21.12.2024 © Novelius Edebiyat
Yayına Hazırlayan: Mehmet BAHÇECİ
22. Bölüm: Ömer Öztürk
Soru 1:
2024 Yılında yerli ve yabancı pek çok eser okurlarla buluştu. Yeni çıkan kitapları takip edebildiniz mi? İçlerinden okuduklarınız ve beğendikleriniz var mı? Düşüncelerinizi kısaca paylaşır mısınız?
Cevap 1:
Yayıncılık dünyasında hemen her yıl gittikçe artan oranda kitap yayımlanmaktadır. Ancak aynı oranda okur sayısında bir artış maalesef söz konusu değildir. Bu süreçte yayımlanan eserlerin tamamını takip edebilmek pek mümkün görünmüyor. Buna mukabil, gerek basılı ya da dijital mecrada yayımlanan edebiyat dergilerinden gerekse sosyal medya üzerinden bir şekilde rastladığım, dikkatimi çeken, merak duyduğum kimi eserleri almaya ve mümkünse alır almaz okumaya çalışıyorum. 2024 yılı içerisinde dikkatimi çeken ancak henüz alıp da okumak şerefine nail olamadığım eserler de mevcuttur. Yalnız güncel edebiyatın son iki yılına baktığımızda, okumak için kaçınılmaz bir arzu beslediğim, bazıları beklediğim gibi çıkan bazıları ise bende derin bir hayal kırıklığı yaratan eserler mevcuttur. Bu süreçte büyük bir zevkle okuduğum, kendi doğup büyüdüğüm kültürle de iç içe bir dünyayı anlattığı için özel ilgi duyduğum kitapların başında Cabir Özyıldız’ın “Eski Zaman Türküsü” ile Ayşegül Bayar’ın “Rengini Benden Alan” kitapları gelir. Can Yayınlarından çıkan ve büyük bir beğeniyle takip ettiğim, tabiri caizse ne yazdıysa okuduğum, Mahir Ünsal Eriş’in Acaip adlı romanını da eklemeliyim bu listeye. Üretkenliği ve akıcı anlatımıyla bende yeri her daim büyük olan ve esinlenmememin mümkün olmadığı bir diğer yazar Ayfer Tunç’tur. Onun son romanı Kuru Kız’ı da belirtmem gerekir. Çok yakın zamanda – sanırım eylül ayında- çıkan son kitabı Memleket Hikayeleri adlı kitabını da okumak için sabırsızlanıyorum. Yabancı eserlerin çeviri yoluyla edebiyatımıza dahil olmaları ilk ortaya çıktıkları dönemden çok sonralara denk gelir. Bu noktada İletişim Yayınları tarafından ilk defa yayımlanan Nabokov’un Terra Incognıta adlı öykülerini de alıp büyük bir keyifle okudum. Sel Yayınlarından çıkan Jean Teulé’nin Dansa Davet adlı romanı da son zamanlarda yayımlanan, okuduğum ve absürtlüğüyle beni etkileyen kitaplardandır. Aynı şekilde Can Yayınlarından çıkan ve uzun cümleleriyle beni benden alan, büyülenmeden edemediğim László Krasznahorkaı’nın Direnişin Melankolisi adlı romanı da severek okuduğum kitaplardandır.
Soru 2:
2024 Yılını okuma ve yazma anlamında nasıl geçirdiniz? Kendinize ve projelerinize vakit ayırabildiniz mi? Bize 2024 yılı panoramanızı çizer misiniz?
Cevap 2:
Ben kış insanıyım. İsli puslu sokaklara çöken keskin ayazları ve koyu sisleri severim. Dolayısıyla yaz benim için okumak ve yazmak anlamında verimsizdir. Okuduğum birkaç kuramsal kitap ya da dergiler vasıtasıyla okuduğum birkaç öykü dışında yazları pek verimsiz geçiririm. Yazma anlamında ise mutlaka küçük notlar aldığım bir defterim her daim elimin altındadır. 2024’ün daha ilk aylarından itibaren yazın defterime not ettiğim bazı küçük başlıkları, sözleri, etkilendiğim bir manzarayı zihnimde bütünleyip bir kurmaca doğurttuğum doğrudur. 2024’ün hemen başında bu anlamda sadece iki aylık bir sürede yaklaşık yirmi sayfalık bir novella ve iki öyküyle birlikte bir roman taslağı hazırladım. Yaza dek yazma verimim yaklaşık iki yüz sayfayı bulmuştur. Bu benim normalde yıllık hedefimdir. Bu noktada kendimi oldukça verimli görüyorum. Eylül döneminden itibaren üzerinde çalıştığım bir roman dosyası mevcut. Zaman ayırma konusunda son bir aydır sıkıntılar yaşadığımı belirtsem de zihnimde hikayeyle yaşadığım, notlar aldığım, çıkarımlar yaptığım doğrudur. Hasılı 2024 – iş nedeniyle şehir değiştirmeme rağmen- benim için oldukça verimlidir denilebilir.
Soru 3:
Türk Edebiyatı mı, Türkçe Edebiyat mı? Türkiyeli Edebiyatı mı?.. 2024’te de ısıtılıp önümüze konulan bu kavram kargaşası hakkındaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız? Nedir doğrusu?
Cevap 3:
Bazı yayınevleri maalesef Çağdaş Türkiye Edebiyatı, Türkçe Edebiyat ya da Yerli Edebiyat gibi adlandırmaları yapıyorlar. Ancak aynı yayınevleri Rus Edebiyatı, Alman Edebiyatı ya da Fransız Edebiyatı demekten çekinmiyorlar. Rus için Alman için veya Fransız için bu adlandırma doğru oluyor da Türk Edebiyatı için –onlara göre- doğru olmuyorsa burada politik bir art niyet kendini açıkça göstermektedir. Bu tutum yanlıştır. İçinde yaşadığımız coğrafyanın adı Türkiye ise edebiyatı da şeksiz şüphesiz Türk Edebiyatı’dır. Bu adlandırmayı savunmamaya ve başka adlar aramaya, türetmeye, üretmeye hiçbir gerekçe olamaz!
Soru 4:
Son on yılda yayımlanan verilere baktığımızda, kitap okumak, ihtiyaçlar hiyerarşimizin 235. sırasında kendine yer bulabilmiş. Ülkemizde kitap okumaya ayrılan vaktin günlük ortalama 5 dakika ile sınırlı olduğunu da düşünürsek, çıkan sonuca hiç de şaşırmamalı.
Gelelim sorularımıza:
Kitaba ve okumaya olan talebin bu denli kısır, entelektüel beğenilerin de bu denli diplerde olduğu bir ülkede “yazma” motivasyonunuzu nasıl koruyorsunuz?
Yayımlanmayacağını, kimsenin okumayacağını bilseniz de yine de yazar mıydınız?
Cevap 4:
Bazı bağımlılıklar faydalıdır. Faydalı bağımlılıklara bağımlı olabilmek çok zordur. Okumak onlardan biridir. Kazanılmış en meşakkatli, en sabırlı bağımlılıktır okumak. Doğrusu bundan tam on yıl evvel ufak tefek bir şeyler karalamaya başladığımda önceleri zorlanır, yarım bırakırdım. Sonra sonra yazdıklarımı farklı zamanlarda yeniden okumaya başladığımda, bu durumun bana tarifi namümkün bir haz vermeye başladığını fark ettim. Eğer yalnızlıktan ve okumaktan haz alan biriyseniz yazma arzunuz kamçılanır. Salt bu saikle yüzlerce öykü yazmışımdır. Birkaçı hariç yayımlanan olmadı. Kötü olduğu düşünülmüş olabilir. Mühim değil. Zaten dergilere, yayınevlerine çok fazla öykü ya da dosya göndermek çabası, uğraşı ya da heyecanı içinde değilim. Oturup yazmaya başladığımda ve bitirdiğimde yaşadığım duyguyu, o duyguya sinmiş derin, kopkoyu hazzı tarif edemem. Bu haz bende bir bağımlılığı doğurdu. O hazza yeniden yeniden ulaşabilmek için, bir alkol bağımlısının birkaç gün içmese çıldıracak noktaya gelmesi gibi bir duyguyla yazıyorum. Varsın yayımlanmasın. Geleceğe kalmak kaygısı taşımıyorum. Tanınmışlık uğraşı içinde değilim. Etrafımda sanat ya da edebiyat konuşabileceğim hiç kimse yok. Dolayısıyla zihnimde, kendi kendime gerçekleştirdiğim sohbetimi yazıya dökerek rahatlıyorum. Yazma motivasyonumu en son etkileyen şey okurdur. Bir öyküm bir dergide yayımlandığı zaman önceleri büyük bir heyecan duyarım sanırdım. Ya da kitabım yayımlandığında çok mutlu olurum sanırdım. Öyle değilmiş. Kendi kitabımı elime aldığımda nötr bir hissi cümle uzuvlarımda duydum. Bu yayıncı veya okur nezdinde kötü bir durum olabilir. Ama kendimi değiştirecek değilim. Asla okur için ya da okurun istediği biçimde yazmam, yazamam; hazzımı eksiltemem!
Soru 5:
Daha nitelikli bir edebiyat ortamının oluşması adına yeni yılda (yayınevi-yazar-okur üçgeninde) neler yapılmalı? Ve 2024 Yılından beklentileriniz nelerdir?
Cevap 5:
2024 yılını bitiriyoruz. 2025 yılında, bu her yanı vahşet dolu dünyada olabilecekleri öngörebilmemiz mümkün gibi. Ancak pratikte hiçbir faydası olmayan edebiyatla meşguliyetim – olanca faydasızlığına rağmen- artarak sürecektir. Yazmaya – ne pahasına olursa olsun – devam edeceğim. Yazar sayısında inanılmaz bir artış olduğu gibi nitelik sayısında da azalma söz konusu. Yeni dönemde de bu böyle devam edeceğe benziyor. Her şeye rağmen konferanslar, söyleşiler, edebiyat mahfilleri oluşmaya, gerçekleşmeye devam ediyor. 2025 adına bu durum umut verici. Diğer taraftan yayıncılık dünyasına baktığımızda kayırmacılığın da devam edeceği aşikar. Nitelikten yoksun yazarların birkaç ay içinde birkaç kez baskıya giden kitaplarına şahit olmaya devam edeceğiz. Kitap satış oranlarındaki artış, okur sayısıyla paralel değil. Maalesef kitap alıyoruz ama okumuyoruz. Dileğim, okur sayısının artması. Edebiyat dergilerinin, butik yayınevlerinin ekonominin dar boğazından bir şekilde geçip daha çok okura ulaşması, daha çok kitap yayımlayabilmesi. Kağıt problemi, artan maliyetler yayıncılar tarafından açıkça dile getirilir oldu. Bu ciddi bir sorundur. Bunun bir an önce çözüleceğine dair umudum var. Okurun okuduğu kitaplara yeterince sinemediğini düşünenlerdenim. Tam odaklı ve derin okumanın artması bir diğer dileğim. Edebiyat mahfillerinin, bu mahfillerdeki edebiyat sohbetlerinin artması ve kıyıdan köşeden de olsa bana da değmesi bir diğer dileğim. Sosyal medyanın bu denli hüküm sürdüğü bir devirde 2025 için, sosyal medyasız, yüz yüze sohbetin zenginleştiği, sanki 1950’ler Türkiye’sindeymişiz gibi bir havayı arzuluyorum. Zira edebiyatın, konuşulduğunda, insanın ruhunu doyurduğuna inananlardanım. Ruhumuz aç. Duygularımız gittikçe derinliğini, hassasiyetini yitiriyor. Sığlaşıyoruz. Analog dönemi özlediğim ve gerçekleşmeyeceğini bile bile 2025’te beklediğim aşikar!
Soruşturma Ana Ekranına Dönmek İçin Lütfen Tıklayınız…
21.12.2024 © Novelius Edebiyat


