11.02.2024 © Novelius Edebiyat
Yazar: Gonca Royem GÜNDOĞAN
Tanrı’nın İstifası
Tam 400 gün oldu. Tanrı bizi terk etti. Bunu metaforik olarak söylemek isterdim. Fakat bu bir gerçek. Kimileri bunun bir sınav olduğunu düşündü ve ibadetlerine devam ettiler. Ama Tanrı çok kesin konuşmuştu.
“Sınav bitti. İrade yok artık. Ben varım, karşınızdayım ve sizi istemiyorum. Cennet ve cehennemin kapıları kapandı. Araf bile yok sizin için!”
Dergahlar, ibadethaneler kapandı. Kimileri yeni peygamberi beklemeye başladı. Suç oranları arttı. Devletler yok oldu. Ben ise aynı mahallemde yaşamaya ve rutinlerime devam ettim. Sadece konuşurken onun eksikliğini hissediyordum. Geri dönmesi gerekiyordu. Konuşacak kimsem yoktu. Onsuz sadece kendimle konuşuyormuş gibi hissediyordum. O yüzden bu yolculuğa çıkma kararı aldım. Bildiğim, bilmediğim tüm dini inanışları araştırdım. Aklımda halen daha onu sorguladığımı bilse neler hissederdi? Pek bir şey hissetmezdi diye seslendi iç sesim. Nasıl olsa terk etmemiş miydi?
Yolculuğumun ilk durağı: Mezarlık
Ölüler şimdi daha sessizdi. Sanki onlar da bizi terk etmişti. Kimse mezarlıklara gitmiyordu. Oysaki Tanrı’nın bizi terk ettiği gün herkes mezarlıklara koşmuştu. Sevdikleriyle konuşmaya. “Söyleyin vazgeçsin bu işten! Düzeleceğiz, daha iyi kullar olacağız. Bizi de alsın yanına.” Lakin meftalara da sesimizi duyuramıyorduk. Cevap gelmedikçe, ölülere duydukları öfkelerinden kabirleri yıktı insanlar. Ben ve ailem, sevdiklerimiz korumak için taşıdık onları. Hiçbir şey istemeden, konuşmadan. Götürdüğümüz yeri unutmak için o kadar karmakarışık yollardan gittik ki, ne bir yolcunun oradan yolu geçer ne de biz hatırlardık. Ama ben unutamadım. Arabaya atladım ve konuşmak için yola çıktım. Cevap gelir miydi? Az kalmıştı. Hepsi bir ağacın altındaydı Anneanneme gidiyordum. Beni severdi. Cevap vermese de belki Tanrıyla konuşurdu. Ağaca yakınlaştım. Annem bir ceviz ağacının altına gömmüştü anneannemi. İçimde ne varsa boşalttım ona. Geri dönmesini istediğimi, onsuz bazı şeyleri yoluna sokamadığımdan… “Kendine iyi bak dedim,” yapraklarından öptüm ve arabama bindim.
İkinci durak: Tanrıyı tanıdığım ilk yer
Tanrıyı eskiden en yüksek tepedeki bir taş zannederdim. İlkokulda, babam beni okula götürürken ona bakar ve dua ederdim. “Tanrım bugün öyle bir kar yağsın ki okula gitmeyeyim.” Tabii ki istediğim şey olmazdı. Olmaması, bütün gün evde oturmamam için bir iyilikti. Karın yağdığı günlerde o kadar sıkılırdım ki varlığına o zaman inanmıştım. Tepeyi çıkarken nefessiz kalışımdan korkmaya başladım. Ya burada ölürsem? Bir yere oturdum, biraz nefeslendim. Tam kalktığım sıra liseden bir arkadaşımı gördüm, arkasından seslendim:
“Halil baksana!”
Anlamsız bakışlarını vücudumda gezdiriyordu.
“Abi benim yahu, Güney! Nasıl tanımazsın, daha geçen sene beraber oturduk.”
Gözleri öfkeyle bakıyordu, yavaşça yaklaştı. Yüzümü inceledi.
“Lan sikik Güney, sen benim sevdiğim kızla sevgili olmuştun değil mi son sınıfta?”
Cebinden bir bıçak çıkardı ve koluma sapladı. Bıçağı kolumdan çıkarıp, temizleyip yerine koydu ve hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Benim başım dönmeye başlamıştı, hemen bir hastaneye gittim. O kadar çok yaralanma vakası vardı ki, beni dışarı attılar. Bir süre ne yapacağımı düşünürken bayılmışım. Bir kadının yanında uyandım. Bana büyük kahverengi gözleriyle bakıyor ve gülüyordu:
“Kolundaki ufacık bir yarayla bayılmayı başardın, tebrik ederim.”
“Öldürecek misin beni?”
“Öldürecek olsam neden pansuman yapayım? Olur böyle şeyler, abimin de başına gelmişti. Eski sevgili vakası bu.”
“Ne vakası?”
“Eski sevgili, birinin sevdiği insanla sen sevgili olmuşsundur vs… Kuralları var mahallenin. Tanrı yok ama yine de bazı şeyler için biz kurallar koyduk. İntikam arzusuyla işlenen suçlar vardır. Sana yapılan aslında hafif. Mesela birinin eski eşiyle sen sevgili olsaydın bacağından bıçaklayacaktı.”
“Aa! Öyle mi, ne kadar normal (!)”
“Bence ölmenden daha iyi. Ne işin var burada? Başka yerde yaşamıyor muydun?.. Tabi ya, hatırlayamadın beni, siz lojmandayken üst komşunuzdum. Senden yaşça küçüktüm, normaldir hatırlamaman. Ceren ben.”
En son hatırladığım insan tarafından bıçaklanınca onu hatırlamam biraz zordu. Ama baktıkça hayatımda bu kadar güzel çok az insan görmüştüm.
“Ben de Güney.”
“Tanıyorum dedim ya seni. Ne zamandır evinden çıkmadın, nasıl alışamadın bu kaosa?”
Bilmiyordum, ona da bilmediğimi söyledim. Bana bir bardak çay verdi, içerken sadece bardağa baktım, ondan tarafa bakamıyordum. Tuhaf sessizliğin ardından, “Kalkayım bari,” dedim.
“Nereye gideceksin?”
“Tanrıyı bulmaya.”
Biraz güler gibi oldu ama bakışlarım ciddiydi.
“O bizi istemiyor. Sen niye onu istiyorsun ki?”
“İstemesin. Ben istiyorum onu.”
“Ben de katılayım sana, zaten yapacak işim de yok. Kimsenin yapacak işi yok bugünlerde.”
Tepeye doğru beraber yürüdük. Tekrardan nefessiz kaldım. “İşte burası,” dedim, Ceren’e.
“Ne burası?”
“İkinci durak.”
Taşın üstüne çıktım. Beklemeye başladım. Saatler geçti ve gün akşama döndü. Gelmedi, gelmeyecekti, bir ses dahi vermedi bana. Üçüncü durağa gitmenin vakti gelmişti.
“Pek gelecek gibi durmuyor. En iyisi ben yola çıkayım.”
“Sen onu arayıp duracak mısın? İstese gelirdi. Herkes onu unuttu!”
Keşke ben de unutsaydım. Keşke ben de onlar gibi olsaydım. Cebimden bıçağı çıkarıp birini yaralayabilseydim.
Ceren’e cevap vermedim. Beraber tepeden inmeye başladık. Nedenlerle, niçinlerle dolu sorular soruyordu. Hiçbirine cevap veremedim, vermek de istemedim. Teşekkür ettim ve üçüncü durağa gideceğimi söyledim. Gelmek istese de onu yanıma alamazdım.
Üçüncü Durak: Her şeyin başladığı yer
Doğduğum eve geldim. Beni yarattığı yerde onu bulabileceğimi düşündüm. Eski fotoğrafları karıştırdım. Hadi hafızanı zorla Güney, ilk hatırladığın anı ne? Anıların arasında dolaştım durdum. Sanki beynimin her bir kıvrımında bir anı saklıydı. Kapılarını açtım, kapattım. Açtığım bir kapıda Ceren’i gördüm. İyi olan hep iyi kalırdı. Patlayan topumun yerine, abisine, evdeki fazladan topu bana vermesi için yalvarmıştı. O anının da kapısını kapattıktan sonra geriye kalanlara ulaşmak için mücadele ederken aldıklarımın hepsine minnettardım. Fakat benden bunları alamayacağını, almasına izin vermeyeceğimi bilmesi gerekiyordu. Bunların hepsinin bende kalması lazım!
Kapı çaldı. Bu gelen bizimkilerdir, herhalde eve geldiğimi gördüler diye düşünüyordum, ama yok, yanılmıştım. Tüm heybetiyle kapıdaydı. Sonunda gelmişti!
“Hiçbir zaman almak istemedim senden zaten.”
“Bu da bir sınav mıydı Tanrım?”
“Hayır! Dediklerimde çok ciddiydim. Sınav ve irade yok. Sana son bir iyilik yapmak için döndüm.”
“Nasıl bir iyilik?”
“Ceviz ağacının yapraklarını öpen varlığın içine milyonlarca sevgi ekliyorum.”
Son iyiliğini yaptı ve gitti. Ölümsüzdüm!
S O N
GONCA ROYEM GÜNDOĞAN
Kapak Görseli, G. O’Keeffe, Red Hills, 1936
Kare Görsel, Thor Lindeneg, Exclamation, 1979
Yazar Hakkında:
Gonca Royem Gündoğan, 23 yaşında. Tuncelili. İzmir’de yaşıyor. İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İktisat bölümünden mezun. Yaklaşık dört yıldır edebiyatın mutfağında. Öyküleri; İshak Edebiyat, Başka Peron, Öykümen Edebiyat ve BubiSanat gibi mecralarda yayımlandı.
11.02.2024 © Novelius Edebiyat


