Site icon Novelius Edebiyat

Öykü: Psomatia

05.01.2025 © Novelius Edebiyat

Öykü | Psomatia

Geceler bitti. Yolculuklar bitti. Yeni yerler, yeni sabahlar bitti.

Her yerde bin yıllık bir aşınma, solgun zaman kokusu.

Senden önceki haline döndü kalabalık.

Gamzeli sular yürürdü dünyaya, kirpiğin kaşına her değdiğinde.

Ben deniz derdim hazla, gökyüzü niyetine bakardı başkaları.

Kimsenin sesinde bulut yok, kanat yok, rüzgâr yok; bir hızar sesiyle konuşuyor artık herkes.

Şükrü Erbaş

Cahit Sıtkı’nın çilingir sofrasını kurdurup Abbas’a: “Haydi Abbas, vakit tamam! Al getir eski sevgiliyi Beşiktaş’tan, Yaşayalım gençliğimizi yeni baştan.’” dediği çağdayım şimdi. Önümde çilingir sofrası yok. Gayet ayık bir kafayla “Haydi Abbas!” diyorum, kur hafızanın zembereğini de yaşayalım gençliği yeni baştan. Abbas, Abbas… e hadi iki gözümün çiçeği! Cahit Sıtkı’dan farkım iki gözümün çiçeği Tarabya’dan… Gözümün çiçeği ile evleneli iki sene oldu. İsmi de çiçeklerin en güzeli, gerdanımda pırlantalar olacağına, masamda güller olmasını tercih ederim diyen yazarın ifadesindeki Gül’dü. Gül masada değil benim gönlümde. Hafta sonları İstanbul’a (Sur İçi’ne) inmeyi çok seviyorduk. Zamanı belirsiz tarihte, hayat gürültüsünün içine dalarak, kalabalık caddede yemek yiyen, kafelerde oturan, sinemaya giden, avare avare sokak müzisyenlerini dinleyen insanların arasından, sahaf dükkanlarının yer aldığı Beyazıt meydanına kadar aşkım ile yürürdük. Arkamızı üniversitenin kapısına verip ortadaki tarihi çınarı geçtiğimizde işte karşımızda sahaflar çarşısı. Pazar günleri bu dükkanlarda zaman geçirmeye, kitap, plak, resim, haritalarla tıka basa dolu dağınık raflara göz gezdirmeye, sahaflarla sohbet etmeye bayılırdık. Okunmuş eski kitapların rasgele çevirdiğimiz sayfalarında yaşanmışlıklara dair ufak işaretler bulmanın hazzı bizi sahaflara yöneltiyordu. Sahaf Haydar elinde bir eski kutu dükkanının önünde duruyordu. Dalgındı. Kutunun içindeki eski fotoğraflara bakıyordu. “Yahu dedim yavaşça, “insan böyle mi karşılar müdavimlerini? Bir merhaba yok mu?” İrkilerek döndü. Gülümseyerek “Ha? Yok! Dalmışım. Merhaba hoş geldiniz” dedi. Dükkâna girerken, çok alışkın olduğum koku karşıladı beni… Tüm mekâna hâkim olan o kâğıt kokusu… İlk bakışta pek çok yeni kitap çarptı gözümüze… eşim heyecanla onlara doğru seğirtirken, heyecanını fark eden Sahaf Haydar gülümseyerek yaklaştı… “Gül Hanım, dün geldi bu kitaplar. Kitaplarla beraber bazı fotoğraflar da geldi, bakmak ister misiniz?” Kitapların arasında Dorian Gray’in bir baskısı gözümüze çarptı. Okyanus mavisi deri ciltli, tertemiz bir kitaptı. Sayfaları çevirdikçe işaretlenmiş satırlar, paragraf başlarında yıldızlar ve küçük notlar fark ettik. İlk sayfaya da dolmakalemle, düzgün ve akıcı bir el yazısıyla “Feyyaz Baykal, 1953, Samatya (Psomatia)” yazılmıştı. Benim doğumumdan yedi sene önce…karıştırmaya devam ettikçe, başka okyanus mavisi ciltler de bulduk. Kitapların ilk sayfasında hep Feyyaz Baykal yazıyordu, 1950 ila 1960 arasında okunmuş, satır altları cetvelle çizilmiş, özenle hiç karalamadan satır yanlarına notlar alınmış, Avrupa ve Türk klasiklerinden oluşan on kitap vardı. Yeraltından Notların içinden Fransız Konsolosluğunda 1955 yılında düzenlenen Noel Balosu’nun davetiyesi, Mai ve Siyah ’ta da Baudelaire’den Fransızca mısralar bulmuştuk.

Kitapların hepsini aldık. Gül kitapları göğsüne bastırdı. Eğitimli, romantik, dans etmeyi seven, Fransızca bilen Feyyaz Baykal’ı düşledi.
” Bu kitapların sahibine ne oldu biliyor musunuz?” diye Haydar’a sordu. “Bir eskici arkadaş getirdi kitapları ve fotoğrafları. Sahibi hakkında bir şey söylemedi.” Okuyucusunun özenle notlar aldığı bir kitabın sahafa düşmesine hep üzülürdü eşim… Feyyaz Baykal’ın bir başına, eski bir evde öldüğünü ve tüm eşyalarının, kitaplarının eskiciye satıldığını düşünmenin belli belirsiz hüznünü yakaladım bakışlarında… Feyyaz ile zamanda yolculuk yapıyorduk. Bu fotoğraflar adeta zamanı durdurarak, bize geçmişteki o anı yakalama imkânı sunuyordu. Bu sihirli anlar, geçmişin gizemli hikayelerini barındırıyor ve kaybolmuş zamanların izlerini taşıyordu. Bir kitap dizisinin üstüne oturup, sahafın o dağınık raflarda bir çırpıda bulup çıkarttığı bir ayakkabı kutusundaki resimlere bakmaya başladık. Erkeklerin meyhane, hanımların çay toplantıları, okul fotoğrafları, evlilik fotoğrafları… Hiç tanımadığımız insanların tüm yaşamları öylece önümüze serilmişti… Gizli bahçelere giriyorduk sanki, zaman durmuş, geçmiş yaşamlardan fısıltılar tozlu sahafı kaplamıştı. Kareden ona gülümseyen fötr şapkalı, Clark Cable bıyıklı adamlar, jüponlu, kabarık etekler giymiş, şık topuzlar yaptırmış hanımlar, saçlarında kocaman kurdeleler olan kız çocukları… Birden bir fotoğrafın arkasında o akıcı, güzel el yazısını gördük. “Sevgili kardeşim Halil’e hep dost kalmak ümidiyle” yazılmıştı İki uzun boylu, esmer, bıyıklı, takım elbiseli genç adam, Arsen’ in kahvehanesinin önünde objektife gülümsüyordu.
Sahaf Haydar’da fotoğrafa ilgiyle baktı. “Hey gidi İstanbul beyefendileri… Böyle şu insanlar yok artık! Yakın gözlüklerini takıp fotoğrafı biraz daha inceledi, “Şu soldaki beyefendinin birkaç fotoğrafı daha olacaktı. Kapıya yakın eski bir tahta dolabın en alt rafını gösterdi. “Karışık ama bir bakın isterseniz” Gül, sahilde ahşap bir evin önünde, kalabalık bir davette ve Samatya Meydanı’nda olmak üzere dört fotoğraf daha bulduğunda saat neredeyse sekize geliyordu. Sahaflardan çıkıp metro ile Eminönü’ne oradan da Sarıyer otobüsüne binip Tarabya’ daki evimize geldiğimizde aceleyle bir şeyler atıştırıp, kanepeye oturduk. İşlemeli cumbasından sardunyalar sarkan bir evin önünde neşeyle gülümseyen adamı inceledik uzun, uzun… Birlikte onunla ilgili hikayeler kurguladık. “Hadi geç oldu uyuyalım artık” dedi Gül. “Yarın işe gideceğiz.”


“Hadi ama uyan! Halil ile buluşacağız, gazinoya geç kalıyoruz.” Gözlerimi açtım. Feyyaz Baykal yanı başımda durmuş, sabırsızca saatini gösteriyordu. Nasıl olur? Ne gazinosu? demeye kalmadan Feyyaz beni kapıya sürükledi. Deniz kenarındaki gazinolar arasında, fotoğraftaki Samatya sahilinde yürümeye başladık. Sahil yolu yapılmadan önceki, denizle iç içe, kucak kucağa Samatya ne görkemliydi. Ay ışığı göz alabildiğine uzanan kumsalı ve surları aydınlatıyordu.

Sahilde yasemin kokan bir gazinoda oturup Rum garsonun getirdiği mezeler ve rakı eşliğinde sohbet etmeye başladık. Biraz sonra kulağımızın dibinde bir sesle irkildim. Başımı çevirdiğimde uzun boylu, yakışıklı esmer bir adam bize gülümsüyordu. Onu hemen tanıdım. Fotoğrafta gördüğüm diğer genç adamdı. Feyyaz sevinçle ayağa kalkıp sarıldı arkadaşına. Bana dönerek… “Bu Halil” dedi.” En iyi arkadaşım, beraber büyüdük.”

Saatler ilerledikçe, soframız kalabalıklaşmaya başladı. Zilciyan ailesinden zil yapımcısı hülyalı bakışlı, zarif bir genç Mikael ile Mihri Hatun Sokağı’ndan komşuları şen şakrak Adonia Teyze de oturdu masamıza… Halil ve Mikael Taksim stadında Şark Şimendifer ile Beşiktaş arasında oynanan futbol maçını tartıştılar. Mikael turuncu – nef renkli Şimendiferin, Halil ise kara kartal Beşiktaş’ın taraftarıydılar. Son olarak gazinonun sahibi Tatyos da katıldı küçük topluluğumuza… “Tatyos’ un kardeşi Eleana küçükten beri Feyyaz’a sevdalıydı ama babası onu tüccar Yannis ile evlendirdi” diye fısıldadı Adonia Teyze kulağıma. Ertesi sabah kahvaltı ederken Gül “Dün gece sana ne oldu, sabaha kadar uykunda konuştun, ama gülümsüyordun da uyandırmaya kıyamadım” dedi.


Ertesi hafta Sahaf Haydar’ın bize sürprizi vardı. “Bugün dükkânın arkasındaki dolaplarda buldum bu kitabı, içimden bir ses hemen size göstermemi söyledi” diyerek mavi ciltli bir kitabı işaret etti. Shakespeare Soneler… Kapağın içindeki “Feyyaz Baykal, Brüksel 1960” yazısına baktık uzun uzun. Sayfaları çevirirken “Bir yaz Gecesi Rüyası” piyesinin biletini bulduk. O sayfadaki soneyi okuduk. Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan güneş kucağındadır, bilemezsin bir çocuk gözlerine bakar arkan dönüktür koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın uçar gider, koşsan da tutamazsın. Sayfanın üzerine kısa kısa notlar düşmüştü Feyyaz Baykal. Daha sonra sahafta fotoğraf destesinin en altında bulduğumuz fotoğrafa göz attık. Yağmurlu bir sonbahar sabahı Samatya Meydanı’nda genç adam, açık renk bir trençkot giymiş, elinde bir bavul, biraz hüzünlü ama kararlı bir gülümsemeyle poz vermişti. Feyyaz’dı bu genç adam…yorgun ve üzgün görünüyordu. Fotoğrafın arkasında “Dostum Halil’ e… gidiyorum ben, bu akşam çok uzaklara gidiyorum. Herkes gitti, tüccar Yannis babasının varlık vergisinden sonra durumunu düzeltemedi, Amerika’ya gittiler. Tatyos ’un gazinosu sahil yolu geçince yıkıldı. Selanik’e göçtüler. Adonia Teyze’nin kalbi tüm bu çalkantılara dayanamadı. Artık Samatya gazinosuz, arkadaşsız, komşusuz… Ben de alıp başımı Brüksel’e gidiyorum. Zaman içinde bir yerde, belki yine bir gazinoda buluşuruz, bilinmez. Bütün dünya bir sahne ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu; girerler, çıkarlar.” Yazıyordu.

Cumartesi sabahı erkenden elimizde eski fotoğraflar Mihri Hatun Sokağındaydık. Gazinoyu, dantel oymalı cumbasından sardunyalar sarkan Feyyaz’ın ahşap evini aradık. Kimse Halil’i, Adonia Teyzeyi, Tatyos’u hatırlamıyordu. Daracık sokaklarda o eski ahşap, taş evlerin yerini dört beş katlı, ruhsuz beton evler almıştı. Feyyaz Baykal’ın Samatya’sı hiç yaşanmamışçasına silinip gitmişti. Eskiden kasetler vardı. Bazen sarardı böyle, şeritler karmakarışık olurdu. Bir köşeli kalem sokardınız sarma yerinden başa alırdınız her şeyi. Karışık şerit düzene girer ait olduğu yere dönerdi. Bazen; tıpkı o eski kasetler gibi anıları da köşeli kalemle başa sararak düzenlesek derim. O günleri yeniden başa sarsak. Zamanın tünelinde sürtünerek adeta rendelenerek, aşınarak olgunlaşan ruhumuzla yeniden başlayabilsek.

Şevket M. OĞUZ

S O N

Kapak Görseli: Claude Monet, Water Lily Pond, 1917

Kare Görsel: Vincent Van Gogh, Thatched Cottages in the Sunshine, 1890

Yazar Hakkında:

Şevket M. Oğuz, 1960 yılında İstanbul-Fatih’te doğdu. Aksaray Pertevniyal Lisesinden sonra İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık i Akademisi Vatan İnşaat Mühendisliği bölümünden 1982 yılında mezun oldu. Askerliğini Manisa’da 1989’da yaptı. Mezun olduktan sonra yurt dışında S. Arabistan ve Libya’da çalıştı. Türkiye’ye dönüş yaptıktan sonra Koç grubunda çalışıp kendi yüklenici firmasını kurdu. Gölcük depreminden sonra güçlendirme konusunda tecrübe edindi. İstanbul’da okul, hastane ve devlet binalarının güçlendirilmesi ve yeniden inşası için kurulan valiliğe bağlı İstanbul Proje ve Koordinasyon Biriminin çeşitli kademelerinde çalıştı. Sivil toplum kuruluşlarında ihtisas konusu olan deprem ve güçlendirme konularında eğitimler vermektedir. Evli ve bir çocuk babasıdır. 2018 yılında emekli oldu. Yazmaya duyduğu ilgi, eşinin üyesi olduğu ve kendisini de ısrarla katılmaya teşvik ettiği okuma kulübü ile başladı. Dört boş kafes isimli öykü kitabı vardır.

05.01.2025 © Novelius Edebiyat

Exit mobile version