ümit yaban

İlk Ümit: Deniz Eldam – Ümit Yaban

04.11.2023 © Novelius Edebiyat - Ümit Yaban

“Yazmak çoğu kez bir çeşit eziyet. Doğru sesi yakalamak, duyguyu doğru aktarabilmek, virgülü, noktayı doğru yere koyabilmek, doğru sonu bulabilmek. Bütün bunları bir araya getirmek çok sancılı bir süreç. Sanırım bu nedenle de doğuma benzetiliyor. Doğum sancıları hep dayanılmaz ve uzadıkça başaramayacakmışsınız hissi veriyor. Böyle zamanlarda bırakmayı ve bir daha kalemi elinize almamayı düşünüyorsunuz.”

DENİZ ELDAM

edebiyat Ah ilk kitaplar, sanki yazandan bir parça kopacak da evrende yıldız gibi parlayacakmışçasına müstesna bir öneme sahiptir. Bu önem hem yazarlar hem de edebiyat tarihi için geçerlidir. Bu heyecana ortağız ve zevkle görünürlüğüne katkı sunmayı kendimize görev addediyoruz.

Ümit Yaban’la “İlk Ümit” Röportaj serisinin on yedinci bölüm konuğu Notos Kitap’tan çıkan Bunu Kimseye Anlatma adlı kitabıyla Yazar Deniz Eldam…

Röportaj: Deniz Eldam – Ümit Yaban

Ümit YABAN: Sayın Deniz ELDAM, ilk kitabınız Bunu Kimseye Anlatma’yı kutlarım, Notos Kitap’tan elimize geçti. Öncelikle merak ettiğim sizsiniz, diye başlar genelde bu röportajlar ama biliyorum ki siz çok zorlanıyorsunuz bu soruda o yüzden size daha kolay bir soru; kitap çıktıktan sonra hayatınızda neler değişti?

Deniz ELDAM: Öncelikle nazik davetiniz için teşekkür ederim. Ayrıca sizin kitabınızın heyecanını da paylaşıyor, çok okunmasını diliyorum. Sorularınızı okuduğumda sizinle anında bağ kurmaya başlamıştım bile. Önemli ve yazar gibi hissettirdiğiniz için teşekkür ederim.

Aslında hayatımda pek bir şey değişmedi, ütüler hâlâ birikiyor, haftada bir tozları almak gerekiyor ve yolda kimse durdurup imza istemiyor😉 Ama içimde bir şeyler değişti ve bu bazen iyi bir hisken çoğunlukla oldukça boğucu. Ya yazıp yazacağım bundan ibaretse, ya artık yazamazsam, ya yazacaklarım önce yazdıklarımdan daha iyi olmazsa… Kitabımın çıkmasıyla üstümden bir yükün kalkacağını düşünürdüm oysa tam tersi oldu ve ilk kitap omuzlarıma ciddi bir sorumluluk yükledi. Daha iyisini yapmalısın. Ve sonrasında yükselen o soru, daha iyisini yapabilecek misin?

deniz eldam
Ümit Yaban, İlk Ümit röportaj serisinin 17. bölümünde Yazar Deniz Eldam’ı ağırlıyor…

Ümit YABAN: Yazma yolculuğu nasıl başladı?  Yolda bir atölye ya da editörden destek aldınız mı? Bu yolculuğa yeni çıkanlar için tavsiyeleriniz nelerdir?

Deniz ELDAM: Bu yolculuğu düşündüğümde şu anda, şurada başladı gibi çok net bir şey hatırlayamıyorum. Kısa, belli belirsiz anlar var, bazen hangisinin daha önce olduğunu bile çıkaramıyorum. Babamın büyük kütüphanesi. Küçükken alt raflarında benim için bulundurduğu harika resimli kitaplar. Bunların yıllar içinde yaşıma göre güncellenmesi. O zamanlar hiç fark etmemiştim ama şimdi düşününce babamın bu kitapları seçmek için hatırı sayılır bir zaman ve bütçe ayırdığını açıkça görebiliyorum. Kütüphaneye sürekli yeni kitapların eklendiğini hatırlıyorum ama hiçbir zaman bana, şunu oku, bu harika bir kitap dememiştir. Sanırım bu konudaki rehberliğini farklı türlerde kitapları hazır bulundurmak ve bunlara ulaşabilmemi mümkün kılmaktan ileriye götürmek istemedi. Kendi branşıyla ilgili kütüphanesinde her zaman çok sayıda sözlüğü olurdu. Lacivert sırtlı İngilizcenden İngilizceye bir sözlüğünü hatırlıyorum, o kadar kalındı ki yerinden bile kımıldatamazdım.

deniz eldam

Okuma koltuğuna oturur onu kucağıma vermesini isterdim, zayıf, çelimsiz bacaklarımın üstünde ağırlığını hissetmekten ve sayfalarını çevirmekten büyük bir keyif aldığımı hatırlıyorum. Sahi o sözlük nerede? Uzun zamandır görmedim onu. Söyleşilerin böyle tuhaf tatlı bir tarafı var, hiç düşünmediğiniz şeyler düşündürtüyorlar. Yarın annemlere gidip o sözlüğü sormalı. Belki kucağıma koyar, bu kez gerçekten biraz okurum. Yazmaya başlamamda babamın kütüphanesinin önemli bir yeri olduğuna inanıyorum. Daha küçük yaşlardan itibaren hep o kütüphanenin bir gün benim olacağını hayal ettim ama raflarından birinde bir gün benim kitabımın yer alacağını hiç düşünmemiştim.

Yazma dürtüsünün kuvvetlenmesi lise yıllarıma denk gelir. Yazdıklarım anlardan, anılara, güncelere dönüştü, sonra üniversite yıllarımda gerçekleri eğip büktüğümü, bazen tanınmaz hale getirdiğimi fark ettim. Resmen kurmaya başlamıştım işte. Artık elimden minik kurmacalar, kurgular çıkıyordu ve sonunda ben öykü yazıyorum deme cesaretini gösterdim.

2019 yılında Notos Atölye’ye kayıt olmamla beraber okumaya ve yazmaya olan bakış açım çok değişti. Atölyeyle beraber daha derin okumalar yaptım ve öykünün geldiği son noktayı çağdaş öykücüleri keşfederek öyküye başka bir yerden bakarak tekrar anlamaya çalıştım. Dosyayı tamamlamam ve olgunlaştırmam üç buçuk yıl kadar sürdü, bir bu kadar öyküyü de çöpe attım. Bir dosya da çöpte var yani ama pişman değilim. İç dökmeler, manifestolar, anılar, süslü cümleler, büyük büyük laflar, o biçim benzetmeler hepsi çöpü boylayınca bayağı özgürleştim. Karakterlerim benden kurtuldu ve gerçekten var olmaya başladılar. Yazarken kendi sesimi kısmayı öğrenince, karakterlerimi duymayı öğrendim. Atölyenin en güzel yanlarından bir de bu zorlu yolda el ele yürüyeceğiniz öyküye gönül vermiş başkalarını bulmanız. Eğer benim gibi çabuk pes etmeye meyilli biriyseniz bu arkadaşlar düştüğünüzde sizi kaldıracak kişiler oluyor. 

Bu yola yeni çıkanlar için tek söyleyebileceğim, kitaplar kitaplardan, yazarlar yazarlardan doğar. Yazabilmek için çok okumak sonrasında da çok yazmak gerekir.

Deniz Eldam’ın kaleminden, Notos Kitap etiketiyle yayımlanan, “Bunu Kimseye Anlatma” eser incelemesi için lütfen tıklayınız…

deniz eldam

Ümit YABAN: “Kadın” bu coğrafyanın en büyük derdi. Kybele’den hemen sonra baş aşağı değer kaybettiğini düşündüğüm kadının her nerede olursa olsun altının çizilmesi, parlatılması beni çok mutlu ediyor. Öncelikle kadın merkezli öyküler için teşekkürler. Neden kadın biraz onu anlatır mısınız?

Deniz ELDAM: Aslında bu bilinçli bir tercih değildi. Hiçbir zaman masaya şimdi bir kadın öyküsü yazayım diye oturmadım.  Kalemimden kadın öyküleri çıktığını da öyküler birikmeye başlayınca fark ettim ve bir süre sonra da buna teslim oldum. Madem öyküler içimdeki o kanaldan geliyordu, madem sürekli kadın sesleri duyuyordum, ben de kendime o kanalı, o yeri, o yarayı, o meseleyi, ismine ne derseniz, kurcalama izni verdim. Burada anlatılmayı, anlaşılmayı bekleyen ne vardı? Kendi kadınlığımı, bana benzeyen, benzemeyen kadınları anlamak, keşfetmek hatta bu kadınları icat etmek adına bir yolculuğa çıktım. İtiraf etmeliyim ki bu yolculuk hiç de eğlenceli değildi, kendi kadınlığım hakkında, öteki kadınlar hakkında neler düşündüğümü bulmak kendimle ilgili ve kendime itiraf edemediğim birçok gerçekle yüzleşmeme sebep oldu ve bu acı vericiydi ama bir o kadar da aydınlatıcıydı. Kendi karanlığıma bakmak, kadının karanlığına bakmak hiç de kolay olmadı. Ve biliyorum ki ben aslında bu karanlığın sadece kıyılarında dolandım, şimdilik bu kadarına cesaret edebildim.

deniz eldam
Deniz ELDAM

Ümit YABAN: Günlük yazma rutininiz var mıydı?  Malum yaşam büyük bir koşuşturma, bu koşturma arasında yazmaya günlük ne kadar zaman ayırabiliyordunuz?

Deniz ELDAM: Yazmak az veya çok hayatımın hep bir parçası oldu. Ama yazmaya eğildiğim ve bunu daha ciddiye aldığım zamanlar evden daha düşük tempoda çalıştığım ve sonrasında da işsiz kaldığım dönemlere denk gelir. Hatta denk gelmez de belki tam da bu nedenlerle günlük düzenimde daha çok yer tutmaya başlar. Kendimle daha çok baş başa kaldığım bu zamanlarda yazmak istediğimi, anlatmak ama daha çok anlamak istediğim şeyler olduğunu fark ettim. Ben yazarak düşünüyordum. Başka kadınları yazarken belli ki kendi varoluşumu anlamaya çalışıyordum.  İçimde öfkeli kadınların sesini duyuyordum mesela peki benim bu kibarlığımın altında acaba öfkeli bir kadın mı vardı? Korkak, temkinli, garantici karakterimi biraz kazırsam cesur bir kadın çıkar mıydı altından. Kendim olamıyorsam karakterlerim cesur olabilir miydi? Görmezden geldiğim, utandığım kendime asla yakıştıramadığım karanlık taraflarımı kucaklamak mümkün müydü? Yazdıkça böyle sorular beliriyordu, bu işsizlik günlerim adeta kendimi keşfetmem için dizayn edilmiş gibiydi, ben de madem işim gücüm yok, işim gücüm yazmak olsun dedim. Gündüzleri saçma sapan ev işleri yaparken (sonradan onlarla da barıştım ve gerçek bir ev kadını olmanın korktuğum, aşağıladığım, beğenmediğim o şey olmadığını anladım.  İçimdeki ev kadınıyla barıştım. Bu başka büyük bir maceranın konusu, belki bir gün onu da anlatırım) geceleri en az üç dört saatimi yazmaya ayırdım. Bu döngü yavaş yavaş daha geç kalkıp daha geç yatmama sebep oldu ve hızla bir baykuşa dönüştüm. Üç yıl boyunca hemen hemen  her gece yazdım. 

Şimdilerde tekrar aktif çalışma hayatına döndüm, bunca zamandır işsizlikten şikâyet eden ben o günlerimi nasıl da özlüyorum. Aklım fikrim hep yazmakta ama yazmaya vakit bulamıyorum.😊 Beni birazcık tanıdıysanız ikinci dosyayı tamamlamaktan ölesiye korktuğum için bunları uydurduğumu çoktan anlamışsınızdır. Yazmak istemek bunu yapabileceğiniz anlamına gelmez, bunun için neleri göze aldığınız ve neleri yapmaya hazır olduğunuz daha önemlidir. Yazmak yalnız yapılan bir eylem ve eğer benim gibi yalnızlıkla ilgili sorunlarınız varsa yandınız demektir.

deniz eldam

Ümit YABAN: Yazmak sizce hastalıklı bir durum mu yoksa terapötik bir yolculuk mu? Siz nasıl başlayıp, kim olarak çıktınız bu yolculuktan?

Deniz ELDAM:  Bu soruya Dorothy Parker’dan bir alıntıyla cevap vereyim.

“I hate writing but I love having written.”

“Yazmaktan nefret ediyorum ama yazmış olmayı seviyorum.”

Sanırım benim içinde durum bu. Yazmak çoğu kez bir çeşit eziyet. Doğru sesi yakalamak, duyguyu doğru aktarabilmek, virgülü, noktayı doğru yere koyabilmek, doğru sonu bulabilmek. Bütün bunları bir araya getirmek çok sancılı bir süreç. Sanırım bu nedenle de doğuma benzetiliyor. Doğum sancıları hep dayanılmaz ve uzadıkça başaramayacakmışsınız hissi veriyor. Böyle zamanlarda bırakmayı ve bir daha kalemi elinize almamayı düşünüyorsunuz. Ama içinizdeki o şey, adını bir türlü koyamadığınız o şey, ki bu şey genelde başka harika yazarları okurken ortaya çıkıyor ve sizi üç gün beş gün en geç on gün sonra yine o masaya oturtuyor.  Bu süreçten ne kadar nefret etseniz de kendinizi yine masanın başında yazarken buluyorsunuz. Ben yazarak düşünüyorum. Bir konuyla ilgili ne düşündüğümü yazarak buluyorum. Karakterlerime benim hiç yapamayacağım şeyler yaptırıp, söyletiyorum. Bu ilk başta eğlenceli gibi görünse de karanlık sulara daldıkça kendimle ve insanlıkla ilgili yüzleşmeler can sıkmaya, utandırmaya, tokatlamaya hatta bazen kendimden nefret etmeye kadar varabiliyor. İçimdeki o karanlık yerlere, icat ettiğim karakterler sayesinde bakma cesaretini gösterebiliyorum ama onları kendimden eksilterek var etmek hiç ama hiç kolay değil. Metin tamamlanıp ortaya çıktığında, ortaya çıkan şeyler gurur duyacağım türden şeyler olmasa da onların varlığını kabul etmem dahi önce kadınlığımı sonra insanlığımı anlamamda önemli adımlar oluyor.    

Ümit YABAN: Bu kadar cesur dili günlük hayatta da kullanıyor musunuz?  Kitabınız hiç eleştirildi mi? Eleştiriler kalbinizi kırıyor mu yoksa geliştirici mi buluyorsunuz?

Deniz ELDAM: Ben korkak, özgüveni düşük, garantici ve kibarlıkta kırılan biriyim. Benim karakterlerim benim olamadığım her şey. Onları tam da bu nedenle icat ettim.  

Kitabımı çok karanlık, depresif ve fazlaca sivri bulanlar, mutlu son sipariş edenler oluyor.  Böyle zamanlarda Picasso’nun mavi dönemi aklıma geliyor, acaba ona da o dönemde yeter artık mavi biraz da başka renkleri kullan diyenler olmuş mudur? 😊 Eleştiriler kalbimi elbette kırıyor çünkü hepsini çok önemsiyorum.

Ümit YABAN: Yeni dosya hazırlığınız var mı? Kitap on beş öyküden oluşuyor, keşke ikinci kitaba saklasaydım bu öykümü dediğiniz bir öykü var mı? 

Deniz ELDAM: Aklım fikrim hep öykülerde, henüz okumadıklarım ve hâlâ yazamadıklarımda. İkinci dosyada şimdilik  altı öykü var, öncekilerden biraz daha uzun öyküler ve hâlâ kadın sesleri duysam da onları susturup başka sesleri duymaya veya anlatmaya çalıştığım öyküler. Bu beni zorluyor aslında, kadın seslerini susturmak yani, sanki kadınlığımla olan derdim hâlâ bitmedi ama bazen başka sesler de duymak gerek. Bir süre daha erkekleri ve çocukları duymaya çalışacağım. İçimdeki erkekleri ve çocukları keşfetmeye devam.

İkinci kitaba sakladığım değil ama birinci kitaba koymaya cesaret edemediğim bir öykü var. Bu kez cesaret edebilecek miyim göreceğiz. Belki de önce bunu yapabilecek bir karakter yaratırım kim bilir.

ümit yaban
Ümit YABAN

Ümit YABAN: Türk ve Dünya Edebiyatından takip ettiğiniz isimler, hayranlık duyduğunuz yazarlar kimler?

Deniz ELDAM: Ustaları saymayacağım, onlar zaten kütüphanemizin hep baş köşesinde. Başka türlü bağ kurduğum çağdaşım yazarları anmak istiyorum burada. Mesela Samanta Schweblin’le çok farklı bir bağ kuruyorum. Bu bağı belki şöyle açıklayabilirim, benim yapmak istediğim şeyi şahane bir şekilde yapıyor ve ben bunu nasıl yaptığını bilmek istiyorum. Öyküyü hücrelerine kadar ayırıp sonra da nasıl bir araya getirdiğini anlamak istiyorum. Bazen bir öyküsünü okuyorum ve şöyle diyorum, bir gün, yeterince okur yeterince yazarsam, buna yakın bir şey ben de yazabilirim. Bu duygu, yazmaya çalışan biri içininanılmaz ateşleyici. Bana bunu hissettiren bir yazar bulunca yazdığı her şeyi defalarca okumak istiyorum.

Olga Tokarczuk’ la da buna benzer farklı bir bağım var. O da sanki içimdeki kadınlardan biri, sesi çok tanıdık. Yazdıklarını okuyunca keşke bunu ben yazsaydım dediğim o kadar çok oluyor ki.

Ayrıca hayatı boyunca sadece öykü yazarak Nobel’i alan Alice Munro’yla da öyküye olan aşkı paylaşıyorum. Ama bu üç yazarı benim için farklı kılan bana yazmayı başarabileceğimi hissettirmeleri.

 Yüzkitap ‘ın yayınladığı çağdaş öykü serisi benim için bir hazine.

Mailey Meloy–  Tek İstediğim Her İkisi Birden

Adam Jhonson  – George Orwell Arkadaşımdı

Claire Keegan – Mavi Tarlalardan Yürü

Joy Williams – İyilik

ClaireVaye Atkins – Nevada

Hentrieta Rose- Innes –  Hep Eve

Ayrıca aynı yolda yürümekten gurur duyduğum, öykülerini hayranlıkla okuduğum birçok öykücü arkadaşım var. Onlardan da çok şey öğreniyorum.

Ümit YABAN: Sorularımla okuyanların hem sizi daha iyi tanıması hem de kendi kafalarındaki soru işaretlerine bu yoldan geçmiş birinden cevap bulmalarını diledim. İkinci kitabınızı heves ile bekliyorum. Gönlünüze, kaleminize layık ömrünüz olsun. Teşekkürler.

“İlk Ümit” Röportaj Serisinin Diğer Bölümleri İçin

Lütfen Tıklayınız…

04.11.2023 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın