20.12.2024 © Novelius Edebiyat
Yayına Hazırlayan: Mehmet BAHÇECİ
21. Bölüm: Başar Yılmaz
Editörün Notu: 2024 Yılı Edebiyat Soruşturmamızda, edebiyatın yükünü sırtlanmış birbirinden değerli isimleri ağırlıyoruz. Konuklarımıza az sayıda ve net sorular yöneltmeye gayret ettik. Edebiyatseverler için faydalı olması temennisiyle...
Soru 1:
2024 Yılında yerli ve yabancı pek çok eser okurlarla buluştu. Yeni çıkan kitapları takip edebildiniz mi? İçlerinden okuduklarınız ve beğendikleriniz var mı? Düşüncelerinizi kısaca paylaşır mısınız?
Cevap 1:
Mümkün mertebe bir okuma planı ile ilerlemek istesem de bu pek mümkün olmuyor. Bunun başlıca nedeni de yeni çıkan kitaplar. Takip ettiğim veya merak ettiğim bir yazarın kitabı çıktığında buna kayıtsız kalamıyorum. Bazen yeni çıkan bir kitabın kapağını açarken kütüphanemde 3 yıldır bekleyen başka bir kitapla göz göze geliyoruz. Böyle anlarda ince bir mahcubiyet olmuyor değil.
2024 yılı yerli ve çeviri eserlerde yoğun üretimin olduğu bir sene oldu. Mümkün olduğunca takip ettim.
Metis Yayınları’ndaki basımı 2023’ün sonuna tekabül etse de okurlar nezdinde 2024 kitaplarına dâhil edebileceğimiz Marilynne Robinson’un Evlerden Uzak romanı (Çevirmen: Birgül Oğuz) benim için bu senenin öne çıkan eserlerinden biri oldu. Kurgusunda bellek kavramı üzerinden işlemeye başlayan düzenek, doğanın bir karakter olarak metne yön verişi, aileye dair gerçekçi bakış açısı gibi pek çok etmen bu roman ile güçlü bir bağ kurmamı sağladı. Kendi kendime şu soruyu sordurttu: Sıradanlık içinde bir aldatmaca mı, sıra dışı bir gerçek mi?
Vacilando Kitap etiketi ile yayımlanan Emin Efendi (Muzaffer Hacıhasanoğlu) romanı da benim için farklı yönlerden 2024 yılının anmadan geçemeyeceğim kitaplarından. Yarım asır önce Cumhuriyet Gazetesi’nde tefrika halinde yayımlanan bu eser ilk kez kitap halinde okura ulaştı; bunu oldukça önemsiyorum. Dönemin birçok toplumcu yazarından farklı olarak idealize edilmemiş bir karakterin hikâyesini anlatırken, intibak edememenin, yönsüz olmanın fotoğrafını okura doğru bir açıdan verebilmesi ile çok kıymetli buldum Hacıhasanoğlu’nun Emin Efendi’sini.
1942 yılında yayımlanan fakat yazarı Sandor Marai’nin ölümünden sonra keşfedilip birçok dile çevrildiğini öğrendiğim Mumlar Sonuna Kadar Yanar romanı da bu sene okuduklarım arasında öne çıkıyor. YKY tarafından Esen Tezel çevirisi ile ilk kez bu yıl Türkçe ’ye çevrildi bildiğim kadarıyla. Daha önce çevirisi yapılmışsa da baskıların tükenmiş olabileceğini tahmin ediyorum. Öncelikle kitabın çevirisini çok beğendiğimi söyleyebilirim. Çok iyi kurgulanmış bir yüzleşme hikâyesi. Karakterler derinlikli ve özenle inşa edilmiş. Sonuna kadar okura eşlik eden gerilimin tansiyon seviyesi titizlikle ayarlanmış. Dil, kurgu, atmosfer ve karakter inşasının bu denli dengeli biçimde gözetildiği metinler okurun damağında ayrı bir tat bırakıyor bana göre.
Mahal Edebiyat’tan çıkan Ahmet Karadağ’ın Dirlik Düzenlik Apartmanı, bir apartman üzerinden sunduğu Türkiye panoraması, metnin içine ustaca yerleştirilmiş ironik dili, öyküler arasındaki zincir ve genel atmosfer kurulumu itibariyle benim adıma bu senenin kıymetli öykü kitaplarından.
Yılın son çeyreğinde Hakan Sarıpolat’ın Şehri Terk Eden’ini de (Can Yayınları) okuma fırsatı buldum. Sarıpolat’ın ilk kitabı Cıs’ı da zevkle okumuştum. Temiz bir dile sahip, meseleleri olan, distopik veya büyülü gerçekçi kurgu kası güçlü bir yazar Sarıpolat. Bu yeni öykü kitabında da aynı tadı almakla birlikte yazarın, karakter türlerini ve coğrafyasını da genişlettiğini fark ettim.
2023 yılının sonlarına doğru raflara gelip bu yıl okuduğum ve anmak istediğim birkaç kitap daha var:
Dersler/ Ian McEwan (Çev: Lâle Akalın-YKY), Kaçırdıklarımız/ Adam Phillips (Çev:Selin Saral- Metis), Sakar / Alexandre Seurat (Çev: Nesrin Tuna Demiryontan- Metis)

Soru 2:
2024 Yılını okuma ve yazma anlamında nasıl geçirdiniz? Kendinize ve projelerinize vakit ayırabildiniz mi? Bize 2024 yılı panoramanızı çizer misiniz?
Cevap 2:
2023/ Ekim ayında yayımlanan öykü kitabımın farklı şehirleri kapsayan söyleşi ve imza etkinliklerinden sonra biraz da kendime dönük bir süreç geçirdim denebilir. Yıl içerisinde farklı edebiyat platformlarına kitap inceleme yazıları hazırladım. İnceleme yazılarını kaleme alırken bir kitap özeti formundan ziyade farklı disiplinler ve metinlerle ilişkilendiren bir değerlendirme alışkanlığa sahibim. Başka bir deyişle metnin meselesine, felsefesine veya sosyolojik bağlamında iz sürebileceğim kitaplara inceleme yazıyorum. Dolayısıyla bir kitap beni başka bir edebiyat metnine veya kuramsal kitaplara yönlendirebiliyor. Okumalarımı da bir yandan bu bağlantılar belirledi denebilir.
Mahal Edebiyat’ın 2. Öykü Yarışması için kıymetli isimlerle birlikte yaptığım jüri üyeliği benim açımdan farklı bir deneyim oldu. Sonucunda iyi kalemlerden oluştuğuna inandığımız bir antoloji çıktı ortaya.
Yine yazı masamdaydım. Şimdilik zamanını bekleyecek olan bir romanı tamamladım. Bir süredir de farklı bir dosya üzerine çalışıyorum, 2025 yılı için tıkırtıları heyecan veren bir saat var.
Soru 3:
Türk Edebiyatı mı, Türkçe Edebiyat mı? Türkiyeli Edebiyatı mı?.. 2024’te de ısıtılıp önümüze konulan bu kavram kargaşası hakkındaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız? Nedir doğrusu?
Cevap 3:
Ben ilk sorunuzu cevaplarken “yerli edebiyat” şeklinde bir tabir kullanmışım. Herhangi bir niyetle değil, gayriihtiyari. Kimi Türk Edebiyatı der, kimi Türkçe Edebiyat. Türkiyeli Edebiyatı epey zorlama geliyor kulağa, onu demesek de olur. Ama ne dersek diyelim şu sonuca varıyorum: Ne önemi var? Bunu anayasa konusu başta olmak üzere politik alanda tartışıyoruz ülke olarak. Anayasa, herkesi bağlayan bir esas, içinde barındırdığı kavramların dengesi hassas, önemi büyük. Peki, bir yayınevinin, derginin veya kitap satış mağazasının isimlendirme şekli neden bu kadar tartışma konusu oluyor? Edebiyatta da taşımaya etmeye gerek var mı? Kime ne kazandıracak? Buraya gelene kadar kültür dünyamızın başka hiçbir sorunu yok mu? Bırakalım, isteyen istediği gibi isimlendirsin, niyet okunmasın.

Soru 4:
Son on yılda yayımlanan verilere baktığımızda, kitap okumak, ihtiyaçlar hiyerarşimizin 235. sırasında kendine yer bulabilmiş. Ülkemizde kitap okumaya ayrılan vaktin günlük ortalama 5 dakika ile sınırlı olduğunu da düşünürsek, çıkan sonuca hiç de şaşırmamalı.
Gelelim sorularımıza…
Kitaba ve okumaya olan talebin bu denli kısır, entelektüel beğenilerin de bu denli diplerde olduğu bir ülkede “yazma” motivasyonunuzu nasıl koruyorsunuz?
Yayımlanmayacağını, kimsenin okumayacağını bilseniz de yine de yazar mıydınız?
Cevap 4:
Yazma motivasyonumu ülkenin entelektüel seviyesi üzerinden besleyecek olsaydım zaten yazmaya ya hiç başlamaz ya da bir süre sonra yanlış beklentilere sahip olduğumu fark edip yazmayı bırakırdım. Yine de bu kanaat, ikinci sorunun cevabının “evet” olmasını sağlamıyor. Okunmayacağını umursamadan nasıl yazar bir insan? Bence bu soruya verilebilecek samimi bir yanıt yok. Okunmak istiyorum ve bunun için yazıyorum.
Paylaştığınız veriler ve bu genel manzara birkaç yılda ortaya çıkmış değil. Tüketim tercihi ve alışkanlıklarımızın dizayn edilmesi yalnız bizim değil tüm dünyanın gerçeği. Düşünmek, hayal kurmak, zaman ayırıp bir şeylere yoğunlaşmak, arayış, keşfetmek gibi pek çok kavram tarihe karışmak üzere. Yalnız edebiyat değil, kültür üretiminin her dalına karşı ilgi azalırken, ortaya çıkan boşluk hızlı, çabuk tüketilen, üzerine düşünmemiz gerekmeyen içeriklerle dolduruldu.
Gündelik hayatımda veya sosyal medyada sıkça duyduğum bir tabir var mesela: “Sardı”. Aranılan tek şey tatmin duygusu. Pek çok insanın, kendilerini biraz zorlayıp kendi keşiflerini sağlayacak bir kültür üretimine zamanı, enerjisi ve kapasitesi yok. “Sarmadı” diyor. Az da olsa uğraştırıcı, odak isteyen, beyninde biraz glikoz yaktıracak bir içerik onu “sarmıyor”.
Gelelim ülkemizde bu manzarayı daha da koyu hale getiren parametrelere. Üniversiteli gençlerimizin ne kadarı bir tiyatroya gidebiliyor veya haftada bir kitap okumaya yönelik bütçe ayırabiliyor? İşçiler ve beyaz yakalı olarak tabir edilen ofis çalışanlarının satın alma gücü nereden nereye geldi? Türkiye’deki çalışma saatleri, ücret ve koşulları kültürel tüketime ne kadar alan bırakabiliyor? Bu konuya 360 derece baktığımda tüm bu parametrelerin etkili olduğunu düşünüyorum. Gelgelelim kendi adıma umutsuz değilim. İyi bir oyun izlemenin, beste dinlemenin, kitap okumanın yerini tutabilecek hiçbir şey yok bu hayatta. Sanatın bir ikamesi yok. İlkçağlardan beridir böyle bu. Bize düşen bu umuda tutunarak üretmek.
Soru 5:
Daha nitelikli bir edebiyat ortamının oluşması adına yeni yılda (yayınevi-yazar-okur üçgeninde) neler yapılmalı? Ve 2025 Yılından beklentileriniz nelerdir?
Cevap 5:
Bu hat üzerinden hap çözümler önermek ne kadar rasyonel olur emin değilim. Niteliğe vurgu yapıldığında yayın endüstrisinin gerçekleri karşınıza çıkarılacak. Yani bol takipçisi olan veya şöhret sahibi kimliklerden ziyade nitelikli edebiyatın peşindeki yazarlara yayınevlerinin kapısını açmasını dilesek piyasa gerçekleri önümüze konacak. Arz talep denilerek romantizm ve akılsızlıkla suçlanacağız. Yazarlar arasındaki koşulsuz “Al gülüm ver gülüm” kitap güzellemelerini veya bir “ustanın” müridi olma, ona toz kondurmama hususunu eleştirsek bunun edebiyat kamusunda yer edinebilmenin koşulu olduğu fısıldanacak kulaklarımıza.
Herkes kendine yakışanı yapacak. Geleceğe kalanlar ise bu bahsettiğim kümelerin içine girmeyi bilinçli olarak tercih etmeyenler olacak. Tarih bunu bize gösterir.
Novelius Edebiyat ailesine ve okurlarına sevgilerimle.
Soruşturma Ana Ekranına Dönmek İçin Lütfen Tıklayınız…
20.12.2024 © Novelius Edebiyat

