Site icon Novelius Edebiyat

İlk Ümit: Mükerrem Yılmaz – Ümit Yaban

29.03.2025 © Novelius Edebiyat - Ümit Yaban

Yazmak, dışarıdan gelen bir onaya ya da başarıya bağımlı bir eylem değil. İçsel bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Bir yazarın yazmaya devam etmesinin sebebi, dünyayı anlama, içsel dünyasına dair keşifler yapma ya da bazen sadece kendisini ifade etme arzusundan başka bir şey değil. Eğer bir şeyleri dışarıya aktarma, bir şeyleri dile getirme ihtiyacı hissediyorsam, yazmaya devam ederim. Belki kimse okumaz, belki o yazdıklarım bir köşede unutulur ama yazmak, bir yanıyla varoluşsal bir hakikat gibi.”

Mükerrem YILMAZ

Ah ilk kitaplar, sanki yazandan bir parça kopacak da evrende yıldız gibi parlayacakmışçasına müstesna bir öneme sahiptir. Bu önem hem yazarlar hem de edebiyat tarihi için geçerlidir. Bu heyecana ortağız ve zevkle görünürlüğüne katkı sunmayı kendimize görev addediyoruz.

Röportaj: Mükerrem Yılmaz – Ümit Yaban

Ümit YABAN: Sayın Mükrem Yılmaz, ilk kitabınız Zamansız Kadınlar’ı kutlarım, A7 Kitap Yayıncılık basımıyla elimize geçti. İsmiyle müsemma öyküler okuduk, teşekkürler. Öncelikle merak ettiğim sizsiniz, edebiyatla kurduğunuz ilişkiye de değinerek kendinizi tanıtır mısınız? Mükerrem Yılmaz kimdir?

Mükerrem YILMAZ: Bana en zor gelen soru bu oluyor sanırım. Kelimelerle arasında güçlü bir bağ olan, edebiyatı bir yaşam biçimi olarak gören biriyim diyebilirim. Küçükken bile yazmayı severdim kelimelerle gerçekten derin bir ilişki kurmam yıllar aldı. Bazen bir sözcükle kaybolurum, bazen bir sokak adında tüm duyguları bulurum. Edebiyat, benim için sadece bir ifade biçimi değil, kendi iç yolculuğumu yapabildiğim bir alan belki.

Ümit YABAN: Yazma yolculuğu nasıl başladı? Yolda bir atölye ya da editörden destek aldınınız mı? Bu yolculuğa yeni çıkanlar için tavsiyeleriniz nelerdir?

Mükerrem YILMAZ: Hepimizin içinde bir hikâye anlatma arzusu var, ben bu arzuya kulak verdim ve yazmaya başladım. İlk başlarda sadece yazmanın kendisine odaklandım; kelimeler, cümleler ve anlamlar arasındaki ilişkilerle kendimi tanımaya çalıştım. Ama zamanla, yazma eylemi bana bir kimlik, bir ses kazandırdı. İhtiyaç hissettiğimde, yalnızca kitaplar ve okuma alışkanlıklarım değil, Sevengül Sönmez’in düzenlendiği editörlük atölyesine katıldım, herkese de öneririm.

Yeni başlayanlara tavsiyem, yazmayı bir süreç olarak görmeleridir. İlhamı beklemektense, yazma disiplinini günlük yaşantılarının bir parçası haline getirmek iyi olur. Her gün yazmak, bazen sadece birkaç satır da olsa, yazma alışkanlığını pekiştirir. Yazarlık yolculuğu sabır istediğini hep duymuşuzdur.  Kendinize güvenin, sesinizi duyurmaktan korkmayın. Bir öykü yazmak sadece kelimelerle değil, duygularla da ilgilidir; yazarken kalbimizi koymalı, o karakteri hissetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Son olarak, yazdığınız metinlerin doğru yerlere ulaşması için kaliteli bir editör desteği almak mümkünse elbette, kolaylaştırıcı olur. Ben bu adımları kendim yaptım. Zira hem bir dil ve edebiyat eğitimi almış bir akademisyenim hem de danışıp fikir alabileceğim editör, yazar arkadaşlarım var. Öte yandan bir yazar, yalnızca kendi sesini duyan değil, aynı zamanda o sesi dışarıya etkili bir biçimde yansıtan kişi olmalı diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu yansıtma aşamasında doğru desteklerin yol açıcı olabileceği kanaatindeyim.

Ümit Yaban’la İlk Ümit röportaj serisinin 53. bölüm konuğu A7 Kitap’tan çıkan ilk kitabı “Zamansız Kadınlar” ile Yazar Mükerrem Yılmaz oluyor…

Ümit YABAN: Kitabın kapak tasarımı, iç tasarımı, yazı tipi için önerileriniz oldu mu? Bu sürece dahil olmak istediniz mi? İstediyseniz olabildiniz mi? Talepleriniz yayın evi tarafından karşılandı mı?

Mükerrem YILMAZ: Zamansız Kadınlar’ın kapak tasarımı ve iç tasarım süreci, benim için heyecan vericiydi. Umarım, bu süreci herkes benim kadar keyifli geçirir. Zira benim için yazan bir insan olarak, kitabın görsel kimliğiyle bağ kurmak önemliydi. Kapak, öyküleri yansıtan bir duygu taşımalıydı. Nihayetinde kitabın görünüşü, yazının ruhunu bir araya getiren, onu temsil önemli bir parça ve aslında bir bakıma kitabın özeti gibi. Bu konuda yayınevim çok destekleyiciydi. Hala da aynı şekilde Zamansız Kadınlar’ın yolunu açmaya devam ediyorlar.

Tasarım sürecine dahil olmama imkan verdiler. Kapak tasarımının ana temasını belirlerken, kitabın verdiği duyguyu ve içeriği ön planda tutmaya birlikte karar verdik. Kapak kompozisyonu başarılı bir tasarımcının çalışmasının sonucu. Füsun Turcan Elmasoğlu’na teşekkür ederim.

İç tasarımda ise yazı tipi, düzen ve sayfa düzenlemeleri gibi detaylar elbette önemli. Bu konuda yayınevinin zaten bir standardı var. Göz yormayan, okunabilir bir yazı tipi ile rahat bir okuma deneyimi sunmaya özen gösteriyorlar. Kısacası, süreç boyu fikrimi alan, hassas davranan bir yayınevi ile çalıştım. Editörüm Pelin Öker Tokkuzun’a ve mizanpaj için Burhan Maden’e teşekkür etmek isterim.

Son tahlilde, Zamansız Kadınlar’ın yazılı ve görsel açıdan istediğim gibi olması beni mutlu etti. Yayınevinin, kitabı ve yazarı benimsemesi, desteklemesi gerçekten önemli. Genel yayın yönetmenim ve A7 kurucusu Arzu Sandal ise her aşamada titizlikle ilgilendi. O sürecin keyifli geçmesinde katkısı büyük. Kendisine şükran doluyum.

Ümit YABAN: Günlük yazma rutininiz var mıydı? Malum yaşam büyük bir koşuşturma, bu koşturma arasında yazmaya günlük ne kadar zaman ayırabiliyordunuz?

Mükerrem YILMAZ: Her gün yazmak, aslında benim için bir rutine dönüştü desem yanlış olmaz. Yazarak düşüncelerimi şekillendiriyorum, kendimi ifade ediyorum. Yazma sürecim sabahları daha verimli oluyor, bu yüzden genellikle günün ilk saatlerinde başlıyorum. Zihnim daha taze olduğu zaman, yazdıklarımda derinlik ve anlam arayışı daha kolay olabiliyor.  Tabii ki yaşam, büyük bir koşuşturma. Günlük yaşamın tempo içinde bazen yazmaya zaman ayırmak zorlaşıyor. Ancak bu zorluk, yazmayı ertelemem anlamına gelmiyor. Günlük ne kadar zaman ayırabildiğimi sorarsanız, genellikle üç-dört saatimi yazıya veriyorum. Zaman zaman işlerin yoğunluğu veya dış etkenler buna engel olsa da, zihinsel olarak o boşluğu yaratmak, yazmanın önündeki engelleri aşmak için hep bir yol buluyorum.

Mükerrem YILMAZ

Ümit YABAN: Biz sizi okuduk. Peki siz neler okuyorsunuz? Bize kitaplığınızdan söz eder misiniz?

Mükerrem YILMAZ: Bu soru ile son iki söyleşide de karşılaştım. Bu soru için ayrıca tesekkür ederim zira beni şekillendiren sesleri anmak beni mutlu ediyor. Okuma yolculuğumda hem Türk edebiyatı hem Batı edebiyatından en sevdiklerimden birkaç tanesini kısaca anmak isterim. İnsanın ahlaki değerleriyle toplumsal düzen arasındaki çatışmayı derinlemesine işleyen Antigone, bana edebiyatın hem bireysel hem de toplumsal bir yansıma olduğunu öğretmiştir.

Kafka’nın varoluşsal sancıları, Camus’nün insanın anlam arayışını sorgulayan eserleri benim için çok etkileyici. Virginia Woolf, bana yazının derinliklerini ve bir kadının dünyayı nasıl farklı bir bakış açısıyla anlatabileceğini gösterdi.  Türk Edebiyatına gelince; “Üç S” diyerek kendime rehber edindiğim üç kadına değinmeden geçemeyeceğim. Sevgi Soysal, Selçuk Baran, Sevim Burak.

Sevgi Soysal ise benim için bir dönüm noktasıdır. Üniversitede lisans öğrencisiyken “Üç S” ile tanışmıştım. İlk Sevgi Soysal kitapları okudum. Kadınların toplumda karşılaştığı zorlukları cesur bir şekilde ele alan ve bu konularda toplumsal yapıyı sorgulayan eserleri, kadınlık deneyiminin daha derinliklerine inmeme yardımcı oldu.

Selçuk Baran’ın toplumun alt sınıflarına dair derinlikli gözlemleri, küçük ayrıntıları fark edip insanın içsel dünyasını yansıtma biçimi bana örnek oluyor.

Sevim Burak ise, dilin sınırlarını zorlayan, bazen alışılmadık bir üslupla yazdığı eserlerinde insanın yalnızlığını ve varoluşsal sancılarını çok etkili bir biçimde işler. Dilin ve anlatım biçiminin ne kadar özgürleştirici olabileceğini fark ettirdi.

Sait Faik Abasıyanık’ın sıradan insanları derinlemesine ele alan öyküleri bakış açımı geliştirdi. Peride Celal’in toplumsal cinsiyet meselelerini cesurca işlediği eserleri, Latife Tekin’in çağdaş Türk kadınlarının sesini duyurduğu romanları, kadın olmanın yazınına dair çok şey öğretti.

Bu kitapların hepsi, zaman zaman birbirini tamamlayan, zaman zaman da kendi iç yolculuklarımda beni yalnız bırakmayan sesler gibi…

Ümit YABAN

Ümit YABAN: Kadın kahramanlarınız içinde kendinizi yakın hissettiğiniz var mı? Varsa neden?

Mükerrem YILMAZ: Sadece tek bir karakteri belirtemeyeceğim. Zamansız Kadınlar’daki yer alan kadınlar, genellikle iç dünyalarıyla yoğun bir hesaplaşma içinde olan figürler. Onlar kendi yaşamlarını inşa etmeye çalışan kadınlar.  Bu anlamda, kendimi onlara yakın hissediyorum çünkü bu karakterlerin duygusal ve zihinsel yolculukları benim yolculuklarımla kısmen paralellik gösteriyor. Bu kadınlar sadece yaşadıkları zamanı değil, hem geçmişi sorguluyor, hem de geleceğini inşa ediyor. Bu da bana, zamanın sınırlarını aşarak bir tür özgürleşme sürecini yansıtan bir yakınlık hissi veriyor.

Mesela, Zamansız Kadınlar kitabındaki bazı karakterler, toplumun onlara biçtiği rolleri, geçmişin izlerini bir kenara bırakıp, kendi kimliklerini keşfetmeye çalışan figürler. Bu duruşlarında kendimi buluyorum; çünkü zaman zaman dışsal beklentilerle içsel duygular arasında sıkışmış hissettiğimde, ben de o karakterler gibi içsel bir özgürlük ve kimlik arayışı içinde oluyorum.

Ümit YABAN: Her yazarın ilk kitabı biraz acemilik ve fazlaca heyecan ile yazılırmış, katılır mısınız? Okunmayacağınızı bilseniz yine yazar mıydınız?

Mükerrem YILMAZ: Evet, bence de her yazarın ilk kitabı, bir tür keşif ve heyecan dolu bir sürecin temsili sanırım. O ilk satırların üzerindeki kaygılar, yeni bir dünyanın kapılarını aralamaya dair bir tür cesaretin ifadesi aslında. Hem acemilik, hem de büyük bir tutku içermekte. Yazma süreci, bir yazar için öğrenme ve kendini ifade etme çabasının sonucu. Dolayısıyla, ilk kitap, bir anlamda yazarın kimliğini şekillendiren denemeleri içeren yolculuk diyebilirim. Belki bu nedenle, ilk kitapta bazen acemilik, bazen de fazlasıyla cesur bir dil ve düşünce yer almakta. Öte yandan sorunuzun ikinci kısmına gelecek olursam; okunmayacağımı bilsem de -dürüst olayım- kesinlikle yazardım. Çünkü yazmak, dışarıdan gelen bir onaya ya da başarıya bağımlı bir eylem değil. İçsel bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Bir yazarın yazmaya devam etmesinin sebebi, dünyayı anlama, içsel dünyasına dair keşifler yapma ya da bazen sadece kendisini ifade etme arzusundan başka bir şey değil. Eğer bir şeyleri dışarıya aktarma, bir şeyleri dile getirme ihtiyacı hissediyorsam, yazmaya devam ederim. Belki kimse okumaz, belki o yazdıklarım bir köşede unutulur ama yazmak, bir yanıyla varoluşsal bir hakikat gibi.

Ümit YABAN: Öykü kitabı ile başlayan yolculuklar genelde roman ile devam ediyor. Sizin ikinci kitap hazırlığınız var mı? Var ise, ilkinde şu konularda tecrübesizdim şimdiki aklım olsa farklı yapardım, dediğiniz noktalar nelerdir? Peki yine öykü mü olacak?

Mükerrem YILMAZ: İlginç bir soru, teşekkürler! Şu an için ikinci kitabın kesin yönüyle ilgili bir şey söylemek zor ama hala öykü formunu seviyorum ve büyük ihtimalle yine öykü üzerine çalışırım. Öykülerin insan ruhunu daha yoğun bir şekilde keşfetme fırsatı sunduğunu düşünüyorum. Elbette öyküden romana geçmek gibi -her ne kadar böyle olduğunu düşünmesem bile- bir “sıralama algısı” olduğunun farkındayım. Ama romana geçmek, roman yazmak ne kadar mümkünse, öykü de kalmayı istemek ve yazı yolcuğuna öykü ile devam etmeyi seçmek de mümkün. Bu noktada başarılı bir yazar olan Sevgili Nurhan Suerdem’i anmadan geçemeyeceğim. “Maruzatım Var” adlı ilk kitabıyla ödül aldı ve ikinci kitabı “Duyuyor musun?” da öykü türündeydi. Üçüncü kitabı da sanırım öykü olacak.

Ümit YABAN: Sorularımla okuyanların hem sizi daha iyi tanıması hem de kendi kafalarındaki soru işaretlerine bu yoldan geçmiş birinden cevap bulmalarını diledim. İkinci kitabınızı heves ile bekliyorum. Gönlünüze, kaleminize layık ömrünüz olsun. Teşekkürler.

Mükerrem YILMAZ: Davetiniz ve güzel sorularınız ben de teşekkür ederim. Keyifli bir söyleşiydi, var olun!

 

 

 

“İlk Ümit” Röportaj Serisinin Diğer Bölümleri İçin

Lütfen Tıklayınız…

29.03.2025 © Novelius Edebiyat

Exit mobile version