2024 Edebiyat Soruşturması –  Bölüm 25 – Hatice Tezer Asan

24.12.2024 © Novelius Edebiyat

Yayına Hazırlayan: Mehmet BAHÇECİ

25. Bölüm: Hatice Tezer Asan

edebiyat Editörün Notu: 2024 Yılı Edebiyat Soruşturmamızda, edebiyatın yükünü sırtlanmış birbirinden değerli isimleri ağırlıyoruz. Konuklarımıza az sayıda ve net sorular yöneltmeye gayret ettik. Edebiyatseverler için faydalı olması temennisiyle...

Soru 1:

2024 Yılında yerli ve yabancı pek çok eser okurlarla buluştu. Yeni çıkan kitapları takip edebildiniz mi? İçlerinden okuduklarınız ve beğendikleriniz var mı? Düşüncelerinizi kısaca paylaşır mısınız?

Cevap 1:

İnsanlık birikimi, sürekli güncellenen, devinen, biriken eserleriyle bir okuyucu açısından her daim okyanustur ve ne kadar çok esere erişirsek erişelim okuyabildiğimiz eserler, bu okyanusta bir damlaya erişmek gibidir. 2024 yılında da edebiyat sahasında gerek yerli gerek yabancı eserlerin içinde ulaşabildiğimiz, edinebildiğimiz, özümseyerek okuyabildiğimiz eser sayısı işte bu sonsuz ummanda minicik bir su damlasını içmek gibi.

İnsan ömrünün evren ve insanlık kültürü karşısındaki kısacık serüveninde sanırım en çok okuyamadığımız ve okuyamayacağımız eserler, izleyemeyeceğimiz filmler uhde olarak kalacak içimizde, ömrümüz nihayete erip sonsuza yürüdüğümüzde.

İşte bu duygularla 2024 yılının edebiyat alanında kendim dünyam açısından analizini yaptığımda yerli ve yabancı pek çok yeni eserin ve dolayısıyla yeni nefes ve yaşamların hayatıma konuk olduğunu söyleyebilirim.

Uzmanlık sahamın temelini oluşturan Foucault eserlerinin Türkçe’ye kazandırılma hızının bu yıl yükseliş içinde olduğunu görmek benim için sevindiriciydi. Genç çevirmen arkadaşlarımızın özellikle yabancı eserleri dilimize kazandırıyor olmaları eşsiz bir hizmet kültürel dünyamız için. Michel Foucault’un Büyük Yabancı (Dil, Delilik ve Edebiyat Üstüne Konuşmaları), Pastoral Yönetimden Neoliberal Siyasete (Foucault’un Siyaset Felsefesi), Sermayenin Doğası: Foucault’dan Sonra Marx, Bir Aile Cinayeti gibi eserlerin yanı sıra İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’nca Foucault eserlerinin özellikle Öznellik ve Hakikat, Hakikat Cesareti, Biyopolitikanın Doğuşu gibi kült eserlerinin yeni yayınları, bu sahaya ilgi duyan okuyucular için mutluluk verici oldu.

Eylül ayında yayınlanan ve Osmanlı Arşiv belgeleri ışığında Türk Kurtuluş Mücadelesi’nin nasıl doğduğunu da anlamak açısından kaleme alınan ve bence tarih alanına çok değerli bir katkı sunan “Beş Yıl Süren Esaret” kitabı, İstanbul’un fiilî ve resmî işgal döneminde Müttefik kuvvetlerin faaliyetleri, özellikle günlük hayatta; İstanbul’daki resmî kurumlara ve İstanbul’un yerleşik halkına karşı olan tutumları, şehrin maruz kaldığı beş yıllık esaret döneminde yaşananlara ışık tutmakta. Tarihimizden ders almak ve Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği özgürlük mücadelesinin nasıl koşullarda doğduğunu anlamak açısından okuyucuların bu eşsiz araştırmayı okuması gerekir. Değerli araştırmacı yazarlar Şeyma Şahin ve Fatma Afyoncu’nun emeklerine sağlık. Tarihe ilgi duyanlar için 2024 yılında Marie Favereau’nun “Moğollar Dünyayı Nasıl Değiştirdi” eseri de artık dilimizde yayınlanmış durumda. Tarihi günceleri sevdiğim için Bizans güncelerinden “Iustinianus’un Sarayı’nın Gözünden Hunlar, Bulgarlar, Gotlar” kitabı  da 4-6. Yüzyılları anlamak açısından çok kıymetli bir kazanımdı.

2023’ün son demlerinde yayına çıkan Japon yazar Osamu Dazai’nin “İnsanlığımı Yitirirken” kitabı modernizm ve toplum eleştirisi açısından muhakkak okunması gereken bir eser kanımca. Bireyin günümüz toplumlarında yalnızlığını, varoluşsal sancılarını, dışlanmışlık hissini, toplumsal ahlak eleştirisini sınırsız mutsuzluk kuyusu içinde çarpıcı ve şok edici bir şekilde ele alan bu eser, aslında günümüz insanının çoğulluk içindeki derin yalnızlığını, nihilizmimizi suratımıza fena halde çarpıyor. Sanırım her modern dünya insanı biraz kendini bulacaktır bu eserde. Öte yandan özellikle genç evlatlarımızda maskelenmiş buhranları, mutsuzluk hallerini ve çaresizlik duygularını da algılamak açısından etkileyici bir otobiyografi Dazai’nin eseri.

Dazai denince bir başka Japon yazar Yukio Mişima’nın “Denizi Yitiren Denizci” eseri de şiddet ve kötülük kavramını çarpıcı bir şekilde anlatmakta. İnsanın “iyi ve kötü” dengesinde zaman zaman uç noktalara nasıl kayabileceğini anlamak açısından bu sene Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” kitabını da yeniden analiz ederek okuyunca; insan varoluşuna dair sorgularım daha da ayrıntılanmış oldu.  Bu eserler aynı zamanda insanlığın iyiliği ve kötülüğünü de izlemek açısından bir yapı taşı daha oluşturdu zihnimin dehlizlerinde. İyilik ve kötülük dengesinden bahsederken Jean Baudrillad’ın  eşsiz eseri “Kötülüğün Şeffaflığı”nı da anmadan geçmemeliyim. Baudrillard, özellikle bu yıl içinde ülkemizde sokak hayvanları üzerinden dönen can pazarlığının da aslında altında devinen kötülüğü hissettiriyor bizlere bu eserinde. Zira bu kitap;  insanın ve insanlar arası ilişkilerin yok oluşuna bir ağıt, bir çığlık durumunda.

2024 yılı okumalarım kişisel hayatımda aslında tam bir Elisabeth Kübler-Ross yılı oldu diyebilirim. Yas duygusunun hem dünyada hem de -kişisel kayıplarımız bağlamında- hayatımızdaki etkileri düşünüldüğünde; yaşama tutunabilmek, yaslarımızla başa çıkabilmek, yaşamaya değer yeni anlamlar üretebilmek için Elisabeth Kübler Ross eşsiz bir birikim sunuyor bize eserleriyle. “Ölümden Sonra Yaşam, Ölüm ve Ölme Üzerine, Yaşam Dersleri” eserleri, yas duygusunu anlama, “niçin yaşıyorum” sorusuna hakkını verecek kişisel yanıtlar bulma ve yeniden ayağa kalma gücünü tekrar tekrar oluşturma açısından çok kıymetli eserler. Yas konusunda değerli Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu’nun kaleminden “Yas Uzun Bir Veda” eseri de başucu eserimdir. Hablemitoğlu derin bir yas sürecinin içinden bizzat geçmiş biri olarak yası “Yas, kaybettiğimiz sevdiklerimize içimizde bir yer açmaktır; onları içimize sığdırmak için kendimizi büyütmektir.” sözüyle tanımlarken aynı zamanda yaşamda kalabilme yolları hususunda eşsiz bir yol açıyor okurlara.

İnsanlığın sonu olmayan anlam arayışı içerisinde özellikle Karma Felsefesi, Antik İnançlar, Şamanizm, Regresyon konularındaki eserler açısından da 2024 verimli bir yıl diyebilirim. Değerli hocamız Prof. Dr. Kürşad Demirci’nin olağanüstü bir emekle biriktirdiği araştırma ve analizlerinin ürünü olan kitabı “Antik İnançların İzinde (Mezopotamya’da Mitler ve Ritüeller) eseri günümüzde doğru kabul ettiğimiz inançlarımızı sorgulamamamızdan, insanlığın dünyayı anlamlandırma çabalarının izlerini sürmeye kadar müthiş bir seyahat sundu bana. Bu eserle geçmiş senelerde okuduğum ve yine eşsiz bir birikim ürünü olan Mircea Eliade’nin “Şamanizm” kitabını da yeniden gözden geçirme isteği duydum. Bu yılın son çeyreğinde maalesef ebediyete uğurladığımız Muazzez İlmiye Çığ’ın “Ortadoğu Uygarlık Mirası, Uygarlığın Kökeni Sümerler, Kuran İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni” eserlerini de kitaplığımdan tekrar elime alıp Son Sümer Kraliçemizi de saygıyla andım.

Donna Jackson Nakazawa’nın “Kesintiye Uğrayan Çocukluk, hali hazırda okumaya devam ettiğim kitabım. Bu kitabın izlerinde bir diğer okumalar da  Prof. Dr. Franz Ruppert’in kaleminden “Travma, Bağlanma ve Aile Konstelasyonları”, Jung’ın bilinçötesi analizlerinin yöntemini veren “Rüyalar”, Susan Froward ve Craig Buck’ın kaleminden “Zor Bir Ailede Büyümek Geçmişi Onarmanın ve Hayatını Geri Kazanmanın Yolları” eserleri olmalı. Zira bu eserler, insanın kendini, geçmişini, aile hayatını, çocukluğunu anlaması ve yaralarını onarması açısından eşsiz eserler konumundalar. İster psikoloji alanında çalışan uzman arkadaşların ister kendini tanıma sahasında tüm okuyucuların bu eserlerden kazanımlarının derin ve etkileyici olduğu düşüncesindeyim. İnsanı anlamak kendini anlamaktan geçiyor, bu nedenle de kendimizi anlama yolculuğunda bu çalışmaların katkılarını görmek olası.

2023’ün son çeyreğinde kitaplığıma dahil ettiğim Clarissa Pinkola Estes’in eseri “Kurtlarla Koşan Kadınlar” Jungcu Psikanalizm bağlamında “kadın” kavramına tarihi perspektif içinde eşsiz bir analiz süreci sağlıyor. Mitler, masallar, efsanelerden yola çıkarak kadın arketiplerinin analizlerini gözler önüne seren bu eserin yirmi yılı aşan bir çalışmanın ürünü olduğunu da belirtirsek ne kadar değerli olduğunu anlatmak için yeni kelimelere ihtiyacımız kalmaz. Muhakkak okunmalı dediğim eserler arasına ismini yazdıran bir eserdir Estes’in kalemi.

Yerli edebiyat sahamızda Fatih Çavuş’un eseri “Taşların Öteki Hikayesi” tarihi okuma tadında farklı yaşamlar ve insan hikayeleri üzerinden hem yakın tarihimizin sokaklarında bizi gezdiriyor hem de aynı zamanda bizden çok sonralara kalan (ancak onlar da sonsuz olmayan) mezar taşları üzerinden nice hırs, servet, şöhret çabalarının zaman karşısında tükenişe mahkumluğunu sorgulatıyor. Zamanın yok edemediği hikayeler üzerinden tükenen hikayeleri kulağımıza fısıldayan değerli bir yapıt. Ulaş Tanrıkul’un “Ağaç Mitolojisi Ritüeller, İnançlar, Mitler” eseri yerli yazınımız içinde 2024 yılında mutlaka hakkında konuşulması gereken bir başka eser bana göre. Ağaç metaforu üzerinden dünyayı anlamlandırma maceramızı, korkularımızı, umutlarımızı mitolojik ezgilerle anlatan bu eser bana göre yılın en değerli eserlerinden biri konumundadır.

Distopya hususunda bu yıl geç keşfettiğim üç eser ise Hillary Jordan’ın “Uyandığında”, Ernest Callenbach’ın “Ekotopya” ve Katharine Burdekin’in “Swastika Geceleri”. Distopya severler için bu üç eser çok kıymetli. 1984, Cesur Yeni Dünya, Ütopya kitaplarını okuyanlar bu eserleri de severek okuyacaklardır. Distopik dünya anlatımı aslında adı konulmamış bir şekilde günümüz dünyasının içinde bulunduğu distopyayı da anlamak açısından çok anlamlı. Aslında distopya eserlerinin çoğu dile getirilmeyen fakat yaşanan toplumsal gerçekleri de gözler önüne çırılçıplak seren eserler.

Yaşamın üç farklı döneminde okunmalı tavsiyeleri ile 2024 yılı, Dünya Klasiklerini de yeniden okuduğum bir yıl oldu. Özellikle kişisel aşkım Tolstoy ve Dostoyevski başta olmak üzere klasikleri orta yaş gözünden okurken gençlik yıllarımdaki okumalarımda kaçırdığım pek çok ayrıntıyı ve tadı keşfettiğimi ifade etmem gerekir. Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” sı insanlığın kült eseri olarak hem okuduğum hem de sesli olarak dinleme tecrübesini de kattığım bir eser oldu. Jack London’ın eşsiz eseri “Martin Eden”ını yeni yayınlar ve çevirilerden tekrar okuduğumda kitap, yeni keşifler sağladı hayatıma. Hemingway eserlerini de bu okumaların arasına kattığım bir seneydi 2024.

 

Egeli olmanın getirdiği bir özlemle Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerini özledikçe tekrar okuduğum 2024 yılı içerisinde “Mavi Sürgün, Anadolu Efsaneleri, Aganta Burina Burinata, Merhaba Anadolu, Altıncı Kıta Akdeniz, Hey Koca Yurt, Deniz Gurbetçileri” eserleri her okuduğumda Ege ve Akdeniz’in eşsiz yakamozlarının, dingin maviliğinin, hırçın dalgalarının tadını taşıdı ruhuma. Özlemle andım Balıkçı’yı.

İzmir Kemeraltı ve Karşıyaka’ya ne zaman yolum düşse muhakkak uğradığım İş Bankası Yayınları’nı da anmadan geçemem. İş Bankası Yayınları ulus kültürümüze her sene yeni eserler katarak bizi mutlandırıyor. Bu sene de hem çeviri yeni eserler hem de yerli yazınla beni çok mutlu ettiklerini belirtmeliyim. İş Bankası Yayınları’ndan bu sene Jack London’dan “Yol”, Melih Duygulu’dan “Cumhuriyet ve Müzik”, Luke Russel’dan “Kötülük”, Saime İnal Savi’den “Hindistan’da Okuyan İlk Türk Öğrencinin Mektupları”, Sevgili Leyla Erbil’den “Hallaç”, İrene Nemirovsky’den “Yanılgı”, Desmond Morris’ten “Sürrealistlerin Hayatları”, Mark Twain’den “Adem ve Havva’nın Günlükleri” şu anda aklıma gelen ve tat alarak okuduğum eserler.

Özel Eğitim ve Otizm ile ilgilenen uzmanlar, araştırmacılar ve ebeveynler içinse bu sene alanyazın dünyamıza kazandırılan ve cep kitapçığı şeklinde olup da kocaman değeri içinde barındıran bir diğer kitap ise Uta Frith’in “Otizm” kitabı. Hala bilinmezlikler barındıran Otizm sahasında bilimsel yeni bulgular eşiğinde tanının ve özel gereksinimli bireylerin ihtiyaçlarının izlerinin sürüldüğü bu eser özellikle özel eğitimci arkadaşlar tarafından muhakkak okunmalı.

Ülkemiz okuma ve yazma konusunda yüksek verim içermiyor maalesef. Ancak bu gerçeklik içinde çok ilginç bulduğum bir diğer husus; insanımızın kişisel gelişim kitaplarına olan düşkünlüğü. Bu sene hali hazırda harıl harıl çok satan listesinde yer alan bir eser de Pierre Franckh’ın “Rezonans Kanunu” kitabı. Çevremde pek çok okuyucunun elinde görmekteyim bu eseri. Bu kitap aslında son dönemde kitlesel merak sınırları içinde yükselen karma, enerji, kuantum, doğal frekans konuları üzerinden şekillenmiş bir eser. Gündelik okumalar arasında pozitif düşünce, kişisel gelişimimize odaklanma, etki-tepki ağı içinde olumlu düşünmeye odaklanma konularında teşvik edici olabilir elbette. Ancak “bilimsel araştırmalara” göre başlayan cümleler eğer o araştırmaların hangileri olduğuna atıfta bulunmadan geçip gidiyorsa o eserlere ben biraz -bilimsel değer atfetme hususunda- eleştirel bakıyorum.

Bu yıl kitaplığımıza değerli bilgilerle dahil olan bir diğer eser ise Joseph Ledoux’un “Bilincin Tarihi: İnsan Beyninin Gelişiminin 4 Milyar Yıllık Hikayesi”. Ledoux, aslında nörobilim profesörü. Bu eserinde milyonlarca yıl önceki atalarımızla aramızdaki benzerliklere yeni bir perspektiften bakan Profesör Joseph Ledoux, canlılığın tarihini başlangıcından bu yana önümüze seriyor ve hayvanlardaki sinir sistemlerinin nasıl oluştuğu, beynin nasıl geliştiği ve insan olmanın ne anlama geldiği gibi sorulara yanıtlar veriyor. Bunu yaparken de aynı zamanda Antik Yunan’dan bu yana tekrarlanan bilincimizin bizi diğer canlılardan ne ölçüde farklı kıldığının da izlerini sürüyor. Moleküler kökenlerinden bilinçli varlıklar olmanın ne anlama geldiği noktasına kadar bu kitap hayatın evrimine çok şaşırtıcı bir pencereden bakıyor. Bilincin evrimi anlamak için ilgi çekici bir eser. Bilinçten bahsetmişken Peter Wohlleben’in “Ağaçların Gizli Yaşamı” eserini de anmak isterim. Peter Wohlleben, “Ağaçların Gizli Yaşamı”’nda bilimsel araştırmalara dayanarak, ağaçların aileler gibi çocuklarıyla yaşadıklarını, onlarla haberleştiklerini, hasta olanlarla besin kaynaklarını paylaşarak onları desteklediklerini ve hatta yaklaşan tehlikeler konusunda onları uyardıklarını anlatıyor. Wohlleben aynı zamanda gözlemlediği müthiş yaşam döngülerinden bahsederek ağaçların sahip olduğu bilinç hususunda şaşırtıcı analizler sunuyor okuyuculara. Bu iki eserden bahsedince Marian Stamp Dawkins’in “Hayvanların Sessiz Dünyası” eserini de anmamak olmaz. Nitekim bu eserde de hayvanların bilişsel dünyasının izlerini sürmek mümkün. Hümanizm felsefesinin modern çağa hakim olan “insan bilinci” kutsanmışlığını sorgulamak açısından bu üç eser birbirini tamamlayacak etkilerle, “bilinç” kavramını tüm canlılar açısından sorgulama şansı veriyor bizlere.

Bu yıl dünyada içimizi yakan, insanlık adına birden çok utanmamıza neden olan pek çok olaya tanık olduk maalesef. Bunlardan biri de Lübnan’ın Filistin’le birlikte yaşadığı saldırılardı. İnsanın insana yaptığı zulmün sonu bu sene de gelmedi. Sevgili Fairuz’u çok sık dinledim bu sene. Onun limon çiçeği esintileri taşıyan sesinde Ortadoğu’nun çığlığı gizli bana göre. Fairuz, ısrarla terk etmediği yurdunda Beyrut’a gelecek baharı bir asırdır beklemekte. İç savaşlar, İsrail saldırıları ve terör. Bize çok tanıdık değil mi aslında yaşadıkları. Yüreğim Gazze ve Beyrut için yanarken Nizar Kabbani’nin kaleminden “Ben Beyrut” eserini okuma şansım oldu. Kabbani, Lübnan ve Beyrut sokaklarında bizi gezdirirken; özgürlüğün kaybedilmesi hususunda da etkileyici tanıklığı ile uyarılarda bulunuyor eserinde. Kitabın bir yerinde yer alan şu cümleler oldukça vurucu: “Sen kim olduğuna karar veremediğin zaman, senin kim olduğuna başkası karar verecektir. Sen kendini yönetemediğin zaman, başkası seni yönetecektir.
Sen gemini yürütemediğin zaman, korsanlar ve çapulcular onu yürütecektir.”
Bu vesilyle Sevgili Beyrut’a, Canım Fairuz’a ve Filistin’e yürekten selam göndererek bir gün barış çiçeklerinin açtığı, adil bir dünya diliyorum dünya halklarına.

Bu metni yazarken aklıma gelmeyen ancak hayatıma eşsiz dokunuşlar bırakan 2024 yılının diğer kitaplarından özür dilemeyi borç biliyorum. Bu sözünü ettiğim eserlerin dışında Novelius Edebiyat başta olmak üzere, zorlu ekonomik koşullarda bin bir emekle yayın hayatına devam eden “Yedi İklim, Hece, Kafa, Kafka Okur, Varlık, Karıncafil” gibi dergilerimizde hikayeleri ile hayatıma konuk olan Türk yazarlara da ayrıca şükran borcum bulunmaktadır.

 

Soru 2:

2024 Yılını okuma ve yazma anlamında nasıl geçirdiniz? Kendinize ve projelerinize vakit ayırabildiniz mi? Bize 2024 yılı panoramanızı çizer misiniz?

Cevap 2:

Ne kadar çok okursam okuyayım her zaman okuyamadıklarımın daha fazla kaldığı senelerden biriydi 2024. İlgi sahama giren kitaplar, makaleler, araştırma yazıları başta olmak üzere mümkün olduğunca çok kitabı ve eseri hayatıma dahil etme uğraşım bu sene de sürdü. Bu uğraş sanırım hayatımın en kıymetli uğraşı aynı zamanda.

Uzmanlık sahama giren psikoloji eserleri başta olmak üzere yeni bilim sahaları, anlayış ve yöntemler üzerinden de insanı ve hayatı anlama savaşıma yardım eden pek çok yeni eser ve yeni yazarla da selamlaşma fırsatım oldu.

Daha çok bilimsel makaleler ile Türk alanyazınına katkıda bulunduğum göz önüne alınırsa dahil olduğum seminer, kongre, oturumlar aracılığıyla psikoloji ve özel eğitim sahasında yeni araştırma ve analizler içeren makalelerimle ürettiğim bir sene oldu diyebilirim. Ancak bundan daha ötesi kendimi “amatör” olarak nitelediğim edebiyat sahasında üç hikayemin yayınlanması, bu sene için bana eşsiz bir hediye oldu. Böylece bir şeyler anlatma savaşı içerisinde değerli Türk edebiyatçılarına da nezaketle selamımı vermiş olmanın kıvancını yaşadım.

Soru 3:

Türk Edebiyatı mı, Türkçe Edebiyat mı? Türkiyeli Edebiyatı mı?.. 2024’te de ısıtılıp önümüze konulan bu kavram kargaşası hakkındaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız? Nedir doğrusu?

Cevap 3:

Sümerlerden bu yana yazı dilinin keşfi ile insanlık, kültürel mirasını sonraki kuşaklara çok daha fazla bırakabilme şansını kendinde bulmuştur. Dolayısıyla yazının bana göre ırklar ötesi, milletler ötesi değeri bulunmaktadır. Bu nedenle bu kavram karmaşasına girmeden yazım sahasında üretimin devam etmesinin önemli olduğunu düşünmekteyim. Öte yandan Türkçe dili kullanılarak yaratılan kültürel eserlere “Türk, Türkçe, Türkiyeli” denmesinin çok ötesinde kıymet veriyorum. Zira düşünme sahamızın sınırlarını dil çizmektedir. Türkçe yazı dili kullanılarak üretilen her eser, rahatça, anlayarak ve çoğunlukla da keyif alarak okuma şansı verecektir bana. Zira insan en rahat anadilinde okumalara hakim olarak okuma yapmaktadır. Dolayısıyla Türkçe anadilinde kaleme alınmış her eser benim nazarımda kıymetlidir ve Türk halkının kültürel birikimine katkı sunmaktadır.

Öte yandan zorlu şartlarda yayınlarına devam eden yayınevleri, yazarlar ve basılı yayınların da bu mücadelelerinde başarılı olabilmeleri için desteğe ihtiyaçları var. Hem devlet nezdinde hem de halk nezdinde bu uğraşların görülmesi ve desteklenmesi gerekiyor. Yaşayan edebiyat çınarlarımızın okuma ve yazma hususunda daha görünür olmaları, teşvikte bulunmaları da motivasyonumuzu Türk edebiyatı açısından güçlendirecektir.

Hatice Tezer Asan

Soru 4:

Son on yılda yayımlanan verilere baktığımızda, kitap okumak, ihtiyaçlar hiyerarşimizin 235. sırasında kendine yer bulabilmiş. Ülkemizde kitap okumaya ayrılan vaktin günlük ortalama 5 dakika ile sınırlı olduğunu da düşünürsek, çıkan sonuca hiç de şaşırmamalı.

Gelelim sorularımıza…

Kitaba ve okumaya olan talebin bu denli kısır, entelektüel beğenilerin de bu denli diplerde olduğu bir ülkede “yazma” motivasyonunuzu nasıl koruyorsunuz?

Yayımlanmayacağını, kimsenin okumayacağını bilseniz de yine de yazar mıydınız?

Cevap 4:

Bu soruya aslında hayata ve yaşamaya ne anlam yüklediğinizle yanıt verebilirsiniz. Ülkemiz Ortadoğu sınırında sıkıntıları, problemleri, siyasi kavgaları, ekonomik yorgunlukları bitmeyen bir coğrafyada. Kimi zaman hepimizi çok mutsuz eden olaylar silsilesine maruz kalıyoruz. Ancak burası bizim evimiz, vatanımız. Asıl daha zoru ise maalesef bitmek bilmez bir cehaletle mücadele etmek zorunda kalışımız. Her şeyi bildiğini düşünen ve buna inanan cehaletle mücadele etmek kolay değil. Cemil Meriç’in Türk aydınlarına dair analizleri geliyor bunları yazarken aklıma. “Türk aydını yangından kaçar gibi uzaklaşıyor yurdundan.” diyor ya Sevgili Meriç, işe tam da bugün Türk aydınına çok daha fazla görev düşüyor insanımızı ve gençlerimizi düşünmeye sevk edebilmek için.

Yaşamın gürültüsünden kaçtığım yer olmuştur benim için kitaplar ve yazmak. Çocukluğumdan, ilk kitap okumaya başladığım andan itibaren hayatıma dahil olan bu sığınak, yıllar içinde o dahil olduğu yeri daima korudu. Opera izlerken insan sesinin muazzam yaratıları karşısında duyduğum hayranlığın tam olarak aynısı diyebilirim yeni ve akıl almaz derecede ustalıklı yeni anlatımlarla karşılaştığımda ve yazdıktan sonra aklımın ürettiği cümlelerin okuduğumda yaşadığım his.

Bu nedenle okumak ve yazmak nerede, hangi coğrafyada ve hangi koşullarda olursam olayım aslında zamana meydan okuyan en değerli hazine benim için.

Soru 5:

Daha nitelikli bir edebiyat ortamının oluşması adına yeni yılda (yayınevi-yazar-okur üçgeninde) neler yapılmalı? Ve 2025 Yılından beklentileriniz nelerdir?

Cevap 5:

Daha nitelikli bir edebiyat ortamının oluşması adına yeni yılda (yayınevi-yazar-okur üçgeninde) aslında en başta gençlerimizin, evlatlarımızın okuma ve yazma konusunda motive edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Teknoloji bağımlılığı kıskacında gençlerimiz maalesef okuma ve yazma hususunda çok istekli değiller.

 

Soruşturma Ana Ekranına Dönmek İçin Lütfen Tıklayınız…

24.12.2024 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın