Site icon Novelius Edebiyat

Bir İlk Roman: “Covid 99 Yeni Dünya Sendromu”

sevgi nur

14.03.2023 © Novelius Edebiyat

Sevgi Nur, ilk romanı Covid 99 – Yeni Dünya Sendromu‘nu, kitabının yazım sürecini ve edebiyatla kurduğu ilişkiyi anlattı. Eser, geçtiğimiz yıl Vivo Yayınevi etiketiyle yayımlanmıştı.

Roman yazma düşüncesi, yıllardır aklımda olan ve git gide büyüyen bir istek haline gelmesine karşın, böylesi uzun soluklu bir işe girmekten hep kaçındığımı belirtmeliyim; bilemiyorum, belki de o cesareti göstermekten uzun bir süre kaçmışımdır ama şu da var ki, sonradan ortaya çıkan hastalığımın baskısı altında da kalmış olabilirim. Daha önce senaryo çalışmalarım olduğundan, bir konuyu ya da olayı hikâye edebilmem için büyük bir deneyime sahiptim; roman ya da öykünün ve senaryonun anlatım teknikleri çok farklı olsa da, özünde birbirini bütünlediğini düşünüyordum; aslında bütün yapmam gereken, roman tekniğinin matematiğini yakaladıktan sonra art arda gelen problemleri çözmekti, ama önemli bir sorunum vardı beni korkutan; senaryo yazımıyla roman yazımını birbiriyle karıştırmak; bu durumdan çok etkilendiğim için konuyu çözümlerken, zorlanmamda etken olmuştur diye düşünüyorum.


İlk başladığım roman çalışmam, çok büyüyüp taaa İngiltere’ye kadar gitmemi gerektiren, daha önce yazdığım novella diyebileceğim bir öykümden yola çıkarak, “Ağzının İçinde Kendini Kaybeden Adam”a başladıktan sonra o romanı bir kenara bırakıp, uzun zamandır düşündüğüm üçlemeyi yazmaya karar vermiştim ve birini bitirmiş, ikincisine de başlamıştım, ama bazen yapmayı düşündüğünüzü yapamazsınız; hastalığımın iyice ortaya çıkmasıyla ilaç tedavisine başladığım günlerde, doktorum günlük tutmayı önermişti ve ilaca başladığım gün itibariyle de çalakalem de olsa, neler yaşadığımı bir deftere anlatmıştım. Aradan geçen üç yılın sonunda, bir gün her şeyi bir tarafa bırakıp, bu günlük üzerinde çalışmaya başladım ve bitirince de doktorum Doç. Dr. Serkan Demir’e götürüp, teslim ettim ve o da kendi konusunu hastaların anlayabileceği bir dille anlatarak, benim yaşadıklarıma yorumlar yazdı. Şu anda 1. Baskısı tükenmiş olan ve “Türkiye MS Derneği” yararına, “Umudum Umudun Olsun” adlı kitabımız basılıp da elime geldiğinde çok etkilendim ve bir füzenin yakıtı gibi beni iteleyip, dünyanın çekim alanından çıkartarak uçurmaya başladı. Bastırıp kitaplaştırmayı hiç düşünmediğim yazdıklarımı ve yazacaklarımı, sadece kendim için yazıp bilgisayarımda oluşturacağım müzelerimde saklamayı düşündüğüm; o, bütün düşünceler kuşların kanatlarını çırparak gidişleri gibi uçarak gitmeye başladılar ve ben onları tutamadım. O an bütün yazdıklarımın bilgisayarımda durmaları bana çok yavan gelmeye başladı.


2019 yılının sonuna doğru, henüz dünyaya yayılma olasılığı yokken Covid 19 haberleri ilgimi çekmişti; özellikle de Türkiye dışındaki kanallardan ve internet sitelerinden takibe başlamıştım. Çünkü 2006 yılında başlayıp, 2008’de bitirdiğim uzun öyküm “Yeni Dünya Sendromu” aklıma gelmişti. Yıllar önce yazdığım o öyküyü yeniden okuduğumda, kendimi Nostradamus gibi hissediyordum. Çok kısa bir sürenin ardından bir anda Covid 19 bütün dünyaya yayılmaya başladığında, yazdığım eski öyküm, imgelemim içinde yeşererek iyice dal budak sarıyor, beni bir türlü rahat bırakmıyordu. Bu öyküye devam etseydim “neler olabilirdi?” düşüncesi ve olabileceklerin ardı arkası kesilmeksizin beynimin içinde sıralanarak beklemeye başlaması sonunda karakterler geliştikçe, roman da kendine bir yaşam yolu açmaya başladı.


Covid 19, 2020’nin Mart ayında ülkemize gelmesiyle de bu öyküyü romanlaştırmam için yaşamımın içindeki her şey, eşyalar dahil herkes, bu romanı yazmamı istiyordu; daha doğrusu, aslında ben istiyordum ve bir roman olarak şekillendirmek üzere yola çıkarak, yazmaya başladım. Yola çıkmak kolaydı ama o yolculuktaki karanlıkları aydınlatmam gerekiyordu; ilerledikçe karanlık büyüdü ve göz gözü görmemeye başladı; bazen çıkışı bulup, aydınlığı getirdim bazen de bulamadım; geceler boyu uykularım ve rüyalarım dahil bana eşlik ettiler onlar da ellerinden geleni yaptılar ve o, 3 yıllık süreçte herkes hastalıkla uğraşırken, Covid 19 üstüme üstüme katlanarak geliyordu. Gözümden kaçan var mı bilemiyorum ama pandemiyle ilgili bütün kitapları okudum; Camus’un Veba’sını yıllar önce okumuştum ve filmini de seyretmiştim ve hatta “Yeni Dünya Sendromu”nu, çok etkilendiğim için ilk yazdığım öyküyü ondan esinlenerek yazmıştım ve tabii ki, “Veba”yı da yine yeniden bir daha çok dikkatle okudum. Ayrıca eski baskılarını sahaflarda arayıp bulduğum, Alessandro Manzoni’nin Nişanlılar, Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm, Giovanni Boccaccio’nun Decameron, Daniel Defoe’nun Veba Yılı Günlüğü ve Çinli bir yazar olan Fang Fang’ın Wuhan Günlüğü’nü, ayrıca Dante’nin İlahi Komedya’sını da bu romanı yazarken okumuştum. Herkes gibi beni de çok etkileyen bir pandemi romanı olan Jose Saramago’nun Körlük romanını da birkaç yıl önce okumuştum ama roman bütün berraklığıyla aklımda duruyordu. Okuduğum bazı romanların cümlelerini kitabıma taşıdım; özellikle de, Covid 19’un korkunç etkilerini ve Wuhan’daki yaşamları anlatan Fang Fang’ın kitabı beni çok etkilemişti. Ayrıca akademik bir çalışma olan, “Eski Çağda Salgın ve Hastalıklar” (Yayına hazırlayanlar: Özlem Sir Gavaz – Gülgüney Masalcı Şahin) okuduğum en ilginç kitaptı ve romanımı yazmamda büyük etkileri olmuştur. Kitabın önsözündeki birkaç cümleyi buraya almak istiyorum; “… Bu kitap projesinin temel amacı, Mezopotamya, Mısır, Anadolu, Ege Dünyası ve Kıta Yunanistan’ı da içine alan coğrafyada, Sümer’lerden, Roma Devleti’ne kadar olan tarihsel süreçte, kayıt altına alınan ve insanların kitle ölümlerine yol açan salgın hastalıkların ve bu salgınların yol açtığı politik, sosyal ve ekonomik sorunları ele almaktır. Ayrıca bu kitabın vurgulamak istediği temel nokta, salgınların ve hastalıkların dünya tarihinde oynadığı değişim sürecini ortaya koyarak, tarihte devletlerin bunlarla başa çıkma konusunda gösterdikleri tecrübe ve çabaların aktarımıyla tarihsel bir farkındalık yaratmaktır…”


Bir de tesadüfen Thomas Mann’ın 2 cilt Büyülü Dağ romanını okurken, kendi romanım için düşündüğüm bir aşk sahnesini benden önce kullandığını fark etmem, yazara karşı biraz sinirlenmeme neden olmuştu; bir süre düşündükten sonra romanıma o bölümü yazmaktan vaz geçtim, ama oraya da not düşmeden yapamadım. Eğer yazsaydım tabi ki çok farklı yazacaktım, belki de hiç kimse fark etmeyecekti, ama bir kişi fark etse hırsız konumuna düşebilirdim; en başta da kendi kendime rahatsız olacağımdan emindim; o nedenle romana o kısmı eklemekten vaz geçtim, ama Thomas Mann’ın 20. Yüzyılın başlangıç yıllarından gelip, beynimin içine girerek fikrimi çalıp, gidip yazdığını ve daha sonra da bana alaysı bir hınzırlıkla güldüğünü uzun bir süre kafamdan çıkarıp atamadım. Eğer o kitabı, tam da o sırada okumasaydım, onun bu yazdığından haberim olmayacaktı ve ben o sahneyi yazacaktım; ama bile bile yazamadım işte!… Belki yazmalıydım; bilemiyorum, belki de bu benimkisi büyük bir ego veya kibir de olabilir. Bu romanı yazarken, o kadar çok kitap okudum ki; inanılmaz bir biçimde, kendimi sadece okumaya ve yazmaya adadım ve bütün bunların içinde kayboldum diyebilirim. İlk romanım olması da beni çok etkilemişti; bütün isteğim, eli yüzü düzgün bir roman oluştururken, kafamda kurduğum kurguları atlamadan yazabilmekti. Şu anda kendi isteklerimi gerçekleştirdiğimi düşünüyorum.

Çevresi tarafından sevilen, toplumca efsane olmuş iki tıp doktorunun yaşam öyküsü bu romanın ana unsuru gibi görünse de, çoklu mini olayların örgülerinin içinde çeşitli katmanlardaki kahramanlarıyla genel bir sonuca doğru ilerlemeye çalıştım. Romanımı yazarken en başından belirlediğim üç unsur beni hiç bırakmadı; sanki sürekli peşimdeydi. Her ne yazarsam yazayım, olaylar zinciri nasıl gelişirse gelişsin, onlar sürekli canlı ve heyecanlı bir biçimde romanın içinde kendilerini ortaya koymayı başarıyorlardı. Zaman-Yaşam-Değişim 12-13 yaşlarımdayken ilk defa okuduğum, “Ne içindeyim zamanın,/Ne de büsbütün dışında;/Yekpare, geniş bir anın/Parçalanmaz akışında” diye başlayan; “Bir garip rüya rengiyle/Uyuşmuş gibi her şekil/Rüzgarda uçan tüy bile/Benim kadar hafif değil/ …” diye devam eden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu şiiri bir anda beynimde bir şimşek gibi çakmıştı; ilk defa zaman kavramının derinliğine yol almıştım; o yaşımda inebildiğim kadar inmiştim diplerdeki ayrıntıları görebilmek için; azıcık, birazcık da olsa… O zamanlar beynimin bir bölümüne yerleşip, orada kalmıştı. Bu romanda, bana en büyük katkıyı verenin Ahmet Hamdi Tanpınar olduğunu düşünüyorum. Bazı insanlar, özellikle de yazarlar, şairler bu dünyayı terk edip gitseler de bize bıraktıklarıyla öğretmeye devam ediyorlar.


Romandaki yazım şekillerinin farlılığı kendi doğallığında gerçekleştiğinden, Zamanın içindeki, Yaşamın getirdiği, Değişimin bir sonucu olduğundan, bu konudaki hiçbir şeye dokunmadım. Bu üç ana düşüncenin dokusu içinde; alt metinler, karşıtlıklar, anlam çeşitlilikleri ve birçok sorular ortaya çıktığı için hiç birini kaçırmadan yazmaya çalıştım. Bütün bu oluşumları ayrıntılı düşünmeye çalışıyordum ve büyük yazarları yoğun bir biçimde okurken yazıyor, kendi esrikliğim içinde onların ve kendi yarattığım dünyaların acılarını ve zevklerini yaşarken, farklı maceraların peşine takılıyordum. Bu imgesel maceramın nesnelliği hakkında hiçbir şey söyleyemem. Artık bundan sonra romanın kendisi konuşmalı; bu, onunla vedalaşma yazım. Ayrılık zamanı geldi.
Hoşça kal “Covid 99 Yeni Dünya Sendromu”

6 Mart 2023, İstanbul, Sevgi Nur

Yazar Hakkında:

Sevgi Nur Kadriye Ortaçdağ, yazın yolculuğuna köşe yazıları ile başladı. Çeşitli reklam şirketlerinde çalıştı. Ankara’da kendi reklam şirketini kurdu. TRT dizilerinde sanat yönetmenliği, senaristlik, TV programı metin yazarlığı yaptı. En son “Umudum Umudun Olsun” adlı kitabı Doç.Dr. Serkan Demir ile birlikte yayımladı.

14.03.2023 © Novelius Edebiyat

Exit mobile version