23.12.2023 © Novelius Edebiyat
Yazar: Uğur ÜNEN
VAKA-İ MÜNZEVİ
Haberlerde duyduğu şiddete ve acılara değil, kimsenin gülmediği bir palyaço videosuna ağlar olmuştu. Ağlamak dediği de bir yarım damladan ibaretti. İçinde hayatın korkunç gerçeklerine dair hiçbir his tohum açmıyordu. Ne içtiklerinin ne yediklerinin tadı vardı artık. Doğrusu yerin altında ya da üstünde olmasına aldırmayan bir ölüyü taklit ediyordu vücudu. Ne zamandan beri bu hâldeydi. Pek umursadığı yoktu. Dışarıdan gülüşen insanların ve bir yerlere yolculuk eden arabaların sesi duyuluyor olsa da dışarıya çıkası gelmiyordu. Tüm gün hiçbir şeyden yapmadan otursa ya da yatağından kalkmasa rahatsız olmayacaktı. Biriyle konuşası dahi yoktu. İnsanlara zaten oldum olası güvenmez ve onları vakit geçirmeye lâyık bulmazdı. Kendini bazen zavallı görse de asıl zavallının yaşlılık bunaması yaşayan dünya olduğunu düşünürdü. Tüm değerlerin toz olup yittiği bu zamanda dünya hiç çekilesi bir yer değildi. Dünyanın güzellikleri de elbet vardı ama orayı deneyimlemek için bile binlerce kilometre gitme hevesi ve yüklü para gerekiyordu. Para bir şekilde bulunurdu ama heves, ah işte! Onu geri bulmak ne zordu.
Aynanın karşısına geçti.
“Zaman,” dedi. Ardından ekledi: “Zaman herkesi yutan girdap! Sen ne doyumsuzsun.”
Ara sıra kendi kendine konuşurdu. Bu kasvetli gün de o günlerden biri olmalıydı. Kendime bakıyorum, ötesine. Gördüğüm boşluk yaklaşarak beni kendiyle kapsıyor. Hiçbir acı hissetmiyorum. Hiçbir his için gözlerimi açmıyorum. Hayattan beklentim yok, en azından sahteliğini tazelesin. Bilindik oyunları gülümsetmiyor artık. Bunları düşünürken bir “Güm!” sesiyle zangırdamaya başladı ev. Duvarlar titreşiyor, lambalar sallanıyor, büfedeki hiç kullanılmamış cam bardaklar şıngırdıyordu. Öylece bekledi. Herhangi bir canlılık belirtisi olmayan vitrin mankenleri gibiydi. Derinlerden gelen uğultu ve toprak aşınma sesine de aldırış etmedi. Sarsıntı yavaşlarken ağır ağır telefonunu eline aldı. Son da haberlerini taradı. Depremle ilgili bir habere denk gelmedi. Belki daha yeni olduğundandır diye düşündü. Deprem gerçekten yaşanmış mıydı? Yoksa bezginliğinin canı sıkıldığından onunla oyun mu oynamıştı? Hangisinin doğru olduğu önemli miydi? Değil diye düşünerek kanepeye uzandı.
Televizyon izlemekten imtina ediyor; hatta kitap dahi okumak istemiyordu. Hatırladığı kadarıyla- çünkü artık her şeyi hatırladığı söylenemezdi- en yakın arkadaşının ona en uzak kişi olduğunu öğrendiği gün isteksizlik yan etkisi kendini göstermişti. O gün bu gündür birçok vakit geçirme şekline karşı isteksizdi. Ne arkadaş eğlencesine ne de akraba cenazesine katılmaya gidesi vardı. Bir miskinlik onu güçlü ağlarıyla sarıp sarmalamıştı sanki. Kanı emilecek hâle getirilmiş bir kurban gibi. Umurunda mıydı? Hayır. Herhâlde ruh hekimine gitse o ağır depresyon derdi. Fakat bunun farkındaysa o kadar ileri seviyede değil demekti. Başka bir rahatsızlık olmalıydı? Neyse ki var olmayan şeyler görüyor değildi. Henüz!
İnsan kasvetli düşüncelerden kaçmaya çalışırdı, o hariç. Gayet kendi hâlinde bir kısır döngü bu onun için. Ah! Daha basit bir hayat düşünemezdi. Onca çabaya ne gerek vardı. Er geç yalnızlık kalıcı hayatı olacaktı. İnsanlar gelir ve giderdi. En yakın hayaller silikleşir, geleceğin ufku an gelir kendini göstermemeyi tercih ederdi.
Her ne kadar çok istek duymasa da perdeyi açası geldi. Kanepeden üşengeç bir tavırla kalkıp cama ilerleyerek şöyle bir dışarı baktı. Hava yağmura, penceresi buğudan sise yenik düşmek üzereydi. Ne görecekti ki zaten! “Aman!” deyip gözlerini kaydırması bir oldu. Yüzünü içeri döndü. Daha içeri. Odanın ötesi. Kendisi. En dibi. Gördüğü şey karşısında şaşırması mı gerekiyordu. Büyük bir mezarlık vardı karşısında. Düşlediği, büyüttüğü ve sevdiği her şey orada gömülüydü. Kaç deprem gören bu mezarlıkta, kayan toprak yüzünden kemikler birbirlerine karışmış olabilir miydi? Cevabı duymak için bekleyecek değildi. İçinden dışarı çıktı. Tekrar soyutlanmışlığının havasız odasındaydı. Yapacak bir şeyi, gerçekleştireceği bir planı yoktu. Telefonda konuşmak istediği ve onu arayabilecek durumda biri de yoktu. Ölüm bile meşguldü. Ölmek bile yorucuydu. Uyumak da istemediğine göre tozla örtülmüş kitaplığının yanında bulunan eskimiş koltuğuna kendine atıp bir süre boş boş oturması en doğru hareket olacaktı. Bir süre öyle kaldı. Bir şey düşündüğü yoktu. Gözlerini kırpıştırdı. Göz kapakları açılıp kapandı sinema perdesi gibi yavaşça. Sonra ayağa kalktı. Birkaç dakika pili bitmiş oyuncak gibi durdu. Ne kadar süre o şekilde durduğunu tam bilmiyordu. Kendine geldiğinde üç gündür yıkamadığı bulaşıkları yıkaması gerektiğini hatırladı. Vücudunu, uykudan yeni uyanmış biri gibi sürüyerek mutfağın yolunu tuttu.
S O N
Uğur ÜNEN
Kapak Görseli: Peter Paul Rubers, Head Of Medusa, 1617-18
Kare Görsel: Pierre-Auguste Renoir, Alfred Sisley, 1876
Yazar Hakkında:
Daha fazla öykü için lütfen tıklayınız…
23.12.2023 © Novelius Edebiyat


