07.12.2024 © Novelius Edebiyat
Yayına Hazırlayan: Mehmet BAHÇECİ
5. Bölüm: Zeynep Özcan
Soru 1:
2024 Yılında yerli ve yabancı pek çok eser okurlarla buluştu. Yeni çıkan kitapları takip edebildiniz mi? İçlerinden okuduklarınız ve beğendikleriniz var mı? Düşüncelerinizi kısaca paylaşır mısınız?
Cevap 1:
Yıl boyunca yayımlanan eserleri merak ve ilgiyle takip ettim, içinde bulunduğumuz dönemi gözeterek, düşünerek okudum. 2024 yılında yayımlanan Gemiden Düşen Adam, Neksus, Kızıma Bir Yağmur Bulmalıyım, Mavi Anadolu, Arkeoloji, Meraklı Cinler Kılavuzu, Salkım Sokak No:3, X Diğer ve Üze ilk aklıma gelenler… Herbert Clyde Lewis’in 1937 yılında kaleme aldığı Holden Yayınları’ndan Meltem Yılmaz Deniz çevirisiyle yayımlanan Gemiden Düşen Adam kitabını okurken, biz de kahramanla birlikte okyanusa düşmüş gibi hissederiz. “Yaşayıp yaşamadığının ayrımına bile varamadığı bir zamanda hayat hakkında bu kadar çok şey öğreniyor olması tuhaftı,” (S.89) cümlesini içtenlikle anlarken hayatı, zamanı ve varlığımızı sorgularız. Yuval Noah Harari’nin Çiğdem Şentuğ çevirisiyle Kolektif Kitap’tan yayımlanan son kitabı Taş Devri’nden Yapay Zekâya Bilgi Ağlarının Kısa Tarihi Neksus, şu cümlelerle sunulur: “Hikâyeler bizi birleştirdi. Kitaplar düşüncelerimizi ve mitolojilerimizi yaydı. İnternet bize sonsuz bilgiyi vaat etti. Algoritma sırlarımızı öğrendi. Sonra da bizi birbirimize düşman etti. Peki yapay zekâ neler yapacak?” Harari’nin zihnin sınırlarını genişleten fikirleriyle, izlenimleriyle ve öngörüleriyle okumak ilginç bir deneyimdi. Değerli Halil Genç Hoca’m, Cumhuriyet Kitapları’nda üçüncü basımı yapılan Kızıma Bir Yağmur Bulmalıyım öykü kitabında, “Düşlerde sınır yok. Düşler sınır tanımaz,” (S.50) der. Öykülerinde hayat ve düş arasında, o harikulade cümlelerde kendimizi buluruz. İlyada’nın unutulmaz çevirmeni Azra Erhat’ın Mavi Anadolu’sunun 2024 yılında yayımlanan yedinci basımında âdeta nice uygarlığın topraktan yükselen sesini gezi notlarından okuruz. Mavi Anadolu, öyle duygularla yazılmıştır ki Erhat’a “Ne mutlu Anadoluluyum diyene, yazasım geliyor” (S.1) dedirtir. İş Bankası Kültür Yayınları Kılavuz Serisinden, Nurettin Elhüseyni çevirisiyle yayımlanan Paul Bahn imzalı Arkeoloji kitabını keyifle okudum. Oxford Üniversitesi Yayınları’ndan çevrilen kitap, yazarının arkeoloğu tanımlayışıyla başlar ve “Arkeoloji sürekli bir arayıştır, asla gerçek anlamda bir bulgu değildir; gerçek varış noktası olmayan sonu gelmez bir yolculuktur. Her şey geçicidir, hiçbir şey nihai değildir,” (S. 7) sözleriyle devam eder. İthaki Yayınları’ndan çıkan, Dr. Defne Çizakça’nın kaleminden Meraklı Cinler Kılavuzu, büyülü gerçekçi edebiyata yolculuk yapmamızı sağlar… Edebî eleştirileri ve Hotaman’ın Öyküleri kitabıyla tanınan Nilgün Çelik’in Üze’si, mitolojinin kıyısına yanaşan, göğe yükselen, kendi öyküsünü yazan karakterlerin hikâyesidir. İlgiyle okuruz… Alfa Yayınları etiketiyle, Tolga Meriç’in editörlüğünde yayımlanan X Diğer, Heykeltıraş ve Yazar Ozan Ünal’ın ilk kitabı. Ünal’ın öykülerinde sanatının yansımasına rastlamamak imkânsız. Kelimelerinde yalnız kaleminin değil, keskisinin de izi var. Hüzünlü bir hatırayla, kalanlarla, unutmamayı seçenlerle, can yakmaktan endişe duymayanlarla yüzleşirken keskisinin izini derinlerde duyuyoruz. Edebiyatımızın kıymetli yazarlarından İclal Aydın’ın Artemis Yayınları’ndan çıkan son eseri Salkım Sokak No:3’ü dört gözle bekliyorduk. Önce uzaklık kavramını ortada kaldıran telefon ekranlarımızdan mor salkımlı evin varlığını öğrendik. O ilk paylaşımdan sonra kitaba girecek kısacık bir pasajı okuduk. Romanın kendi adını bulacağını söylüyordu biricik yazarı. Derken kitabın adını öğrendik ve birkaç satır daha… Salkım Sokak’ta geçen nice hikâyeyi merakla beklemeye koyulmuşken o gün geldi çattı. Yayımlandığı günden beri havada ve ruhumuzda Salkım Sokak No:3 kokusu var…
Soru 2:
2024 Yılını okuma ve yazma anlamında nasıl geçirdiniz? Kendinize ve projelerinize vakit ayırabildiniz mi? Bize 2024 yılı panoramanızı çizer misiniz?
Cevap 2:
Çok okuduğum, çok yazdığım, edebî açıdan harikulade geçen bir yıldı. Aynı dönemde yaşamaktan onur duyduğum değerli hocalarımın nazik davetleriyle her ay, iki ayrı kitap kulübüne katılmak için İstanbul-Ankara arasında, kitapların dünyasında trenle gidip geldim. Klinik Psikolog, Psikiyatrist ve Yazar Şule İzgi Şahin Hoca’mın kurduğu, akademik yayınlara konu olan yirminci yılını kutlayan eşsiz ODTÜ MD Edebiyat Kulübünde, kurgunun aynasına yansıyan kitapları yıl boyunca okuduk. Edebiyat buluşmalarımızın en güzel yanı, hocamızın edebî ve psikolojik yorumlarıyla karakterleri inceleyebilmekti. Okur olarak düğümler arasında kaybolmuşken karakterlerin ve kurgunun psikolojik derinliğini anlamak, olağanüstü bir deneyim… Yirmi yıldır başarıyla devam eden, bambaşka dostluklara ev sahipliği yapan, nitelikli okur ve yazar yetiştiren Edebiyat Kulübünü incelikle, özenle büyüten, aynı zamanda eşsiz polisiye romanların yazarı olan değerli hocamın yakınında bulunabilmek büyük bir onur ve mutluluk. Eleştirmen, Yazar ve Eğitmen Kıymetli Çiğdem Ülker Hoca’mın nazik davetiyle katıldığım, edebiyat ve felsefe açısından eserleri ele aldığımız “Çiğdem Ülker ile Buluşmalar”da okuduğumuz kitaplar da harikaydı. Hocamın benzersiz eleştirileriyle zamanın kapısını aralamak, o kapıdan bakmak ve satır aralarında saklı, söylenmemiş nice düşünceyi okumak… Hissettiklerimi kelimelerle ifade etmekte zorlanıyorum… Aynı zamanda yıllarca kalbimde, ruhumda, zihnimde büyüttüğüm, şimdilik internet üzerinden yayın yapan Edebiyat Sanat Hayat Dergisi’ni 15 Temmuz 2024’te kurdum. Henüz beşinci ayımızdayız. 3.000’den fazla okurumuzla ve alanında uzman hocalardan, edebiyatçılardan, akademisyenlerden oluşan değerli yazarlarımızla büyük bir aile olduk. Bu sene de Haberlercom’daki köşemde edebiyat, sanat ve hayatın içinden köşe yazıları, edebî eleştiriler yazmaya, röportajlar yapmaya devam ettim. Yaz mevsimi boyunca Çiğdem Ülker Hoca’mın Sayfaya Yansıyan Hayattır Edebiyat kitabını okudum. Bu, hayatın mı sayfaya, sayfanın mı hayata yansıdığını sorgulatan, büyüleyici bir kitap. Hayatın, edebiyatın derinlerinden yükseliyor… Şair Evlenmesi, İntibah, Sergüzeşt gibi Türk edebiyatının ilklerinden olan önemli eserleri hocamın eleştirilerinin ışığında tekrar okudum. Daha doğrusu üzerinde üç aydan fazla çalıştım. Psikoloji ve edebiyat alanındaki benzersiz çalışmalarıyla tanınan hocam Şule İzgi Şahin’in psikodrama ve edebiyat iz düşümünde Romandrama eserini okumak tarifsiz farkındalıklarla dolu bir yolculuktu. Roman seçiminin, roman yazımının insan psikolojisi üzerine etkisini daha önce düşünmemiştim. Bu arada dergiyi kurduğum ilk günden beri insanlığıyla, öğretmenliğiyle, yazarlığıyla biricik rehberim, kıymetli hocam Mario Levi’nin aziz hatırasını ömrünü adadığı kitaplarla yaşatmak için bir proje hazırlığındayım, yeni yılda yayımlayabilmeyi umuyorum.
Soru 3:
Türk Edebiyatı mı, Türkçe Edebiyat mı? Türkiyeli Edebiyatı mı?.. 2024’te de ısıtılıp önümüze konulan bu kavram kargaşası hakkındaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız? Nedir doğrusu?
Cevap 3:
Sizin de söylediğiniz gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan bu kavram kargaşasına insan hayretle bakıyor doğrusu. “Türk edebiyatı” kavramının yeterli olduğunu düşünüyorum. “Türk müziği”, “Türk kahvesi”, “Türk filmi”, “Geleneksel Türk sanatı”nda olduğu gibi… Siyasi gerekçelerle yapılmak istenen bu değişikliği gereksiz buluyorum.
Soru 4:
Son on yılda yayımlanan verilere baktığımızda, kitap okumak, ihtiyaçlar hiyerarşimizin 235. sırasında kendine yer bulabilmiş. Ülkemizde kitap okumaya ayrılan vaktin günlük ortalama 5 dakika ile sınırlı olduğunu da düşünürsek, çıkan sonuca hiç de şaşırmamalı.
Gelelim sorularımıza…
Kitaba ve okumaya olan talebin bu denli kısır, entelektüel beğenilerin de bu denli diplerde olduğu bir ülkede “yazma” motivasyonunuzu nasıl koruyorsunuz?
Yayımlanmayacağını, kimsenin okumayacağını bilseniz de yine de yazar mıydınız?
Cevap 4:
Benim için yazmak, okunmaktan bağımsız bir eylem. Yazmak, kalemin ucunda yeniden doğmak, kendini aşmak, hayatla ve kötü kaderle savaşmak, yeni bir yol bulmak, somut olanı soyuta çevirmek, yeni bir dünya yaratmak… Kendimi, insanı, tarihi, evreni anlamanın bir yolu… Dolayısıyla kimsenin okumayacağını bilsem de yazardım. Sorunuzla aklıma Nâzım Hikmet’in “Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?” dizesi geldi. Benim için şart değil. Gerçi editör tarafım, yazdıklarımın/yazılanların okunması için çabalamaktan geri durmazdı sanırım. Yazma eyleminin psikolojik karşılığı da var. Bir yanıyla iz bırakmamıza sebep oluyor. İzi kim bırakır? Unutulmak istemeyen. Sorunuz tek olsa da sanıyorum verilecek epey cevap var. Geçtiğimiz aylarda Okan Bayülgen’le yaptığım röportajın öncesinde, Okan Bey çok önemli bir konudan bahsetmiş, “Bir işi yapıyorsanız o işi yaptığınız kişilere ulaştırmakla yükümlüsünüz” demişti. Tiyatroyu kastetmişti ama kendi alanımız için de düşünebiliriz. O günden beri daha çok sorumluluk hissediyorum. Bu ulaştırma kısmı da aslında, yazardan çok editörün işi tabii. İlk sorunuza gelelim. Yazma motivasyonumu korumuyorum. Beğenilsin diye yazmadığımdan belki… Her türlü insanlık hâlinden kaleme ve kâğıda sığınıyorum. Yazmak, ruhum ve kalbim için âdeta bir liman…
Soru 5:
Daha nitelikli bir edebiyat ortamının oluşması adına yeni yılda (yayınevi-yazar-okur üçgeninde) neler yapılmalı? Ve 2025 Yılından beklentileriniz nelerdir?
Cevap 5:
Yayınevi, yazar ve okur birbirini dinlemeli, anlamalı, birlikte yürümeli… Popülerliğe verdiğimiz önem sebebiyle nice kıymetli edebî eserin yanından geçip gidiyoruz… Art arda iki düzgün cümle içermeyen kitaplar, yazarının tanınırlığı, sosyal medyadaki gücü sebebiyle yayınevlerince desteklenirken ufkumuzu genişleten, bambaşka kapılar açan, okuduktan sonra asla aynı hâlde, histe ve düşüncede kalamadığınız metinlerin bir dosya olarak raflarda saklanıp kitaba dönüşememesi beni çok üzüyor. Herkesin yazması gerektiğini savunuyorum ama yazılan metinlerin hepsi kitaba dönüştürülmeli mi, işte ondan çok emin değilim. Kıymetli Mario Hoca’m “İnsan kendi sesini bulmak için çabalamalı. Okumak isteyeceğiniz kitaplar yazın. Başkalarının okumasını isteyeceğiniz kitapları değil,” derdi. Yazar da kendini ölçebilmeli… Yıllar önce bir editörün, kitap dosyasını teslim aldığı yazara, çalışmasını yayımlamayacağını bildirdiği bir mektup düştü önüme. Reddedilen yazar, bu mektuptan yıllar sonra kitabını yayımlamayan yayınevine editör olmuş. Şimdiki gibi kolayca kitap yayımlatmak mümkün olsaydı o yazar kendini aşarak ilerler miydi diye düşündüm. Belki haklı bir eleştiri almamıştı. Bilemiyorum. Fakat her halükârda kurallar iyidir, olmalıdır. Yayınevleri para kazanmak uğruna edebî açıdan yetersiz, ciddi imlâ sorunu olan çalışmaları yayımlamamalı. Popülerlikten ziyade yeterlilikle ilgilenmeli. Yayınevleri yazar ve okur, yazar ve kitap kulüpleri, yazar ve fuarlar arasında köprü görevi görebilmeli… Yazarını yalnız bırakmamalı. Okur ise tüm bu çılgınlıkların içinde edebiyatın varlığını, insanı dünyadan, zamandan uzaklaştıran o büyülü gücü yeniden hatırlamalı… Anlamlı sorularınız için teşekkür ederim sevgili Mehmet Bey. Dileğim, edebiyatın bizleri birleştirebildiğini, hayatımıza anlam kattığını, kötülükler ve zorluklar arasında başka bir dünyaya yolculuğu mümkün kılabildiğini, edebiyatın kıyısında buluşmanın hepimize iyi gelebileceğini anımsamamız, fark edebilmemiz…
Soruşturma Ana Ekranına Dönmek İçin Lütfen Tıklayınız…
07.12.2024 © Novelius Edebiyat


