Site icon Novelius Edebiyat

Öykü: Beş Yüz Doksan Beş

13.11.2024 © Novelius Edebiyat

Yazar: G. Royem Günddoğan

Beş Yüz Doksan Beş

Kaç kez kırılması lazım bir kalbin onarılmaya layık olması için? Çok kez düşündüm bunu. Her kırılış uzun bir süre yeni güzellikleri getirmiyordu. Ben de bir karar verdim. Kaybolmak lazım dedim. Ama öyle bir kaybolmak değil. Herkes onları terk ettiğimi bilecek. Siktirin lan! Der gibi bir kaybolma. Uzun süre konuşacaklar. Salak aklım halen daha onları düşünüyordum. Her terk edilmemi, iyi olduğunu zannettiğim insanların veya beni iyi gördüklerini zannettiğim her insanın beni aslında hiç görmediklerini. Kararımı vermiştim. Otobüse atlayıp terk edecektim herkesi. Ama nasıl? Cepte beş kuruş para yok. Bir senelik mezunum, ailem sağ olsun hem kiramı yollayıp yaşayabileceğim kadar da para yolluyorlardı. Onları terk etmeyecektim elbette… ama bazılarını terk etmem lazım. Hayatta kalabilmem için. Elime telefonu aldım. “İnsanlar nasıl terk edilir?” yazdım. Birçok sonuç çıktı. Yapabileceğim, yapamayacağım, yapmaya cesaretimin asla olmayacağı şeyler. Sonra araştırmanın sonuna geldim. Çünkü uzun lafın kısası terk etme maliyetli bir unsur. Telefonu tam bırakıyordum ki bir öykü yarışması gördüm instagramda. Kazanan için yirmibeş bin liralık bir ödül var. Lisedeyken bir şeyle yazıyordum ama o da lise yıllarında kaldı. Tekrar yazabilir miyim acaba diye düşünmeye başladım. Yazarım lan! Niye yazamayayım?  Sevdiğim herkesin ben de bir öyküsü var.  Biraz dışarı çıkıp yürümem lazımdı. Her iyi yazarın bir yürüş methodu varmış. Yaptığım yirmi dakikalık araştırma bana bu verileri verdi. Hemen dışarı çıktım. Marketten bir su, bir sigara aldım ve durağa geçtim. Herhangi bir otobüse bineceğim ve sahilde yürüş yapacağım. Yirmi dakikanın ardından beş yüz doksan beş numaralı otobüs geldi. Otobüs kartımı çıkattım ve okuttum. Yetersiz bakiye tüm otobüste yankılandı.

“Kredi kartı geçiyor. İsterseniz kredi kartınızı kullanabilirsiniz.” Dedi şöför.

Allahtan kredi kartımda para vardı. Bindim. Otobüsün camından dışarı bakıyordum. Fakat her zamanki yoldan gitmiyordu. Otobüste sadece ben ve başka bir kadın vardı.

“Kaptan duraklar mı değişti?” dedi kadın.

“Evet abla artık sahile uğramadan direkt mahalleye geçiyoruz.”

Benim mutlaka sahile gitmem lazımdı. Bir sonraki durakta indim. Kulaklığı taktım, sigaramı yaktım. Yürümeye başladım. Öykümü düşünüyordum. Etrafı incelemeye başladım. Sanki yabancı bir yerdeydim. Arkamdan biri yaklaşıyordu. Kulaklığımı çıkarır çıkarmaz her yer karardı. Sadece o ve ben vardık.

İçimden bildiğim bütün duaları etmeye başladım. Buradan kurtulayım nolur dedim.

“Kaybolmak istemiyor muydun?” dedi.

“Sen kimsin lan? Neresi burası? Öldürürüm bak seni!”

Öyle bir kahkaha attı ki hayatım boyunca böyle aşağılanmamıştım.

“Sakin ol bakalım. Sihirli durakta indin. Bu durak sadece kaybolmuşlar içindir. Ben de kaybolmuşların ciniyim sana yardıma geldim.”

“Allahım kafayı yiyeceğim! Neredeyim ben?”

Uzun bir süre oradan oraya koştum durdum. Karanlığın içinde apaydınlık bir şey beni takip ediyordu. Korkudan kalbim çıkıcaktı. Her yere kustum. Kustuğum yerler anında temizleniyordu. Ağlayarak benden ne istediğini sordum.

“Hiçbir şey asıl sen benden ne istiyorsun? Ben bir cinim istediğini yaparım. Yalnız para, sağlık, mutluluk veremem. İsteğinin makul olması lazım. İsteğin eğer makulse tek bir şartla yaparım.”

Ağlamaya devam ediyordum. Durdurak bilmeden ağlıyordum. En sonunda sustum. Hatırladım. Yola çıkma amacımı hatırladım.

“Öykü yarışması, şu öykü yarışmasını kazanmama yardım et…”

“Bakalım…düşünelim…”

O düşünürken halen daha kalbim çıkarcasına atıyordu.

“Olur. Bunu yapabilirim ama tek bir şartla bu isteğin olacak. Bana senin veya senin olmayan mutlu bir anıyı paylaş.”

Düşünmem lazımdı. Mutlu bir anıyı daha ben hatırlamazken nasıl anlatabilirdim?

“Biraz süre verir misin?”

“Çok uzun sürmemesi lazım!”

Düşündüm durdum. Mutlu bir anı aklıma gelmiyordu. Tanrım bu kadar mutsuz olamazdım ben bu hayatta! Mutlu günlerim de oldu benim.

“Tamam buldum! Ama benim anım değil anneannemin anısı.”

“Anlat bakalım.”

“Yıllar önce annem, annesinin ve babasının mektuplarını buluyor. Ne kadar birbirlerini sevdiklerini, özlediklerini yazan mektuplar. Fakat bu mektuplarda bir gariplik fark ediyor annem. Dedemin yazdığı her cevap anneannemin mektubunun boş kısımlarına yazılmış. Annem bunu merak edip soruyor. Anneannem ise gülümseyerek mektupların hepsi bende toplansın diye cevaplamış.”

Cin aniden araya girerek

“Mektupların hepsi niye onda toplanmış ki? Kaybolmasın diye mi?”

“Hayır o zamanlar kadınlar ayrıldıktan sonra küçük yerlerde dedikoduları çıkıyormuş. Erkekler mektupları gösterip bak o benle de mektuplaştı deniyormuş. Dedem mektupların hepsi anneannemde kalmasını bu yüzden istemiş.”

“Vay be kendinden bile korumuş…”

Belirli bir süre ikimizden de ses çıkmadı. Cin bu yeterli bir anı mı diye düşünüyordu. Ben ise kabul etse ne olacaktı diye düşünmeye başladım. Ben düşünürken cin konuşmaya başladı.

“Tamam. Hadi geri dönelim!”

“Ne oldu şimdi? Kazanacak mıyım anlamadım?”

Uyandım. Şöför ve o kadın başımda bekliyordu. Ne oldu bana dedim.

“Abla bayıldın. Dikiz aynasından gördüm. İyi misin ambulans çağırayım mı?”

Ardından kadın telaşlı bir şekilde

“Çağıralım tabi kızın halini görmüyor musun? Tansiyonu düştü herhalde, ya da kriz geçiriyor canım iyi misin?”

“Abla sus da kız kendine gelsin!”

İyiyim iyiyim dedim. Ama gitti!

İkisi bir ağızdan

“Kim?” dedi.

“Cin”

Şöförle kadın bakıştılar.

“Ben ambulansı arıyorum!” dedi şöför.

 

SON

Kapak Görseli: Alfred Sisley, Fog, Voisins, 1874

Kare Görsel: Paul Klee, Senecio, 1922

Yazar Hakkında:

Gonca Royem Gündoğan, 24 yaşında. Tuncelili. İzmir’de yaşıyor. İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İktisat bölümünden mezun. Yaklaşık dört yıldır edebiyatın mutfağında. Öyküleri; İshak Edebiyat, Başka Peron, Öykümen Edebiyat ve BubiSanat gibi mecralarda yayımlandı.

13.11.2024 © Novelius Edebiyat

Exit mobile version