10.05.2025 © Novelius Edebiyat - Ümit Yaban
“Yazmaya heves edenler için birkaç tavsiyem olur ama, tamamlayabildiğim bir roman ile kendimi henüz bir yazar gibi hissedemiyorum. Rüştümü ıspatlamış değilim. İnanın bu mütevazılıktan değil, haddimi her zaman bildim. Bu dünyadan Yaşar Kemaller, Attila İlhanlar, Kemal Tahirler geçti. Ama övünmeyi hakettiğim de öyle güzel ifadeler var ki romanımla ilgili, yazın konusunda doğru yolda olduğumu hissettiriyorlar.”
Barış BULUT
Ah ilk kitaplar, sanki yazandan bir parça kopacak da evrende yıldız gibi parlayacakmışçasına müstesna bir öneme sahiptir. Bu önem hem yazarlar hem de edebiyat tarihi için geçerlidir. Bu heyecana ortağız ve zevkle görünürlüğüne katkı sunmayı kendimize görev addediyoruz.
Röportaj: Barış Bulut – Ümit Yaban
Ümit YABAN: Sayın Barış Bulut, ilk kitabınız Ranza‘yı kutlarım, Tilki Kitap’tan elimize geçti, keyifle okuduk, teşekkürler. Öncelikle merak ettiğim sizsiniz, edebiyatla kurduğunuz ilişkiye de değinerek kendinizi tanıtır mısınız? Barış Bulut kimdir?
Barış BULUT: Eskişehir Sivrihisar’da doğdum.
Balıkesir,
Bandırma,
Bursa,
Ankara,
İstanbul,
Diyarbakır (KULP),
Kars (DİGOR),
Kıbrıs,
Kahraman
ve Iğdır’da büyüdDaha ne kadar büyürüm bilmem. Hatta kıyafetleri seneye de giyebilmek için bir beden küçük alacak yaşlara geldik…
Tek bir yerde büyüyemediğim için; Sanayide bir usta, mahallede bakkal, kasap, berberim olamadı hiç. Hiçbir yer için” Buraları eskiden şöyleydi, böyleydi diyemedim” Eskiyemedim hiç bir yerde.
Eşyanın esiri oldum. Taşınmaktan dağılanların yerine yenisini aldım sürekli. Ama, tüm ülkede (Can) tanıdıklarım oldu. Gezgin gibi, insanların dünyanın diğer ucundan görmeye geldikleri yerlerde çalışabildim.
Ufkum açıldı, mutluyum.
Ümit YABAN: Yazma yolculuğu nasıl başladı? Yolda bir atölye ya da editörden destek aldınınız mı? Bu yolculuğa yeni çıkanlar için tavsiyeleriniz nelerdir?
Barış BULUT: En temel ve gerekli şart okumak tabi. Eğitim almadım. Sosyal medyada yazdığım kısa değerlendirmeler, arkadaş çevrem tarafından müthiş ilgi görüyordu. Öyleki, yazdığım bir yazı için, İngiltere’de yaşayan, seslendirme sanatçısı bir arkadaşım arayıp, bu yazıyı seslendirelim ağabey demişti. Diğer bir arkadaşım Hakkari’nin dağlarında görevdeyken arayıp çok etkilendiğini söylemişti. Bu gibi unutamayacağım olumlu geri dönüşler ve yazmam konusunda aldığım telkinler ile, zaten aklımda omurgasını oluşturduğum “Ranza”yı yazmaya böyle başladım. Yazmaya heves edenler için birkaç tavsiyem olur ama, tamamlayabildiğim bir roman ile kendimi henüz bir yazar gibi hissedemiyorum. Rüştümü ıspatlamış değilim. İnanın bu mütevazılıktan değil, haddimi her zaman bildim. Bu dünyadan Yaşar Kemal’ler, Attila İlhanlar, Kemal Tahirler geçti. Ama övünmeyi hakettiğim de öyle güzel ifadeler var ki romanımla ilgili, yazın konusunda doğru yolda olduğumu hissettiriyorlar. Şimdilik yakın çevremden bir çok arkadaşım, dostumun; “ Roman bitmesin istedim”, “Gözlerim doldu taştı” “Çok güldüğüm de oldu” “Yetkin betimlemeler” “Artık ne yazsa altından kalkacağını gösterdin “ gibi yorumları oldu. Eğitim almadığımı söyledim evet. Ama bu konuda dikkat edilecek belli başlı hususları da okudum. Yani eğitim sayılmaz. Ben de usta yazarların tavsiyelerine, tecrübelerine kulak verdim. Mesela spor yapmak için sosyal medya da bir çok beylik sözler vardır ya hani; Tek engel kapının eşiği .. gibi. İnsanı spor yapmaya teşvik eder. Güzel bir motivasyon cümlesi. Tavsiyelerim de bu çizgide olabilir. Birincisi her an ulaşılabilecek bir kalem ve not defteri. Tabi bu eski zaman okuduğum ve uyduğum bir tavsiye olduğu için şimdi hemen sırıttı. Artık cep telefonları bu konularda hiçbir şeye ihtiyaç bırakmıyor. Çünkü akla çok ama çok güzel bir cümle geliyor. O anda bunu not almak lazım. Hemen unutuluyor. Çok başıma geldi. İkincisi tıpkı spor için söylenen tek engel kapının eşiği sözündeki gibi, yazmak için de, tek değil ama en zor engel ilk cümle. Aklımda sayfalar dolusu cümle varken, nasıl başlayacağımı bilemediğimden aylarca yazamadığım oldu. İlk cümle benim için son derece önemli. Sonrası ise kendiliğinden akıyor. Zannetmiyorum ki tüm yazarlar, yazdıkları kitap sanki akıllarında ve ezberlerinde de, sadece kağıda döküyorlar. Değil, kendiliğinden geliyor gerisi gerçekten.

Ümit YABAN: Yaşanmışlıklar, gözlemlediklerimiz, iç dünyamız yazdıklarımızın bel kemiği olsa da sizin yazarken ilham kaynaklarınız, hikayelerinizin temelini oluşturan unsurlar nelerdir?
Barış BULUT: Aslında dünyada 30 yaş ve üstü kaç insan varsa o kadar kitap konusu vardır. (Açıklamaya gerek var mı bilemiyorum, ortalama otuz yaş bir yaşanmışlık öyküsü sayılabilir diye düşündüm). Ama ilham gerçekten öyle bir şey ki, davetsiz misafir gibi, habersiz geliyor. Her an elimizin altında bir not defteri olması gerekliliği de bunun ispatı. Ve nedense bana hep habersiz geliyor. En can alıcı örneğim, kapının eşiğini aşabilip (!) spora gittiğim günlerden birinde, koşu bandında aklıma yazacak bir şeyler geldi. Bandı durdurup, aklıma gelenleri telefonumun not defterine yazdıktan sonra koşmaya devam etmiştim. Bazen de çalışma odamda bilgisayarımı açıp, kahvemi alıp, hafif müziğimi açtıktan sonra yazmak için ilham perimi davet ediyorum. Yok! Gelmiyor. Bilgisayarı kapatıp işlerime bakıyorum ben de. Haberli gelmiyor gerçekten. Ranza; başlı başına aklımda oluşturup, besleyip büyüttüğüm bir hikayeydi. Ama diğer kısa yazılarım için temel ögeler; çok emek verdiğim bir konuda başarılı olmak, çok sevdiğim birini. Kaybetmek, çok uzun süren bir süreçten çıkmak gibi beni mutlaka duygusal olarak tetikleyen konular. Yani bana bir konu verdiğinde yazacağım kompozisyon yaşanmışlıklarımdan çıkan yazılar gibi olmayacaktır diye düşünüyorum. Bir de sadece okumak değil, çok film izlemenin de katkısı büyük. Bir cümleye, ifade şekline hayran olmak için okunana gerek yok, duymak da bende aynı etkiyi yaratıyor. Mesela bir filmde duyduğum bir önerme beni çok etkilemişse filmi durdurup cümleyi not alıyorum. Ve o cümleyi kullanabilmek için yazdığım yazıda ortam yaratarak, o cümleyi (belki biraz değiştirerek ) kullanabileceğim seviyeye getiriyorum. Altını üstünü kendim dolduruyorum yani. Bu cümle hırsızlığı sayılmaz değil mi ))

Ümit YABAN: Yazım süreciniz belirli bir disiplin veya ritüel çerçevesinde mi ilerliyor? Yazar tıkanıklığını aşmak için benimsediğiniz özel yöntemler var mı?
Barış BULUT: Üstad kabul edilen yazarların tavsiyeleri bu yönde. Yani disiplin şart. Yazacak bir şey bulamadığında, balkona çıkıp gördüklerini yazmalısın, ama genel prensip mutlaka her gün yazmalısın şeklinde. Maalesef tek hobim, işim yazmak olmadığı için uzun süreler ara verebiliyorum.

Ümit YABAN: Kitabınızın genel teması nedir? Temayı oluştururken bilinçli bir şekilde mi hareket ettiniz yoksa yazım sürecinde kendiliğinden mi ortaya çıktı?
Barış BULUT: Kitabımın genel teması bir ortaokul çocuğunun evden ayrılış öyküsü. Bu öykü, kısa süren bocalamanın ardından edinilen iki küçük dost, sadık bir sokak köpeği ve okulun en zekisi tombiş bir kızın ekibe katılımıyla taçlanıyor. Evi gittikçe flulaşırken, pansiyon netleşmeye başlıyor. “İlk cümle” etkisini sonuna kadar hissettiğim bir roman oldu bu. Yani nasıl başlayacağımı aylarca düşünmüştüm. Onu başardıktan sonra üç yüz yirmi sekiz sayfa kendiliğinden aktı. Kesinlikle kitabın alt başlıklarını konu sırasına göre belirleyerek içlerini doldurmadım. Aslında bu da kitap yazma dersleriyle çelişen bir konu. Eğitimler önce omurganın oturtulmasını söylüyor.
Ümit YABAN: Kitabınızı bitiren birinin aklında en çok hangi soruların veya duyguların kalmasını isterdiniz?
Barış BULUT: Kalemine çok güvendiğim bir büyüğümden değerlendirme yapmasını istedim. Çok uzun bir değerlendirme yazısı ile dönüş yaptı. Ve romanın en can alıcı yeri, doruk noktası, beni etkileyen vb. cümlelerle, benim akılda kalıcı olmasını umduğum birkaç cümleyi yazdığını görmek beni çok mutlu etti. Özellikle benim akılda kalıcı olmasını umduğum tek bir cümlem yok ama, şu cümlemi beğendiğimi ifade edebilirim; ….Yüzüne yerleştirdiği gülümseme, öğretmenin ve Kenan Ağabey’in kırdığı küçük kalbini saklamak için acemice takındığı bir maskeydi…ve yıllar geçtikçe, kalp kırıklıklarımızı kapatmaya çalıştığımız bu sırıtan eğreti maskeler, kimse kalbimizi kıramasın diye kuşanacağımız çelik yeleklere evrilecekti. Aslında soru değil de, duygu olarak benim beklentim insanların sıcak bir mahalle dizisi tadı almaları. Bizimkiler dizisi vardı. Hiç entrika olmayan, hepimize yakın sıradan bir ailede kendimizi bulmak çok keyifliydi. Nitekim konu bakımından değil ama, zihinde, Süper Baba, İkinci Bahar dizileri gibi bir tat kalmasını çok isterim.

Ümit YABAN: Kitabınızı yazarken ve yayımlarken aldığınız en değerli tavsiye ne oldu?
Barış BULUT: Bitene kadar kimseye okutmadığım için yazım konusunda tavsiye almadım. Basım konusunda ön sözde bahsettiğim eniştem Feridun Çil’in büyük desteğini gördüm. Ama bunlar tecrübe aktarımı yapabilecek konular değildi.
Ümit YABAN: Yeni dosya hazırlığınız var mı? İlk kitap tecrübesini yaşamış biri olarak, ikinci dosya hazırlığında mutlaka buna dikkat edeceğim dediğiniz başlıklar neler?
Barış BULUT: Kitap sonunda bir zaman atlaması var. Ozan’ın gelecekteki halinden kısa bir kesit. Bu zaman aralığını doldurmayı düşünüyorum. Nitekim bu yolda otuz kırk sayfalık bir mesafe kat ettim. Dikkat edeceğim ilk konu acele etmemek. Diğer romanımı da elimden geldiğince demlendirdim aslında. Ama yine de daha yavaş olmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Diğeri ise daha uzun bir roman yazacağım. Yani dört yüz sayfadan az olmamalı. Ama olmasını sağlamak için en çok ısrarcı olacağım konu, ilk kitap röportajları ile çok keyifli bir çizgisi olan Novelius edebiyata gidip ikinci kitabım hakkında da konuşma fırsatı sağlamak olacak. Çok teşekkür ederim. Başarılarınızın artarak devamını dilerim.
Ümit YABAN: Sorularımla okuyanların hem sizi daha iyi tanıması hem de kendi kafalarındaki soru işaretlerine bu yoldan geçmiş birinden cevap bulmalarını diledim. İkinci kitabınızı heves ile bekliyorum. Gönlünüze, kaleminize layık ömrünüz olsun. Teşekkürler.
“İlk Ümit” Röportaj Serisinin Diğer Bölümleri İçin
10.05.2025 © Novelius Edebiyat

