona minnet duyacağını düşünür.“(…)öyleyken arabacının pişmanlıkla ezilişinden duyacağım hazla içime peşin bir öç alma zevki doluyordu.’’(BİLBAŞAR 2003: 24).Halbuki böyle olmaz,arabacı paraları yere atar.Öğretmen kendini daha da aşağılık hisseder.

“ ‘Bir korku, içimde büyüyor Doktor,’ dedim, ‘beni bir karanlığın istila etmekte olmasından korkuyorum.’ ’’(BİLBAŞAR 2003: 25).Kasabadayken kasaba doktoruna gidişini hatırlar arabadan indiğinde.Aşağılık korkusunun nedeni olarak karanlık korkusu göze çarpar burada.

Otelin katibinin gözlerinde bir alay arar.Arabacının paraları yere atışını gördüğünü düşünür.Aşağılık kompleksi ile ezilirken kendini ilk defa gören bir adama karşı üstünlük kompleksi sergiler: “Gözlerinde küçük bir istihza pırıltısı bile görmediğime emin olunca, arabacıya ücretini verirken yere para düşürdüğümü, sonra gidip onları aramasını rica ettim.(…)iki dakika önce bir arabacı karşısında küçülmüş olduğumu unutuyor(dum).’’(BİLBAŞAR 2003: 27).

“Otelin camlı kapısını saygıyla tutarak bana yol veren kâtibe,daima kendisine hizmet edilen bir adam olduğumu hissettirmek için lüzumsuz bir ilgiyle ta ileride,içinde şoförleri uyuyan taksilere baktım.’’(BİLBAŞAR 2003: 28). Otel kâtibine karşı üstünlük kompleksine devam eder.

Sonra yine aklına kasaba gelir.Kasabada insanlardan kaçışı kibir olarak görülür.Oysa bu kaçış aşağılık kompleksidir “Kaçışım,kibirle,ağırbaşlılıkla yorumlandığından,onlar tarafından hem sevilmez hem de saygı görürdüm.Ne var ki şu otel kâtibinin saygısını her zaman onlarınkine tercih ederim.’’(BİLBAŞAR 2003: 29).

“Efendilik oyununun gülünç bir komedya olduğunu,bana ilkin keten bavulumun buruşuk yüzü hatırlattı.’’(BİLBAŞAR 2003: 30).Otel kâtibinin gösterdiği saygı onda bir özgüven oluşturur.Ama bu odasında bavulu gözüne ilişince son bulur.

Sonrasında bu bavulun kendisinin olduğunu inkar eder.Aşağılık kompleksi ile bir yalan uydurur: “İyi ama bu bavulun benim olduğunu da kim söylemişti?Bu külüstür bavulu,dikkatsiz istasyon hamalları benimkiyle değiştirmemişler miydi?Evet,evet,hiç kuşkusuz böyle olmuştu.Tabi bavul içindeki eşya da başkasına aitti.Ben böyle kaputbezinden yapılmış don gömlek giyecek adam mıydım?’’(BİLBAŞAR 2003: 30).

“(…)her şeyden önce çok titiz bir insan olduğumu,eşyama yabancı bir elin dokunmasıyla vücuduma binbir dikenli ısırganotunun değmesi arasında fark görmediğimi kibar dille açıkladım.’’(BİLBAŞAR 2003: 31).Banyonun yerini tarif eden otel hizmetlisi,eşyalarını taşımak için yardım teklifinde bulununca Öğretmen,temizlik takıntısı sebebi ile buna karşı çıkar.Bu temizlik takıntısı, annesinin temizlikçilik yapmasından dolayı duyduğu aşağılık kompleksi ile alakalıdır.

“(…)yarın otel kâtibine yazdırmak için adresimi verip vermeyeceğimi sordu.Bu soruşta bavulumun buruşuk suratından daha ağır bir ihtar vardı.Otel hademesini kâtip sanacak kadar görgüsüz olduğumu bu adam anlamış olmalıydı.’’(BİLBAŞAR 2003: 31).Burada da aşağılık kompleksi vardır.

Üstünlük kompleksi ile kendini otel kâtibine gazeteci olarak tanıtır:“Kaşlarımı çatmakta devam ederek ona,mesleğimin gazetecilik olduğunu,İstanbul’dan geldiğimi not ettirdim.’’(BİLBAŞAR 2003: 31).

“Düşüncelerime tapan bir adamdım.Onları hiçbir zaman aşağılatamazdım.’’(BİLBAŞAR 2003: 32).Burada aslında aşağılık kompleksini, üstünlük kompleksine çevirdiğini kendisinden duyarız.

“Beş yıldır ağır koşullar altında olduğumu hatırlayınca,bir saattir ipe sapa gelmez garip yalanlar uydurmaktan,böbürlenmekten yorulmuş,hırpalanmış mizacıma bir durgunluk geldi.İçime dayanılmaz bir hüzün doldu.’’(BİLBAŞAR 2003: 33).Tabi ki bu yalanlar üstünlük kompleksi içindir.

Çünkü kendisini aşağılık olarak görür: “Ben her konuda Tanrı’nın yoksun yarattığı ve mutluluk hazlarından mahrum ettiği bir yaratık idim.’’(BİLBAŞAR 2003: 33).

“Bu banyo odasında şüphesiz benden önce kalanlar olmuştu ve gene hiç şüphe yok onların içinde, benim gibi saçma bir insan yer almamıştı.’’(BİLBAŞAR 2003: 34).Banyoda temizlik takıntısı yine gün yüzüne çıkar.

Banyodayken,burada kadınlarla beraber duş alan insanları düşünür.Sonra aklına yine kasaba gelir.“ ‘Bağ’ adı verilen kayısı bahçelerinde,hastalıklı kadınlarla yapılan alemlere katılmayan,hiç kimse tarafından aranıp ziyaret edilmeyen bir insan,kendisinden başkasıyla paylaşmadığı bir yatakta,şüphesiz her akşam başka bir adam olmaya mecburdu.’’(BİLBAŞAR 2003: 37).Aşağılık kompleksi onun cinsel deneyimler yaşamasına da engel olmuştur.

Nihayetinde sabah dışarı çıkmak için odasından çıktığında koridorda sarışın bir kadınla karşılaşır.Bu kadını annesinin masallarda anlattığı sarı saçlı peri kızlarına ve prenseslere benzetir.Ona aşık olur.“Ah ben, gerçekten hizmetçi ruhlu bir adam olmalıydım.Annemin hizmetçilik yıllarından hamla bir hizmetçi ruhu.Ona bir gazeteci olduğumu söyleyecek ve özür dileyecek yerde,hayvan gibi boyun eğen, ‘Peki!’ diyen bir hademe ruhu.’’(BİLBAŞAR 2003: 42).Ne var ki bu kadın onu hizmetçi sanır.Bu sebeple annesini hatırlayan Öğretmen,hem ona sığınır hem de ondan aşağılık duygusu ile utanç duyar.

“Böyle olmasaydı,bu ayna içinde olsun,ona benim hizmetçi olmadığımı ispat edecektim.’’(BİLBAŞAR 2003: 45).Odasında bu aşağılık duygusu devam eder.

“Buruşuk elbiselerim bir usta terzinin elinden çıkmadığı için,ilk fırsatta onlardan kurtulmaya,büyük bir şehrin sağladığı olanaklardan yararlanarak bir efendi gibi giyinmeye karar veriyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 45-46).Giysileri ile kendisini önemli göstermeye çalışmak ister.Aşağılık kompleksi bu şekilde tezahür eder.

Bu esnada, bu duygular içindeyken arkadaşı Hamit gelir.Ona yalan söyler: “Başına gelenlere üzüldüğümü,şüphesiz bu halde beni karşılamaya gelmeyeceğini,esasen buraya yalnız gelmemiş olduğumu,yolda tanıştığım bir genç bayanla geceyi …Palas’ta geçirdiğimi söyledim.’’(BİLBAŞAR 2003: 49).Bu da üstünlük kompleksiyle alakalıdır.

Arkadaşı aracılığı ile bir pansiyona yerleşecek olan Öğretmen,ev sahibesi Pakize Hanım’la tanışır.“Ev sahibesinin bana karşı göstermiş olduğu bu ilgi,oteldeki sarışın kadının layık gördüğü muamaleyi daha da acı bir şekilde hatırlamama sebep oluyor,kederlerimi tazeliyordu.’’(BİLBAŞAR  2003: 55).Bu kadının göstermiş olduğu ilgi onu aşağılık hissettirir.

“Bu davranışta kadının iyi yaradılışının etkisi olmakla birlikte,benim kendisine bıraktığım izlenimleri de hesaba katmak gerekiyordu.Hey gidi beni hademe sanan sarışın kadın!Kulakların çınlasın!’’(BİLBAŞAR 2003: 55).Kadın sayesinde aşağılık duygusu biraz silinir gibi olur.

“Bir gazetecinin,bir otelden memnun kalmamasının tehlikeli bir şey olacağına mim koyarak,sarışın kadına karşı duyduğum hıncı otel kâtibinden çıkarmaya karar verdim.’’(BİLBAŞAR  2003: 58).Eşyalarını almak için otele geri döndüğünde aşağılık kompleksinin etkisi ile otel kâtibine çatar.

“Bir hademeye yakışır çamaşırların benim olduğunu sanmak küstahlığına nasıl cesaret edebilmişti bu herif?’’(BİLBAŞAR 2003: 58).Hizmetli eşyalarını getirdiğinde ise yine yalan söyleyerek üstünlük kompleksi sergiler.

Taşındığı mahalledeki kadınların onu Müdür sanmalarının gururunu okşuyor olması aşağılık kompleksidir.“Şu da var ki mahalle kadınlarının beni Müdür sanmaları gururumu okşamıyor değildi.Bu nedenle yokuştan aşağı doğru kasıla kasıla iniyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 70).

“Hepsi de iyi insanlardı ve bana saygı gösterirlerdi.’’(BİLBAŞAR 2003: 74).Bahribaba Parkı’ndaki dilencilerden gördüğü bu saygı,aşağılık kompleksinin telafisidir.O saygıyı görmek için onların yanına gider.  

“Erkekler,akşamüzeri kapı kapı dolaşan yaşlı dilenciye bile ‘merhaba’ dedikleri halde,ne Pakize Hanım’ın kocası Hasan Efendi’ye ne de bana bu saygıyı göstermiyorlardı.Başlarını çevirip geçiyorlardı.’’(BİLBAŞAR 2003: 75).Saygı bekleyişi aslında hep aşağılık kompleksi yüzündendir.

“Bana karşı yapılan bu saldırının  nedenini çok iyi bildiğim halde içimde büyük bir kızgınlığın kabarmasına engel olamıyor,adımı ’pezevenk’e çıkarmak isteyen şu çocuklarla şu pencere arkasında orospu gibi gülen kadınları, küçüklüğümde anneme kızdığım gibi taş yağmuruna tutmak isteğiyle kıvranıyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 80).Öğretmen içinden çıkamadığı her durumda sık sık annesini hatırlar.Anneye karşı bu aşırı düşkünlük aşağılık kompleksinden kaynaklıdır.Çünkü anneler bizi koşulsuz kabul eder.

“Hedefi çok belli olan bu sataşmalar, küçük düşürme çabaları,bana garip bir zevk de vermiyor değildi.Hayır,beni bu evden kaçırtamayacaklardı.Bir mahalle halkını oyalayacak kadar önemli bir kişi olmak gururumu okşuyordu;bu semtten ayrılmak,bana bir hükümdarın tahtından feragat etmesi kadar ağır geliyordu.’’(BİLBAŞAR 2003: 81).Kendisine yapılan hakaretler, kendisini önemli hissettirdiği için gururunu okşar.

Mahalle kadınları dilencilerden,satıcılardan bile çekinirken Öğretmenden çekinmezler.“Ve o zaman içimde,bu mahalle kadınlarının düşündüğü,hiç olmazsa sezinlediği bir biçimde bir erkek olup olmadığım kuşkusu uyandı.’’(BİLBAŞAR 2003: 83).Bu durum cinsel olarak Öğretmen’i aşağılar.

Bu aşağılık duygusu onu daha beter düşüncelere sevk eder: “Bir kadın eline değmeden geçen, kuru düşlerle kavrulan yirmi beş yıllık bir ömür insanda cinsel organların o paha biçilmez özsuyunu kurutmaya yetmez miydi?’’(BİLBAŞAR 2003: 84).

Bahribaba Parkı’nda sarışın bir kız gören Öğretmen yine annesinin masallarını hatırlar: “ ‘Beni elimi ayağımı bağlayan şey, değişmez bir alın yazısına inanıştı,’diye düşünmeye başladım.’’(BİLBAŞAR 2003: 84).Aslında kendisi de sorunlarının daha derinde olduğunun farkındadır.Babasının intihar fikri onu hep sarsar.

Mahallenin Zehra ile Öğretmen hakkındaki dedikodularına karşı Öğretmen,tüm aile ile gezmeye çıkar. “Bu gidiş içten bir istekten çok gösterişten,hakkımda vardıkları yargılarda yanıldıklarını belirtecek bir gösterişten ibaretti.’’(BİLBAŞAR 2003: 86).

Marultarlası’na giderken tramvayda Zehra’ya sarkıntılık eden genç çocuğa,hiçbir şey yapamayışı kendini aşağılık hissettirir: “Bütün mahalle kadınlarının hakkı vardı:Ben sersemin,iktidarsızın biri idim.Bende erkeklik adına hiçbir şey yoktu.’’(BİLBAŞAR 2003: 89).Aşağılık kompleksine kapılır.

Aklına mahalle kadınlarının hakkında düşündükleri gelince genç çocuğa haddini bildiren Öğretmen,Zehra’nın gözünde kahraman olduğunu düşünür: “Zehra’nın bana bir kahramana bakar gibi tapan bakışlar fırtlattığını,yüzünde annemin yanaklarını hatırlatan mutlu,utangaç bir kırmızılık uçuştuğunu görüyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 90).

Bu üstünlük duygusuyla ölümü bile yenebileceğini düşünen Öğretmen,kendini erkeklik timsali Yunan heykellerine benzetir: “(…)damarlarımda ateşli bir gücün dolaştığı bu anda boğuşan bir Yunan atleti kadar güzelleşmiş olacağımı da düşünüyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 90).

Sonra insanların bu dünyaya ya savaşçı ya da peygamber olarak geldiğini düşünen Öğretmen,kendini yenilgiyi önceden kabullenişi ile peygamber olarak görür: “Bende peygamberlerin kuşku duyan,fakat hiçbir zora karşı direnmeden,yenilgiyi önceden kabullenerek durmadan kaçmıştım.’’(BİLBAŞAR 2003: 91).Burada aşağılık kompleksini ifade eden kullanım,yenilgiyi önceden kabul etmektir.

Marultarlası’ndan döndükten sonra kendine bir elbise diktirmeye karar verir: “Sonra elbise demek,karakter demekti.İnsanın nasıl bir adam olduğunu,ne düşündüğünü elbisenin kıvrımları kadar hiçbir şey yansıtamazdı.’’(BİLBAŞAR 2003: 98).Bu elbise saygı uyandırmalıdır.

“(…)beni kimselerin görmediğine emin olduktan sonra,kendimi yakından inceledim:Yüzüm bu elbise içinde biraz görgüsüz kalıyorsa da kaşlarımın ağır ciddiliği onlara pek uygun düşüyordu.O kadar ki valinin huzuruna çıkmaya kalksam,polis ne istediğimi sormaya çekinir,vali de kapıyı vurmadan girdiğim için beni parti müfettişi sanarak ayağa sıçrar,saygıyla karşılardı.Sonra onun ‘eshabı mesalih’ten olduğumu anladığı zaman şaşırarak birdenbire nasıl kekremsi bir hal alacağını düşünerek gülümsedim.’’(BİLBAŞAR 2003: 10-101). Bu pasajda üstünlük duygusunu kazanmayı ifade etmek amacıyla yazılır.

Tam terziye bahşiş verecekken aklına arabacı gelir: “(…)ayağa kalktı ve beni saygıyla selamladı.Ona elimin ucuyla karşılık vermekle birlikte,hürmetkarlığını hatırı sayılır bir bahşişle mükafatlandırma isteği duydum.Lakin arabacıyı hatırladım.Terslenmekten korkarak yoluma devam ettim.’’(BİLBAŞAR 2003: 101).Aşağılık kompleksi ile terzi tarafından da terslenmekten korkar.

“Bu elbiselerle ne kadar değişmiştim,kendimi ne kadar güçlü hissediyordum.Yoluma çıkan bütün insanların yüzüne,yüksek rütbeli subaylar astlarına,’Hadi selam versene,ne duruyorsun!der gibi nasıl bakarlarsa,öyle bakıyor,beni selamlamalarını istiyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 101).Bu monologlarda elbisenin Öğretmen için ne kadar önemli olduğu görülür.Çünkü elbise ile saygı uyandırmaya çalışır.Onu buna iten sebep aşağılık kompleksinin telafisi olarak üstünlük kompleksidir.

Zehra ile Öğretmen,Öğretmen’in günlüklerine sürekli birbirleri için bir şeyler yazarlar.Ama Zehra’nın cesareti Öğretmen’de yoktur: “Mağrur olan o değil bendim.Hayır,gururda bir asalet vardır.Ben mağrur değil,görgüsüz,kaba,çetrefil,tahammül edilmez bir adamdım.

Coşkun bir pişmanlıkla af dileyen duygularımı,kendimde görmediğim bir alçalma isteğiyle deftere geçirmeye başladım.Artık bu defterin yeni alın yazsısı olduğunu derinden derine almıyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 113).Aşağılık kompleksini ifade eden satırlarıyla Zehra’dan af dileyen bir süre sonra onunla nişanlanır.Velakin nişan yüzüğü,defterdeki temiz duyguları gökten yere indirir,basitleştirir.

Zehra ve ailesi ile sinemaya giden Öğretmen yine çocukluğunu,dolayısıyla annesini hatırlar: “Çocuklarımızın sağlam topraklarını,bir kahkaha tufanı içinde bıraktığımız o masal dünyasının olanaklarını,burada gözyaşıyla hatırlamayan,sonsuzluğun yalnız karanlığa özgü bir şey olduğunu görerek karamsarlıkla erimeyen insan var mıydı?’’(BİLBAŞAR 2003: 122).Bu hatırlayış onda aşağılık duygusu nezaretinde bir karamsarlık getirir.Bunalan Öğretmen yukarda belirtildiği gibi sinemadan kaçar ve Mahmut aracılığı ile Sarı Adalet’le tanışır.

İzmir’e ilk geldiği gece arabacı tarafından aşağılanan Öğretmen,Mahmut’un bir at arabası alma düşüncesine olumlu bakar.“Giderek kapısında arabası olan zengin bir efendinin hazlarını tadabilmek için çılgın bir hevese kapıldım.’’(BİLBAŞAR 2003: 133).Ama Mahmut onu dolandırır.Mahmut nezdinde o arabacıya karşı duyduğu aşağılık duygusu bir yine de bir nebze tatmin olmuştur.

“Falsosunu örtmek,beni yeniden kazanmak için yapılmış bir oyun olduğunu bilmekle beraber,onun dargınlığına dayanamayan ve ayaklarına kapanmak isteyen aşağılık bir duygu göğsümü tırmalıyordu.Yolda durmadan bu duyguyla boğuştum. Onu susturma hırsıyla bu kadının adi bir park yosmasından başka bir şey olmadığını haykırıyordum.’’(BİLBAŞAR 2003: 132).Sarı Adaletle ilişkilerini yansıtan bu pasajda Öğretmen,ona karşı aşağılık duygusu içinde olduğunu kendisine itiraf eder.

Sonrasında bu duyguya dayanamaz: “Kabahatli, sahibinden iltifat bekleyen bir av köpeği gibi,uzaktan uzağa kuyruk sallayarak ona sürtünüyordum.Birdenbire hıçkırarak boynuna atıldım;beni reddetmedi.’’(BİLBAŞAR 2003: 138-139).

Ama parası bitince Sarı Adalet,Öğretmen’e yüz vermez olur.“Eğer gecenin karanlıklarında pusuya yatabilecek kadar cesur olsaydım,belki de hırsızlık edebilirdim.
Artık evde, lüzumsuz bir eşyadan daha aşağılanmıştım.’’(BİLBAŞAR 2003: 139).Öğretmen, durumunun ne kadar aşağılık olduğunu kendisi de ifade eder.

Ve nihayetinde Sarı Adalet,Öğretmen’i kapı dışarı eder.Bir hayat kadını tarafından kovulmak Öğretmen’e çok koyar.Böylelikle Öğretmen aşağılık duygusunun son haddine ulaşır.Bunu kendisi de kabul eder.Artık değerlerini yitirmiştir: “İçten çökmenin gürültüleri arasında,kızgın bir suçlama sesi duyuyordum.Benim yapacağım şeyi onun bana yapmasına izin vermiştim!Köpekleşmiş,aşağılık bir ruhum vardı.İşte köpeğe layık şekilde de sokağa atılmıştım.Belki şimdi o,gene benim gibi bir budalayı aşk oyunlarıyla aldatmaktaydı.’’(BİLBAŞAR 2003: 140)

Rıdvan Şahin
Rıdvan Şahin

SONUÇ:

Kemal Bilbaşar,edebiyat dünyasına öykü ile giriş yapar.İlk öyküsü 1938 yılına yayınlanan ‘Kaza’ adlı öyküsüdür.Sonrasında 1939 yılında ‘Budakoğlu’ adlı öyküsünü yazar.Bu iki öyküsünden sonra ilk romanı ‘Denizin Çağırışı’ yayınlanır.Toplumcu Gerçekçi bir yazar olan Bilbaşar,bu ilk romanında eleştirel geçekçi bir yaklaşımla karanlık ve ölüm korkusu yaşayan, aşağılık kompleksine sahip taşralı bir öğretmenin toplumla yaşadığı uyuşmazlığı ve bunun sonunca intihar edişini anlatır.Eleştirel gerçekçilikten yararlanması,karakterlerine bakışını etkiler.Toplumcu Gerçekçilikteki yüceltici tutum,figür oluşturma çabası bu eserde yoktur.

Kitabın başkarakteri Öğretmen’dir.Bu Öğretmen aşağılık kompleksine sahiptir.Bu kompleksi telafi için sık sık üstünlük kompleksi sergiler.Öğretmenin psikolojisi bu sebeple inişli çıkışlıdır.Ya kendini çaresiz,aşağılık olarak görür ya da kendini herkesten üstün görür.Bu çalışmada aşağılık kompleksine sebep olan durumlar babanın erken ölümü,annenin temizlikçi olması,ailenin ekonomisinin iyi olmaması,Öğretmen’in annesine aşırı düşkün olması ve son olarak Öğretmen’in: “Ah o ilçe, o küçük kasaba, beni böylesine zavallı yapan orası değil miydi? Belki mayamda bozukluk vardı. Belki de ben gerçekten hasta yaratılmış bir adamdım. Ama hiç kuşkusuz beni hasta ve zavallı yapmakta o kasabanın büyük günahı vardı.’’(BİLBAŞAR 2003: 17) diye nitelendirdiği görev yaptığı taşra kasabasıdır.

Alfred Adler’e her birey karakter olarak kendini bütünleyebildiğinde,tamamlayabildiğinde bir kişilik oluşturur.Bu kişilik sayesinde birey toplumla kaynaşabilir.Bu anlamda her bireyin tam olamadığı ya da yetersiz olduğu noktalar vardır.Bu noktalarda birey aşağılık duygusu geliştirir. Bu duyguyu gideren birey mutlu olur.Gideremeyen bireylerde ise bu duygu, aşağılık kompleksine dönüşür. Aşağılık kompleksini gidermek için de kendisini herkesten üstün saymayı ifade eden üstünlük kompleksi ortaya çıkar.

Aşağılık duygusu doğumla başlayıp ölene kadar bireyin kendisinde mevcuttur. Her birey bu duyguyla başa çıkma yolarını ararlar.Başarılı olan bireyler toplumla kaynaşıp ‘birey’ olabilirken başarılı olamayanlar toplumdan kaçış,toplumdan kendini üstün görme davranışı sergilerler.Bu da onların yalnızlaşmasına neden olur.

Denizin Çağrışı’ndaki Öğretmen,taşra kasabasında aşağılık kompleksinin etkisi ile toplumdan kendini izole eder,kendine bir salyangoz kabuğu oluşturur.Bu da onu yalnızlığa itmiştir.Kasabada hiç kimse ile dost olamaz,meclislere katılamaz,kadınları ile bir yakınlık kuramaz.Öğrencilerinin başını bile okşayamaz.Çünkü temizlik takıntısı vardır.Lokantalarında bir kap yemek yiyemez.Annesinin temizlikçi oluşu onda güçlü bir aşağılık kompleksi doğurur.Üstüne üstlük kasaba insanı ve bürokrasi de onun toplumla kaynaşmasına engel olur;onun idealizmini söndürürler.Böyle bir ortamda iyice bunalan Öğretmen,kasaba doktoruna gider.Doktor ona kasabadan uzaklaşmasını tavsiye eder.O da bu tavsiyeye uyarak İzmir’e gitmeye karar verir.Ama İzmir’e gidişinde bilinmez bir çağrının etkisi vardır.Bu çağrı roman boyunca sarışın bir kadının çağrısı gibi gözükür.İzmir’de annesinin anlattığı masalların sarışın kadınını bulacak ve onunla mutlu olacaktır.Halbuki bu çağrı,babasını da çağıran denizin çağrısıdır.İzmir’e gece yarısı inen Öğretmen,karanlık korkusu yüzünden bu şehre ilk elden ısınamaz.Sonrasında arabacı ile olan tatsız münasebeti ve oteldeki sarışın kadının onu ilk önce hizmetçi,sonra da kurye sanması sinirlerini alt üst eder.Oteldeki banyo sahnesi de temizlik takıntısını iyice gün yüzüne çıkarır.Tüm bunlar onda aşağılık kompleksini İzmir’de ortaya çıkarır.Sonrasında bunu telafi için sürekli üstünlük kompleksi geliştirir.Yalan söyler,mesleğinden utanır;kendini gazeteci olarak tanıtır.

Pansiyoner olarak gittiği mahalledeki kadınlar ve çocukların davranışları aşağılık kompleksini tetikler.Kaldığı evin sahibi olan ailenin kızları Zehra,Öğretmen için normalleşmek adına önemli bir şanstır.Ama Öğretmen’in,aşağılık kompleksi ve üstünlük kompleksi arasında git gellerle yorulan psikolojisi buna engel olur.Sarı Adalet adında bir hayat kadınıyla ilişki yaşamaya başlayan Öğretmen,toplum gözünde daha da aşağılık bir konuma düşer.Üstelik kitap iç monologlarla yazıldığı için hem bu noktada hem de romanın genelinde aşağılık kompleksi içinde olduğunu kabul eder.Parası bitince bu kadın tarafından kovulan Öğretmen,uzun süredir görev yerine devam etmediği için meslekten de atılmıştır.Bir süre sonra sokakta yatıp kalkmaya başlar.Bir ara normalleşmek için tek umudu olan Zehra’yı tekrar görür.Ama Zehra ona yüz vermez.Bu durum, Öğretmen için tüm ümitleri bitirir.Bu noktaya bir şekilde dengesini bulmaya çalışan Öğretmen,artık bunu başaramaz.

Edebiyatımızda psikolojik yabancılaşmanın ilk örneği olarak kabul edilen Denizin Çağırışı,bu payesini başkarakteri olan Öğretmen’in yoğun bir aşağılık kompleksi yaşamasına borçludur.Karanlık korkusu,temizlik takıntısı,cinsel ve duygusal deneyimlerindeki başarısızlığı,babasının erken ölümü,annesine düşkünlüğü,taşra kasabası ve onun insanları öğretmeni adım adım yabancılaşmaya götürür.Kasabadaki kendisine bir salyangoz kabuğu oluşturduğunu söyleyen Öğretmen,daha orada yabancılaşmaya başlamıştır.Bu yancılaşma,Öğretmen’i Zebercet gibi,Selim Işık gibi intihara sürükler.Öğretmen’i yabancılaşmaya ve intihara sürükleyen süreç Zebercet’inkine daha yakındır.İki karakterin de cinsel deneyimlerindeki başarısızlığı ve temizlik takıntısı onları yalnızlaştırır.Bununla beraber Doğan Hızlan, Denizin Çağırışı’nı ‘edebiyatımızın ilk tutunmayanı’ kabul eder.(URL3).

Dengesini bulamayan Öğretmen, artık kendisini çağıran sesin,babasını çağıran sesle aynı ses olduğunu anlar.Bu ses denizin sesi,bu çağrı Denizin Çağırışı’dır.

KAYNAKÇA:

ADLER, Alfred,İnsan Tabiatını Tanıma,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,İstanbul,1994.

ADLER, Alfred, Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji, Hayat Yayınları, İstanbul,  2002.

ALGÜL, Ali, Kemal Bilbaşar’ın Denizin Çağırışı Romanına Psikanalitik Açıdan Bir Bakış ,Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi,  Yıl: 11, Sayı: 20, Bahar 2014,s.7-26.

BİLBAŞAR, Kemal,  Kemal Bilbaşar Anlatıyor, Türk Dili, Aralık,1967,  195, 218-219.

BİLBAŞAR, Kemal, Denizin Çağırışı, Can Yayınları, İstanbul, 2003.

DEMİR, Fatih, Kemal Bilbaşar’ın Denizin Çağırışı Romanında Yabancılaşma Olgusu ve Bunun Toplumcu Gerçekçi Anlayışla Bağlantısı, Sosyal Bilimler Dergisi,Yıl:5, Sayı:24, Haziran 2018, s.180-190.

KAHRAMAN, Hasan Bülent, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir, Büke Yayınları, İstanbul, 2000.

KAYA, Elif, Toplumcu Gerçekçi Yazar Kemal Bilbaşar’ın Cemo Adlı Eserinden Yansıyan Anadolu, folklor/edebiyat, cilt:24, sayı:95, 2018/3, s. 241-260.

MORAN, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.

ORWELL, George, Neden Yazıyorum, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2014.

URL1:kompleks: https://sozluk.gov.tr/

URL2: https://www.etimolojiturkce.com/kelime/kompleks

URL3: HIZLAN,Doğan, “Türk Edebiyatının İlk ‘Tutunamayan’ı”, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=162998.

S O N

27.10.2024 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın