selda uygur

İnceleme: Babalar ve Kızları

İnceleme Yazarı: Varlık Ergen

“Denizleri çok severim… Rüyalarım… Taşların rengi de gökyüzü gibi kasvetlidir… Bu her gece böyle olur…”

Selda Uygur: Babalar ve Kızları

novelius Bu şiirsel sözler, Babalar ve Kızları’nın açılış sahnesinde yer alıyor. Türk Edebiyatı yepyeni bir kalemin doğuşuna tanıklık ediyor bir süredir. Selda Uygur, Fazlı Necip’in Ah, Anne romanını günümüz Türkçesine aktaran ve Türk Edebiyatından Örneklerle “Edebiyat ve Kıskançlık” adlı çalışmalarıyla tanınan akademisyen bir yazar.

Romanında pek çoğumuzun ama özlemle ama kasvetle dalıp gittiği o ölgün deniz manzaralarını işlemiş sevgili Selda. Denizin verdiği huzuru ve aldığı canları okudum bu eserde ve babaannesini… O mistik heyecanları bilirsiniz elbette, ölülerle konuşmaktan bahsediyorum. Ölümün kokusunu bilmeyeniniz kaldı mı? Ah bazılarınız anlayacaktır beni; insan olmak, düşünebilmek ve farkında olmak ne zordur bilirsiniz -ölümün kıyısında yaşarken. Rüyalardan bahsediyorum, kaçmayın; bitmek bilmeyen döngülerden, büyük ve kederli nefeslerden ve gecenin en zor saatlerinde yaşanan o ani irkilişlerden, uyanışlardan…

Şanslıysanız, gecenin bu saatinde, yanı başınızda birisi vardır ve o kişi size ne olduğunu sormuştur. Ya kimse yoksa? Ya kimse size bir şey sormamışsa? Ya kimsecikler sizi sarıp sarmalamamışsa? İşte o zaman üzülmekte haklısınız derim. Yazık. Çok Yazık. İşte sevgili Selda, rüyalarından uyanırken adeta denizde boğulur gibi oluyor, tasvir ediyor ve yaşıyor o anı. Peki, ama neden? Ölülerle dans ediyor çünkü ve ekliyor -unutmadan:

“Ölülerle dans edebilen birini kimse üzemez.”

Kelimeler akmaya devam ediyor. İstanbul’un o eski yokluklar içindeki halini okuyoruz. Ancak yine de bir umut var o yıllarda. Kavganın, hasretin, kaosun, sanatın, edebiyatın ve kalabalığın şehri İstanbul’da yaşanıyor Babalar ve Kızları’na dair ne varsa. Kıskançlığın kitabını yazmış olan yazar (mübalağa yapmıyorum) babaanne karakterinin kıskançlığına dair anlatıları ile sürdürüyor romanını. Bu noktada beni derinden etkileyen bir cümle ile karşılaşıyorum, durup düşünüyorum bir süre. Şimdilik, “Bazılarımız böyle hissetmeli,” demekle yetinmek istiyorum.

Varlık Ergen

“Bir ölüyü ikinci kez öldüremezdim…”

Mütemadiyen ölülerle konuşan ya da onları rüyalarında görenleriniz beni çok iyi anlayacaklardır. Ölülerin yaşadıkları sanrılar, bizimkilerden çok farklıdır. Yazarın da dediği gibi zihnin gücünü yadsıyamayız. Ne zaman ve nerede, kim bilir zihnimiz bizleri nelerle/kimlerle karşılaştıracak? Yaşanmadı mı sayacağız gördüklerimizi? Boynuna yaslanıp içimize çektiğimiz o yâr kokusunu unutacak mıyız? Asla!

Sonra, Zorba Dede karakteri ile tanışıyoruz. Onun görüp görebileceği tüm kadınlara karşı zaaflı davranışları okurda bir tebessüm oluşturuyor. Gaz götürdüğü köylerdeki dul kadınların onu içtenlikle karşılamaları ise onu hafife almamamız gerektiği anlamına geliyor. Zorba Dede durmaksızın uzun yollara çıkıyor. Görevi ise ücra yerlere gaz götürmek. Ama ne var ki kekik kokusu onunla özdeşleşiyor. Neden mi? Gittiği her yerde, özellikle bozkırlardaki, kekik kokulu dul kadınlarla yaşadığı aşklar onun da kekik kokmasına neden oluyor. Babaanne ise kekikten de kokusundan da haklı olarak nefret ediyor. Satırlar arasında gezinirken sevgili Selda’nın eşsiz bir kara mizah ustası olduğu gerçeği ile karşılaşıyorum. Yuva, aşk, kavga ve koku beni kendimden alıp götürürken Anadolulun ücra kırlarına, Selda’yı düşünüyorum ve ona bu gücü veren kasvetli/korkunç rüyalarını…

“Annem; dedesi koklayarak eritti bu kızı.”

Ne yalan söyleyeyim, kitabı okuyanlarınızdan bazıları kıskanacak onu. Çünkü böylesi saf duyguların peşine düşebilmek ve onları edebi bir kaygı ile dile getirmek büyük bir yetkinlik gerektirir. Dahası, sevilmek ve önem görmek gibi kavramları ustalıkla işlemek her yazarın hayalidir. Ayak bileklerinden öpülmek, saçlarımızdan ya da boynumuzdan koklanmak en sevdiklerimiz tarafından… İşte bu satırlar, kutsal. Hatta kutsaldan daha kutsal. Sevgili Selda, ne güzel anlatmış o eşsiz anları, hatıralarını ve ne güzel yazmış yalın ve en duru haliyle hikâyesini.

selda uygur

Derken Zorba Dede veda eder bu dünyaya tam da kendisine yakışır bir halde. Çağırır çok sevdiği torununu ve anlatır ona aşkı ve sevgiyi:

“Seni bekleyen bir aşk var… Boynunu kokladığında kokusunu tanıyacaksın… Git ve aşkını bul. Çok zor olacak bilesin ama tanıyacaksın onu gördüğün anda. Pes etme asla. O gün geldiğinde yani aşkı bulduğunda çocukluğunun geçtiği o sokağa git ve orada yürü…”

Zorba Dede son bir kez daha koklar sevdiceğini ve ölüm gelip alır onu. Geriye ölülerle süslenmiş rüyalar kalır anlatıcımıza. Bitmeksizin görünen misafirler var artık başka dünyalardan gelen. Konuşacak, ağlayacak belki de sızlanacaktı sevgili Selda’nın kalemi ama kaçmayacaktı yaşananlardan.

“Kişi kendisine benzeyeni arar…”

Bu noktadan sonra hangi kelimelerin Selda’ya ait olduğunu ve hangilerinin roman kahramanlarına ait olduğunu ayırt etmekte zorlanıyorum. Her şey iç içe geçiyor başka başka yaşamların ve şarkıların salıkladığı ruh hallerinde. Sonsuza dek tekrar eden ölgün bir döngüyü yegâne hayatım diye sahiplenir miydin sevgili okur? Sanırım Babalar ve Kızları’nı okurken bu soruyu sormaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Ve aşk zamanı. Zorba Dedenin vasiyeti üzerine çıkılan bu yolda çocukluktan genç kızlığa adım atan kahramanımızın kara mizah sınırlarında gezinen yaşantılarını okurken o güzel, dingin anlatıya kaptırıyorum kendimi. Edebiyat ve müziğin iç içe geçtiği bu satırlarda ilerlerken kimi zaman kahkahalarıma engel olamıyorum. Kömürlüğe giren çocuk hakkında söylenenleri sizler de mutlaka okumalısınız sevgili okur. Kitapta da söylendiği gibi yaşananların çoğu yaz zamanı olsa da aşkın ne zaman ve nerede karşımıza çıkacağı konusu hala bir muamma.

“Yalnızca bir gülüşe ve yanan gözlere âşık olunabiliyordu işte…”

Yazar Selda Uygur, ölüm ve kasvet kavramları ile betimlediği duygularını kelimelerle taçlandırırken aşkı da ustalıkla anlatmış Babalar ve Kızları’nda. Aşka yüklediğimiz anlamlar, tenlerin buluşması, arzular ya da daha fazlası… Bir insanın kokusunu merak etmek, fırsat bulduğumuz anda içimize çekmek o kokuyu; işte böyle anlarda anlıyoruz bize neler olduğunu. Eğrelti otları gibi: İlk aşk, ilk nefes. Hissedilenler ilahi birer mucizeye dönüşmemişse tende ve ruhta, aşktan emin olabilir miyiz? İyisi mi kitabı okuyun ve kendiniz görün o özlenen aşka giden dolambaçlı yolları.

“Gölgesi karanlıktan gelmeydi ama ay ışığını çok severdi…”

Sanrılar. Bitmeyen, sonsuzluk gibi gelen o tarifsiz acılar ve çocuksu bir umutla direnen hikâye anlatıcısı kahramanımız. Kederli Dikleniş dedim ben o korkunun ardında yükselen yaşama isteğine. Bilgi Yayınevi etiketi taşıyan Babalar ve Kızları, kasvetli, ağır ve umulmadık anlarda gelen muziplikleri ile her okuyucunun ilgisini çekecek ve geleceğin kült eserleri arasında yer bulacak yetkinlikte bir eser. 2020 Turgut Özakman İlk Roman Yarışması Birincilik Ödülü’ne de sahip olan bu eser, sevgili Selda’nın kaleminin ne denli güçlü olduğunu gözler önüne seriyor.

Karanlıktan Gelen’in misafir olduğu kimi anlarda gecenin konuştuğuna şahit olanlar için bir son sözüm olacak: Çocukluğunun geçtiği sokakta birlikte, el ele yürüyeceğin kişiyi bulmak da senin görevin olsun. Keyifli okumalar dilerim.

Varlık Ergen

12.01.2024 © Novelius Edebiyat

Bir Cevap Yazın