İlk Ümit: Ayşe Hicret Aydoğan – Ümit Yaban

30.03.2024 © Novelius Edebiyat - Ümit Yaban

“Edebiyatın uçsuz bucaksız olmasını seviyorum. Sürekli öğrenme, gelişme vadediyor. Adanmışlık talep ediyor. Bir şey olmalı bizi yaşama bağlayan. O şey yoksa nasıl dayanılır bilmiyorum. Anlam bulmak zorundayız. Atalet hâli ruh dengemizi bozan bir şey. Bu sebeple de kendimizi adadığımız, bizi heyecanlandıran, sabah uyanmamızı sağlayan bir şey olmalı.”

AYŞE HİCRET AYDOĞAN

novelius Ah ilk kitaplar, sanki yazandan bir parça kopacak da evrende yıldız gibi parlayacakmışçasına müstesna bir öneme sahiptir. Bu önem hem yazarlar hem de edebiyat tarihi için geçerlidir. Bu heyecana ortağız ve zevkle görünürlüğüne katkı sunmayı kendimize görev addediyoruz.

Röportaj: Ayşe Hicret Aydoğan – Ümit Yaban

Ümit YABAN: Sayın Ayşe Hicret Aydoğan ilk kitabınız Mozart’ın Nasırlı Elleri’ni kutlarım. Hece Yayınları’ndan elimize geçti. Klişelerden uzak bitişlerle çarpıcı öyküler okuduk, tebrik ederim. Öncelikle merak ettiğim sizsiniz, edebiyatla kurduğunuz ilişkiye de değinerek kendinizi tanıtır mısınız? Ayşe Hicret Aydoğan kimdir?

Ayşe Hicret AYDOĞAN: Ümit Hanım çok teşekkür ederim. İsminizle müsemma bir yolculuğun üzerine sizinle konuşmak çok kıymetli. Novelius Edebiyat ailesi ile bu yolda omuz omuza olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.

Kitap son aşama tabii, bu sebeple edebiyata dair konuşmak benim de her zaman öncelikli tercihim oluyor. Edebiyatın benim hayatımda şifacı bir rolü var. Yazmaya büyük bir heyecan ve istekle başlamadan önce bir şeyi gönülden istemenin, emek vermenin hayatımızı değiştireceğini bilmiyordum. Yolu yürüdükçe daha iyi anlıyor insan; şans ya da nasip, ne dersek diyelim adına, sen istemeden seni bulmuyor. Ne zaman kendime, çalışmalarıma güvenmeye başladım o zaman yaşam genişledi, ferahladı. Birden, sanki çevremdeki herkes hedeflerime giden yolun genişlemesi için ellerimden tuttu.

Yaşamın insandan beklediği kilit kavramlardan biri emek, bir diğeri merak duygusu diye düşünüyorum.

Okumaya küçük yaşlarda başladım. “Bunun güzelliğiyle büyümüşüm,” diyebiliyorum şimdi dönüp baktığımda. Hayal gücünüzü geliştirmesi, kelime dağarcığınızı genişletmesi ve belki de en önemlisi zihninizin gizli odalarına metaforlar yerleştirmesi bakımından okumayı çok önemsiyorum.

Önce okumak şifa oldu bana. Tek bir tür okumuyoruz sonuçta. Şiirin, öykünün, romanın bakış açımıza katkısı ayrı, kişisel gelişim, psikoloji, sosyoloji okumalarının bakış açımızı değiştirme gücü ayrı. Disiplinler arası okumayı da bu sebeple önemsiyorum. En son, yazmak kendiliğinden bir yol buluyor kendine. İyileşmeye devam ediyorsunuz, yara almaya devam ettiğiniz gibi.

Edebiyatın uçsuz bucaksız olmasını seviyorum. Sürekli öğrenme, gelişme vadediyor. Adanmışlık talep ediyor. Bir şey olmalı bizi yaşama bağlayan. O şey yoksa nasıl dayanılır bilmiyorum. Anlam bulmak zorundayız. Atalet hâli ruh dengemizi bozan bir şey. Bu sebeple de kendimizi adadığımız, bizi heyecanlandıran, sabah uyanmamızı sağlayan bir şey olmalı. Ez cümle, edebiyat ve müzik benim için bir özgürlük alanı, dayanma hâli, başkaldırı aracı; merak ettiğim, heves duyduğum bir alan. Merak, öğrenme iştahı getirir. Flaubert’ın tanımına atıfla söyleyelim, aşk kadar güçlü bir duygudur merak.

Ümit YABAN: Yazma yolculuğu nasıl başladı? Yolda bir atölye ya da editörden destek aldınınız mı? Bu yolculuğa yeni çıkanlar için tavsiyeleriniz nelerdir?

Ayşe Hicret AYDOĞAN: Edebiyat hayatımın içinde hep vardı. Bu sebeple hep söylerim, “Edebiyatın içine doğdum.” diye. Kitapların evin baş köşesinde durduğu, yazarların gelip gittiği bir evde büyümenin büyük bir şans olduğunun farkındayım. Bu durumun en güzel yanının emek vermeden olmadığını görmek, bunu içselleştirerek yola çıkmak olduğunu düşünüyorum.

Hece Yayınları ile çalışıyordum zaten. Bir toplantıda Ahmet Sait Akçay ile tanıştık ve öyküye yönlendim. Öykü okumayı seviyordum ama tekniklerine hâkim değildim. Atölyeye katılmadım ama öyle bir eğitim sürecinden geçtim demek doğru olur. Ahmet Sait Akçay’ın üzerimdeki emeği çok büyüktür. Bilgisini esirgemedi; mükemmeliyetçi yönümü törpülemeseydi şu an Mozart’ın Nasırlı Elleri yayımlanmış olmazdı. Herhangi bir konuda öğrenci yetiştirmenin önemine de değinmiş olalım.

Klişe gibi gelen ama önemini yeterince kavrayamadığımız konulardan biri doğru okuma, nitelikli okuma, derin okuma. Adına birçok şey söyleyebiliriz. Bu da ayrı bir çalışma, atölye, eğitim konusu aslında.

Kitap inceleme ya da kitap tanıtım yazılarının çok etkili olduğunu düşünüyorum. Sabitfikir, Hece ve Heceöykü dergilerinde uzun zamandır düzenli olarak yazıyorum. Okuma sürecinize büyük bir katkısı oluyor. Muhakeme becerinizi, düşünme sürecinizi, yazma becerinizi farklı bir noktaya taşıyor. Bunun dışında metafor avcısı olmak gerektiği kanaatindeyim. Bunun için de belgesel, dizi, film izlemek; sözlük okumak, özellikle etimolojiden faydalanmak gerektiğini tecrübe ettim. Yani hayatınızın edebiyatla birlikte olması gerekiyor. ‘Özel hayatın, iş hayatının yoğunluğuna rağmen edebiyatla ilgileniyorum,’ değil; ‘tüm yaşamım edebiyatla birlikte’ diyebilmek gerekiyor. Rağmenler girince işin içine, istemediğimiz hâlde yaptığımız bir edimmiş gibi algılıyoruz. Oysa edebiyat yaşamın kendisi.

Ümit Yaban, İlk Ümit röportaj serisinin 27. bölümünde Yazar Ayşe Hicret Aydoğan’ı ağırlıyor…

Ümit YABAN: Yazım ve yayınevi bulma safhalarında zorluklarla karşılaştınız mı? Kitabınızı raflarda gördüğünüz o ilk ân neler hissettiniz?

Ayşe Hicret AYDOĞAN: Herkesin deneyimi farklı tabii bu yolda. Ben zorlanmadım, uzun bir çalışma sürecinden sonra kitap fikri doğdu çünkü. Dosyam kendiliğinden oluşmuş oldu. Yayınevim de her zaman destek oldu. Hece Yayınları köklü bir yayınevi. Kendileriyle çalışmaktan onur duyuyorum. Hece bir okul oldu benim için. Söyleşilerinde, toplantılarında her bir yazarından, editöründen çok fazla bilgi alma şansım oldu. Hâlâ bu şekilde. Kısa süre bile orada bulunmanız yeterli oluyor. Kitaplardan, çevirilerden, sinemadan, tiyatrodan, konserlerden vb. sanatla ilgili her türlü konuda ayrı ayrı donanıma sahip insanlarla çevriliyor dört bir yanınız. Burada da yukarıda değindiğimiz merak konusu devreye giriyor. Elimde mutlaka not defteri oluyor ki konusu geçen her yazarı, kitabı, bilgiyi not alabileyim. Hece’nin bir akademi olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla.

Mozart’ın Nasırlı Elleri kaybettiğim babama ithaf ettiğim bir kitap. Edebiyat konusunda ilk hocam babamdır. Bu denli kötü hissedeceğimi düşünmemiştim kitap çıkıncaya kadar. Çok ağladım. Belki hiç bu kadar içten hiçbir şey için ağlamamışımdır. Onayına, düşüncelerine, gururla gözlerime bakışına ihtiyacım olan tek insanın görememiş olması canımı yaktı. Nasip değilmiş. Benim için yalnızca bir ilk kitap heyecanı olmaması bu sebepledir. Ne yazarsam yazayım bundan sonra Mozart’ın Nasırlı Elleri’nin yeri hep ayrı olacak. Onda büyük bir boşluk duygusu var çünkü, çaresizlik var.

Ümit YABAN: Günlük yazma rutininiz var mıydı? Malum yaşam büyük bir koşuşturma, bu koşturma arasında yazmaya günlük ne kadar zaman ayırabiliyordunuz?

Ayşe Hicret AYDOĞAN: Bir yazma rutinim yok aslında Ümit Hanım. Yazma değil ama okuma rutinim var. Bu, yazmadan önce de böyleydi. Disiplinli, planlı, programlı bir yapım var. Başarı odaklı bir insanım. Bunları karakter olarak sağlam bir şekilde yaşamıma adapte edebilmem de edebiyat sayesinde oldu zaten. İş hayatım da oldukça yoğun. Ancak bunlara rağmen değil, bunlarla birlikte yazıyorum, okuyorum. Keyifli hâle getiriyorum zihnimde. İç seslerimi değiştirdim tamamen zamanla. “Şu yazıyı yazmam lazım, şu kitabı okumak zorundayım,” ya da “Şunu yapmam gerekiyor,” gibi cümleler kurmuyorum. “Yazmak benim evim,” diyordu Elizabeth Gilbert. Mutlu, huzurlu hissettiğiniz bir evde uzun saatler zaman geçirmek istersiniz, benim için de edebiyat böyle.

Okuma rutinime bağlı kaldığım sürece yazmak kendiliğinden kolaylaşıyor. Gün içerisinde mutlaka notlar almış oluyorum. Sonrasında bir öyküye, bir metnime giriyor bunlar.

Ayşe Hicret AYDOĞAN

Ümit YABAN: Yazmak sizce hastalıklı bir durum mu yoksa terapötik bir yolculuk mu? Siz nasıl başlayıp, kim olarak çıktınız bu yolculuktan?

Ayşe Hicret AYDOĞAN: Önceden yazmak için ya da sanatla ilgilenmek için melankolik bir ruh hâline sahip olmak gerektiğini düşünürdüm. Ancak zamanla öyle olmadığını gördüm. Kendimi tanıdıkça daha kolay açılır oldu zihnim. Nereye gitmek istediğimi biliyorum. Ne olmak ya da olmamak istediğimi de biliyorum. Yazmanın büyüsüne odaklıyım artık. Umut kavramını önemsiyorum. Dengeli olmayı da. Ne her şeyden ümidimi kesecek kadar mutsuzum ne de aşırı mutlu olacak bir sebep arıyorum. Karakterler de bu düşüncelerden doğmuyor mu? Dengesiz olan her şey bir çatışma unsuru evet ama yazar olarak kendi özel hayatımda o dengesizliğe tahammülüm yok artık. Bu sebeple kurgulayabilmek, deneyimlerle beslenen yeni bir atmosfer oluşturmak iyi hissettiriyor bana.

Ayşe Hicret AYDOĞAN
Ayşe Hicret AYDOĞAN

Ümit YABAN: Her ne kadar öykülerinizde acılar, kayıplar, yaslar ve yaralar olsa da içinde hep bir umut, kendi yalnızlığından güç, şifa alan karakterler görüyoruz. Siz kendinizden mi yola çıktınız? Her düştüğünde kalkan güçlü kadınlardan mısınız?

Ayşe Hicret AYDOĞAN: Çok şükür ki öyleyim. Bu kişilik yapısıyla da ilgili, yetiştirilmenizle de ilgili elbette. Büyük acılar yaşamamayı umuyorum elbette ama yalnızca ölümün çaresi yok. Ben hep yeniden kalkmayı, dirilmeyi, iyi olmayı, umut aşılamayı tercih ediyorum. Bozmayı değil uzlaştırmayı seviyorum.

Sevmediklerime değil sevdiklerime odaklanıyorum. Bunca acının, zorluğun içinde inatla güzellikleri görmeyi tercih ediyorum. Gülümsemek, güzel bir söz söylemek hayat kadar zor değil.

Kendime yatırım yapıyorum ki çevreme de katkım olsun. Düşmek diye bir şey yok bence, kalkmamak var. Kolay olanı tercih edeceksek yol uzar da uzar. Bir kıymeti kalmaz. En önemlisi kendinle gurur duyabiliyor musun; hep bir kavga hâlinde misin; bir eli tutmayı başarabiliyor musun? Zaman zaman ve hatta sık sık kendime sorarım bunları. Kalbinle biliyor oluyorsun yanıtı.

Kadın konusunda sizinle konuşmak da ayrıca değerli. Kitabınızla kadınlara güçlü bir rol model işaret ettiniz. Güçlü olmak zorunda olan değil içsel olarak güçlü insanlar olmalıyız. Ve umarım bir gün güçlü insanlar yetiştirecek duruma gelirim. Hedeflerimden biri bu. Bu sebeple “güçlü kadın” değil “güçlü insan” demeyi tercih ediyorum. Erkeklerin de bunu hedeflemesi gerekmiyor mu? Davranışlarının sorumluluğunu alabilen, ılımlı, dengeli, olgun, kararlı, sebatkâr ve daha birçok haslete hep birlikte haiz olmamız lazım.

Ümit YABAN: Kitaba ismini veren öykünüzü mü kendinize en yakın hissediyorsunuz? Sizden, anılarınızdan bir parça taşıyan öykü var mı?

Ayşe Hicret AYDOĞAN: Her öykünün ayrı bir hikâyesi, ayrı bir yeri var elbette. Anılarımdan bir parça taşıyan öykü Beyaz Mendil isimli öykü. Her öykü hem bana çok yakın hem benden bir o kadar uzak. Anlatıcı ekseninde bakıyorum öykülere. Yaşanmış ya da yaşanmamış olması neyi değiştirecek, değil mi? Birçok insan yaşamış olabilir aynı duyguları, aynı olayları, aynı temaları. Yazmış da olabilir. Benim için önemli olan üslup, özgün olabilmek. Buna ulaşabilmek için çalışmaya devam edeceğim.

ümit yaban
Ümit YABAN

Ümit YABAN: Türk ve Dünya Edebiyatından takip ettiğiniz isimler, hayranlık duyduğunuz yazarlar kimler?

Ayşe Hicret AYDOĞAN: Öncelikle belirtmeliyim ki, hayranlık mesafeli durduğum bir ifade. Yolu aydınlık kılan; sanatıyla, azmiyle bir hedefi işaret eden yazarlar olarak görüyorum. Önce esinleniyorsunuz tabii. Onlar gibi yazmaya çalışıyorsunuz. Kendi dilinizi buldukça o yazarları da farklı bir gözle okuma imkânı buluyorsunuz.

Ümit YABAN: Sorularımla okuyanların hem sizi daha iyi tanıması hem de kendi kafalarındaki soru işaretlerine bu yoldan geçmiş birinden cevap bulmalarını diledim. İkinci kitabınızı heves ile bekliyorum. Gönlünüze, kaleminize layık ömrünüz olsun. Teşekkürler.

Ayşe Hicret AYDOĞAN: Ümit Hanım yollarımızın edebiyat vasıtasıyla kesişmesinden büyük mutluluk duyuyorum. Mozart’ın Nasırlı Elleri üzerine yorumlarınız ve bu güzel söyleşi için Novelius ailesine ve size çok teşekkür ederim.

“İlk Ümit” Röportaj Serisinin Diğer Bölümleri İçin

Lütfen Tıklayınız…

30.03.2024 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın